English    Türkçe    فارسی   

1
379-428

  • موش تا انبار ما حفره زده ست ** وز فنش انبار ما ویران شده ست‌‌
  • Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harap olmuştur.
  • اول ای جان دفع شر موش کن ** وانگهان در جمع گندم جوش کن‌‌ 380
  • Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış, çabala!
  • بشنو از اخبار آن صدر الصدور ** لا صلاة تم الا بالحضور
  • O büyükler büyüğünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.”
  • گر نه موشی دزد در انبار ماست ** گندم اعمال چل ساله کجاست‌‌
  • Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?
  • ریزه ریزه صدق هر روزه چرا ** جمع می‌‌ناید در این انبار ما
  • Her günlük azar azar sadıkane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor?
  • بس ستاره‌‌ی آتش از آهن جهید ** و ان دل سوزیده پذرفت و کشید
  • Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti.
  • لیک در ظلمت یکی دزدی نهان ** می‌‌نهد انگشت بر استارگان‌‌ 385
  • Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.
  • می‌‌کشد استارگان را یک به یک ** تا که نفروزد چراغی از فلک‌‌
  • Onları, felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte.
  • گر هزاران دام باشد در قدم ** چون تو با مایی نباشد هیچ غم‌‌
  • Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
  • هر شبی از دام تن ارواح را ** می‌‌رهانی می‌‌کنی الواح را
  • Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin.
  • می‌‌رهند ارواح هر شب زین قفس ** فارغان، نه حاکم و محکوم کس‌‌
  • Ruhlar, her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hâkimi, ne de mahkûmu olmayarak feragate ulaşırlar.
  • شب ز زندان بی‌‌خبر زندانیان ** شب ز دولت بی‌‌خبر سلطانیان‌‌ 390
  • Geceleyin zindandakilerin zindandan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler.
  • نه غم و اندیشه‌‌ی سود و زیان ** نه خیال این فلان و آن فلان‌‌
  • Ne gam var, ne kâr ve ne zarar düşüncesi. Ne bu filân kadının hayali, ne o filân erkeğin kuruntusu!
  • حال عارف این بود بی‌‌خواب هم ** گفت ایزد هم رقود زین مرم‌‌
  • Arifin hali, uyanıkken de budur, Tanrı ”onlar uykudadırlar” dedi, bunu inkâr etme.
  • خفته از احوال دنیا روز و شب ** چون قلم در پنجه‌‌ی تقلیب رب‌‌
  • Onlar, gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar; Rabb’in elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler.
  • آن که او پنجه نبیند در رقم ** فعل پندارد به جنبش از قلم‌‌
  • Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini, kalemden sanır.
  • شمه‌‌ای زین حال عارف وانمود ** خلق را هم خواب حسی در ربود 395
  • Tanrı, arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı (gaflete dalıp arifi anlamadılar).
  • رفته در صحرای بی‌‌چون جانشان ** روحشان آسوده و ابدانشان‌‌
  • Onların canı: sırrına akıl almaz sahraya gitti. Ruhları da istirahatte, bedenleri de.
  • وز صفیری باز دام اندر کشی ** جمله را در داد و در داور کشی‌‌
  • Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün.
  • فالق الإصباح اسرافیل‌‌وار ** جمله را در صورت آرد ز ان دیار
  • Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret âlemine getirir;
  • روحهای منبسط را تن کند ** هر تنی را باز آبستن کند
  • Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismi de tekrar gebe bırakır.
  • اسب جانها را کند عاری ز زین ** سر النوم اخ الموت است این‌‌ 400
  • Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir” sırrıdır.
  • لیک بهر آن که روز آیند باز ** بر نهد بر پایشان بند دراز
  • Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar.
  • تا که روزش واکشد ز ان مرغزار ** وز چراگاه آردش در زیر بار
  • Ta ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.
  • کاش چون اصحاب کهف این روح را ** حفظ کردی یا چو کشتی نوح را
  • Keşki Eshâb-ı Kehf gibi yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı.
