English    Türkçe    فارسی   

1
3716-3765

  • گفت نان در رسم و عادت داده‌‌اید ** دست از بهر خدا نگشاده‌‌اید
  • Ömer dedi ki: “ Siz, âdet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Tanrı için eli açık olmadınız.
  • بهر فخر و بهر بوش و بهر ناز ** نه از برای ترس و تقوی و نیاز
  • Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan. Tanrı’dan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!”
  • مال تخم است و به هر شوره منه ** تیغ را در دست هر ره زن مده‌‌
  • Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme!
  • اهل دین را باز دان از اهل کین ** همنشین حق بجو با او نشین‌‌
  • Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur!
  • هر کسی بر قوم خود ایثار کرد ** کاغه پندارد که او خود کار کرد 3720
  • Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nâdan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır.
  • خدو انداختن خصم در روی امیر المؤمنین علی علیه السلام و انداختن علی شمشیر را از دست‌‌
  • Düşmanın, Ali –Keremallahu vechehunun yüzü- ne tükermesi üzerine Emîr-ül Müminîn Ali’nin elinden kılıcı atması
  • از علی آموز اخلاص عمل ** شیر حق را دان مطهر از دغل‌‌
  • İbadetteki ihlâsı Ali’den öğren, Tanrı aslanını hilelerden arınmış bil.
  • در غزا بر پهلوانی دست یافت ** زود شمشیری بر آورد و شتافت‌‌
  • Savaşta bir yiğiti atletti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
  • او خدو انداخت در روی علی ** افتخار هر نبی و هر ولی‌‌
  • O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
  • آن خدو زد بر رخی که روی ماه ** سجده آرد پیش او در سجده‌‌گاه‌‌
  • Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
  • در زمان انداخت شمشیر آن علی ** کرد او اندر غزایش کاهلی‌‌ 3725
  • Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti.
  • گشت حیران آن مبارز زین عمل ** وز نمودن عفو و رحمت بی‌‌محل‌‌
  • O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
  • گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی‌‌
  • Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
  • آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من‌‌
  • Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
  • آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست‌‌
  • Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
  • آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید 3730
  • Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı.
  • آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان‌‌
  • Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
  • در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی‌‌
  • Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
  • در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بی‌‌شبیه‌‌
  • Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
  • ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
  • Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
  • ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بی‌‌زحمت بداد 3735
  • Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
  • از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم‌‌
  • O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
  • تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
  • O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
  • تا هم ایشان از خسیسی خاستند ** گندنا و تره و خس خواستند
  • Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.
  • امت احمد که هستند از کرام ** تا قیامت هست باقی آن طعام‌‌
  • Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
  • چون ابیت عند ربی فاش شد ** یطعم و یسقی کنایت زاش شد 3740
  • Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu.
  • هیچ بی‌‌تاویل این را در پذیر ** تا در آید در گلو چون شهد و شیر
  • Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
  • ز آن که تاویل است وا داد عطا ** چون که بیند آن حقیقت را خطا
  • Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
  • آن خطا دیدن ز ضعف عقل اوست ** عقل کل مغز است و عقل جزو پوست‌‌
  • Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
  • خویش را تاویل کن نه اخبار را ** مغز را بد گوی نی گلزار را
  • Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de, gülbahçesine değil!
  • ای علی که جمله عقل و دیده‌‌ای ** شمه ای واگو از آن چه دیده‌‌ای‌‌ 3745
  • Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle.
  • تیغ حلمت جان ما را چاک کرد ** آب علمت خاک ما را پاک کرد
  • Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı.
  • باز گو دانم که این اسرار هوست ** ز آن که بی‌‌شمشیر کشتن کار اوست‌‌
  • Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
  • صانع بی‌‌آلت و بی‌‌جارحه ** واهب این هدیه‌‌های رابحه‌‌
  • Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.
  • صد هزاران می‌‌چشاند هوش را ** که خبر نبود دو چشم و گوش را
  • Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi vardır, ne kulağın!
  • باز گو ای باز عرش خوش شکار ** تا چه دیدی این زمان از کردگار 3750
  • Ey arşta hoş bir surette evlanıp duran doğan! Bu anda Tanrı’dan ne gördün? Açıkça söyle.
  • چشم تو ادراک غیب آموخته ** چشمهای حاضران بر دوخته‌‌
  • Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalrının gözleriyse kapalıdır.
  • آن یکی ماهی همی‌‌بیند عیان ** و آن یکی تاریک می‌‌بیند جهان‌‌
  • Birisi ayı apaçık görür, öbürüyse dünyayı kapkaranlık.
  • و آن یکی سه ماه می‌‌بیند به هم ** این سه کس بنشسته یک موضع نعم‌‌
  • Diğer birisi de bir yerde üç tane ay görür. Evet, bu üç kişi bir yerde oturmuşlardır:
  • چشم هر سه باز و گوش هر سه تیز ** در تو آویزان و از من در گریز
  • Üçünün de gözü açık, kulakları duymakta… Fakat bunlar, senin eteğine yapışmışlardır, senin adamlarındır (Hallerini sen bilirsin), benden kaçıyorlar (ben bunları bilemem).
  • سحر عین است این عجب لطف خفی است ** بر تو نقش گرگ و بر من یوسفی است‌‌ 3755
  • Bu hal, acaba gabya mensup bir sihir mi, yoksa gizli bir lûtuf mu? Sende bir kurt sureti mi var, bende de Yusuf sureti mi?
  • عالم ار هجده هزار است و فزون ** هر نظر را نیست این هجده زبون‌‌
  • Âlem on sekiz bin, hattâ daha fazla olsa bunların on sekizi bile her göze görünmez.
  • راز بگشا ای علی مرتضی ** ای پس سوء القضاء حسن القضاء
  • Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve kader, sırrı aç;
  • یا تو واگو آن چه عقلت یافته ست ** یا بگویم آن چه بر من تافته ست‌‌
  • Ya sen akılına geleni söyle, ya ben gönlüme doğanı söyleyeyim.
  • از تو بر من تافت چون داری نهان ** می‌‌فشانی نور چون مه بی‌‌زبان‌‌
  • Bu sır, senden parladı, bana vurdu; nasıl gizleyebilirim? Ay gibi, söylemeden nur saçmakta.
  • لیک اگر در گفت آید قرص ماه ** شب روان را زودتر آرد به راه‌‌ 3760
  • Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola sokar.
  • از غلط ایمن شوند و از ذهول ** بانگ مه غالب شود بر بانگ غول‌‌
  • Yanlış yola gitmekten de emin olurlar, yoldan çıkmadan da. Ayın sesi, gulyabani sesinden üstün olur.
  • ماه بی‌‌گفتن چو باشد رهنما ** چون بگوید شد ضیا اندر ضیا
  • Ay, söylemeksizin yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı ışığa boğar!
  • چون تو بابی آن مدینه‌‌ی علم را ** چون شعاعی آفتاب حلم را
  • Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine şûlesin;
  • باز باش ای باب بر جویای باب ** تا رسد از تو قشور اندر لباب‌‌
  • Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin (zâhir ehli, hakikate erişsin)!
  • باز باش ای باب رحمت تا ابد ** بارگاه ما له کفوا أحد 3765
  • Ey rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı, ebede kadar açık kal!”