English    Türkçe    فارسی   

1
3108-3157

  • گفت ای روبه تو عدل افروختی ** این چنین قسمت ز کی آموختی‌‌
  • Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden öğrendin?
  • از کجا آموختی این ای بزرگ ** گفت ای شاه جهان از حال گرگ‌‌
  • Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki dedi ki “Padişahım , kurdun halinden!”
  • گفت چون در عشق ما گشتی گرو ** هر سه را برگیر و بستان و برو 3110
  • Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim aşkımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de al, git.
  • روبها چون جملگی ما را شدی ** چونت آزاریم چون تو ما شدی‌‌
  • Ey tilki, sen baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
  • ما ترا و جمله اشکاران ترا ** پای بر گردون هفتم نه بر آ
  • Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün üstüne bas, yüksel.
  • چون گرفتی عبرت از گرگ دنی ** پس تو روبه نیستی شیر منی‌‌
  • Alçak kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki değilsin, benim aslanımsın” dedi.
  • عاقل آن باشد که عبرت گیرد از ** مرگ یاران در بلای محترز
  • Akıllı o kişidir ki çekinilen belâda dostların ölümünden ibret alır.
  • روبه آن دم بر زبان صد شکر راند ** که مرا شیر از پی آن گرگ خواند 3115
  • O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti” diye yüzlerce şükürde bulundu.
  • گر مرا اول بفرمودی که تو ** بخش کن این را که بردی جان از او
  • “ Eğer önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı? “ diye şükürler etti.
  • پس سپاس او را که ما را در جهان ** کرد پیدا از پس پیشینیان‌‌
  • Şu halde bizden de Tanrı’ya şükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.
  • تا شنیدیم آن سیاستهای حق ** بر قرون ماضیه اندر سبق‌‌
  • Bu suretle Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettiğini duyduk.
  • تا که ما از حال آن گرگان پیش ** همچو روبه پاس خود داریم بیش‌‌
  • Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
  • امت مرحومه زین رو خواندمان ** آن رسول حق و صادق در بیان‌‌ 3120
  • İşte Tanrı’nın o Hak Peygamberi, o sözü doğru peygamber, bize bu yüzden “Acınmış ümmet” adını taktı.
  • استخوان و پشم آن گرگان عیان ** بنگرید و پند گیرید ای مهان‌‌
  • Ey ulular, o kurtların kemiklerini, tüylerini apaçık görün de bu halden ibret alın!
  • عاقل از سر بنهد این هستی و باد ** چون شنید انجام فرعونان و عاد
  • Akıllı, bu varlığı, bu kibir ve gururu terkeder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir.
  • ور بننهد دیگران از حال او ** عبرتی گیرند از اضلال او
  • Eğer ululanmayı bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!
  • تهدید کردن نوح علیه السلام مر قوم را که با من مپیچید که من رو پوشم در میان پس به حقیقت با خدای می‌‌پیچید ای مخذولان‌‌
  • Nuh’un kavmini, “Benimle uğraşmayın. Çünkü ben, Tanrı’nın hicabıyım. Ey ziyankâr merdutlar, hakikatte Tanrı ile uğraşıyorsunuz” diye tehdit etmesi
  • گفت نوح ای سرکشان من من نی‌‌ام ** من ز جان مرده به جانان می‌‌زی‌‌ام‌‌
  • Nuh “Ey serkeşler! Ben, ben değilim. Ben, canımdan öldüm, varlığımı terk ettim. Tanrı ile diriyim.
  • چون بمردم از حواس بو البشر ** حق مرا شد سمع و ادراک و بصر 3125
  • İnsanlık duygularımı değiştirdiğim için Tanrı bana duyuş, anlayış, görüş oldu.
  • چون که من من نیستم این دم ز هوست ** پیش این دم هر که دم زد کافر اوست‌‌
  • Çünkü ben, ben değilim. Bu nefes ondandır. Bu sözün karşısında söz söyleyen, inkârda bulunan kâfirdir” dedi.
  • هست اندر نقش این روباه شیر ** سوی این روبه نشاید شد دلیر
  • Bu tilki suretinde aslan gizlidir. Bu tilkinin bulunduğu yerde yiğitlik taslamağa gelmez.
  • گر ز روی صورتش می‌‌نگروی ** غره‌‌ی شیران از او می‌‌نشنوی‌‌
  • Sûretine bakıp aslan olduğuna inanmıyorsan ondan aslan kükreyişini de duymuyor musun?
  • گر نبودی نوح را از حق یدی ** پس جهانی را چرا بر هم زدی‌‌
  • Nuh’ta Tanrı’dan bir kudret yoktu da bütün dünyayı neden birbirine vurdu?
  • صد هزاران شیر بود او در تنی ** او چو آتش بود و عالم خرمنی‌‌ 3130
  • Bir vücutta yüz binlerce aslan vardı. O, ateş gibiydi, âlemse bir harman.
  • چون که خرمن پاس عشر او نداشت ** او چنان شعله بر آن خرمن گماشت‌‌
  • Harman, onun onda bir hakkını gözetmeyince o da harmana böyle bir şûleyi saldı, yakıp kül etti.
  • هر که او در پیش این شیر نهان ** بی‌‌ادب چون گرگ بگشاید دهان‌‌
  • Kim, bu gizli aslanın önünde kurt gibi ağız açıp edepten dışarı konursa,
  • همچو گرگ آن شیر بردراندش ** فانتقمنا منهم بر خواندش‌‌
  • Aslan, kurdu nasıl paraladıysa onu da paralar, ona nasıl “ Fentekamna” âyetini okuduysa buna da okur.
  • زخم یابد همچو گرگ از دست شیر ** پیش شیر ابله بود کاو شد دلیر
  • Aslandan pençeyi yer. Aslanın önünde yiğitlik satanın aklı yoktur.
  • کاشکی آن زخم بر تن آمدی ** تا بدی کایمان و دل سالم بدی‌‌ 3135
  • Keşke o yara yalnız vücuda gelseydi de gönül ve iman selâmette kalsaydı...
  • قوتم بگسست چون اینجا رسید ** چون توانم کرد این سر را پدید
  • Söz buraya gelince kuvvetim kesildi. Bu sırrı nasıl açayım?
  • همچو آن روبه کم اشکم کنید ** پیش او روباه بازی کم کنید
  • O tilki gibi siz de boğazınızı az düşünün, onun huzurunda hileye az sapın.
  • جمله ما و من به پیش او نهید ** ملک ملک اوست ملک او را دهید
  • Huzurunda bütün bizi, beni terk edin... Mülk, onun mülküdür; mülkü ona teslim edin.
  • چون فقیر آیید اندر راه راست ** شیر و صید شیر خود آن شماست‌‌
  • Doğru yola yoksulca gelirseniz aslan da sizindir, aslanın avladığı av da sizin.
  • ز آنکه او پاک است و سبحان وصف اوست ** بی‌‌نیاز است او ز نغز و مغز و پوست‌‌ 3140
  • Çünkü o, paktır; Sübhan, onun vasfıdır. O, batınî şeylerden de müstağnidir, zâhiri şeylerden de.
  • هر شکار و هر کراماتی که هست ** از برای بندگان آن شه است‌‌
  • Ondaki her türlü av, her çeşit ikram ve ihsan o padişahın kulları içindir.
  • نیست شه را طمع بهر خلق ساخت ** این همه دولت خنک آن کاو شناخت‌‌
  • Padişahın hiçbir şeye tamahı yoktur, O, bütün bu devleti halk için düzüp koşmuştur; ne mutlu anlayana!
  • آن که دولت آفرید و دو سرا ** ملک دولتها چه کار آید و را
  • Dünyanın ve ahiretin devletleri; devleti, dünyayı ve ahireti yaratan kişinin ne işine yarar?
  • پیش سبحان بس نگه دارید دل ** تا نگردید از گمان بد خجل‌‌
  • Şu halde Süphan’ın huzurunda gönlünüzü koruyun ki sonra kötü düşünceden utanmayasınız.
  • کاو ببیند سر و فکر و جستجو ** همچو اندر شیر خالص تار مو 3145
  • Çünkü o; halis sütün içindeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri arayıp taramayı...her şeyi görür.
  • آن که او بی‌‌نقش ساده سینه شد ** نقشهای غیب را آیینه شد
  • Suretten geçip gönlünü arıtan kişi, gayp suretlerine ayna olur.
  • سر ما را بی‌‌گمان موقن شود ** ز آن که مومن آینه‌‌ی مومن شود
  • Şüphe yok, sırrımızı anlar; çünkü mümin, müminin aynasıdır.
  • چون زند او نقد ما را بر محک ** پس یقین را باز داند او ز شک‌‌
  • Nakdimizi mehenge urunca derhal yakîni şüpheden ayırt eder.
  • چون شود جانش محک نقدها ** پس ببیند قلب را و قلب را
  • Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
  • نشاندن پادشاهان صوفیان عارف را پیش روی خویش تا چشمشان بدیشان روشن شود
  • Padişahların ârif sofileri karşılarına oturtması
  • پادشاهان را چنان عادت بود ** این شنیده باشی ار یادت بود 3150
  • Hatırlarsan duymuşsundur; padişahların böyle bir âdeti vardı:
  • دست چپشان پهلوانان ایستند ** ز آنکه دل پهلوی چپ باشد ببند
  • Sol taraflarında yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
  • مشرف و اهل قلم بر دست راست ** ز آن که علم و خط و ثبت آن دست راست‌‌
  • Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
  • صوفیان را پیش رو موضع دهند ** کاینه‌‌ی جان‌‌اند و ز آیینه بهند
  • Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
  • سینه صیقلها زده در ذکر و فکر ** تا پذیرد آینه‌‌ی دل نقش بکر
  • Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilâlamışlardır.
  • هر که او از صلب فطرت خوب زاد ** آینه در پیش او باید نهاد 3155
  • Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir.
  • عاشق آیینه باشد روی خوب ** صیقل جان آمد و تقوی القلوب‌‌
  • Güzel yüz aynaya âşıktır. Güzel yüz, aynaya âşık olduğu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
  • آمدن مهمان پیش یوسف علیه السلام و تقاضا کردن یوسف از او تحفه و ارمغان‌‌
  • Bir konuğun Yusuf-u Sıddıyk’a gelmesi, Yusuf’un ondan bir armağan istemesi
  • آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان‌‌
  • Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.