  • تا از این طوفان بیداری و هوش ** وارهیدی این ضمیر چشم و گوش‌‌
  • Da bu fikir, bu göz ve kulak; şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı.
  • ای بسی اصحاب کهف اندر جهان ** پهلوی تو پیش تو هست این زمان‌‌ 405
  • Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanı başında ve önündedir.
  • غار با او یار با او در سرود ** مهر بر چشم است و بر گوشت چه سود
  • Mağara da, dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var?
  • قصه‌‌ی دیدن خلیفه لیلی را
  • Halifenin Leylâ’yı görmesi
  • گفت لیلی را خلیفه کان توی ** کز تو مجنون شد پریشان و غوی‌‌
  • Halife, Leylâ’ya dedi ki: ”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.
  • از دگر خوبان تو افزون نیستی ** گفت خامش چون تو مجنون نیستی‌‌
  • Sen başka güzellerden güzel değilsin. ” Leyla, “Sus, çünkü sen Mecnun değilsin” diye cevap verdi.
  • هر که بیدار است او در خواب‌‌تر ** هست بیداریش از خوابش بتر
  • Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir.
  • چون به حق بیدار نبود جان ما ** هست بیداری چو در بندان ما 410
  • Canımız Hak ile uyanık olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir.
  • جان همه روز از لگدکوب خیال ** وز زیان و سود وز خوف زوال‌‌
  • Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan.
  • نی صفا می‌‌ماندش نی لطف و فر ** نی به سوی آسمان راه سفر
  • Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu!
  • خفته آن باشد که او از هر خیال ** دارد اومید و کند با او مقال‌‌
  • Uyumuş ona derler ki o, her hayalden ümitlenir, onunla konuşur;
  • دیو را چون حور بیند او به خواب ** پس ز شهوت ریزد او با دیو آب‌‌
  • Uykuda Şeytan’ı Hûri gibi görür, sonra şehvetle Şeytan’a erlik suyu döker.
  • چون که تخم نسل را در شوره ریختا ** و به خویش آمد خیال از وی گریخت‌‌ 415
  • Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar.
  • ضعف سر بیند از آن و تن پلید ** آه از آن نقش پدید ناپدید
  • O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, sersemlik beden pisliğidir. Ah, o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden!
  • مرغ بر بالا و زیر آن سایه‌‌اش ** می‌‌دود بر خاک پران مرغ‌‌وش‌‌
  • Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.
  • ابلهی صیاد آن سایه شود ** می‌‌دود چندان که بی‌‌مایه شود
  • Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar.
  • بی‌‌خبر کان عکس آن مرغ هواست ** بی‌‌خبر که اصل آن سایه کجاست‌‌
  • O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok!
  • تیر اندازد به سوی سایه او ** ترکشش خالی شود از جستجو 420
  • Gölgeye doğru ok atar. Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır.
  • ترکش عمرش تهی شد عمر رفت ** از دویدن در شکار سایه تفت‌‌
  • Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi!
  • سایه‌‌ی یزدان چو باشد دایه‌‌اش ** وارهاند از خیال و سایه‌‌اش‌‌
  • Bir kişinin dadısı, Tanrı gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.
  • سایه‌‌ی یزدان بود بنده‌‌ی خدا ** مرده او زین عالم و زنده‌‌ی خدا
  • Tanrı’ya kul olan, Tanrı gölgesidir. O bu âlemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir.
  • دامن او گیر زودتر بی‌‌گمان ** تا رهی در دامن آخر زمان‌‌
  • Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.
  • کيف مد الظل نقش اولیاست ** کاو دلیل نور خورشید خداست‌‌ 425
  • Tanrı gölgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir. Çünkü veli, Tanrı güneşi nurunun delilidir.
  • اندر این وادی مرو بی‌‌این دلیل ** لا أحب الآفلین گو چون خلیل‌‌
  • Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem ” de!
  • رو ز سایه آفتابی را بیاب ** دامن شه شمس تبریزی بتاب‌‌
  • Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrîzî’nin eteğine yapış!
  • ره ندانی جانب این سور و عرس ** از ضیاء الحق حسام الدین بپرس‌‌
  • Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor!