English    Türkçe    فارسی   

2
1166-1215

  • آن که باشد با چنان شاهی حبیب ** هر کجا افتد چرا باشد غریب‏
  • Böyle bir padişaha sevgili olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip olur.?
  • هر که باشد شاه دردش را دوا ** گر چو نی نالد نباشد بی‏نوا
  • Padişah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz.
  • مالک ملکم نیم من طبل خوار ** طبل بازم می‏زند شه از کنار
  • Ben mülk sahibiyim, başkasının sofrasına oturup yemeğini yemiyorum. Padişah, uzaktan benim davulumu çalmakta, nöbetimi vurmakta.
  • طبل باز من ندای ارجعی ** حق گواه من به رغم مدعی‏
  • Benim davulumu döğen “İrciî” sesidir. Benimle dâvaya girişenlerin rağmine şahidim, Allah’tır.
  • من نیم جنس شهنشه دور از او ** لیک دارم در تجلی نور از او 1170
  • Padişahın cinsinden değilim, hâşa, bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim.
  • نیست جنسیت ز روی شکل و ذات ** آب جنس خاک آمد در نبات‏
  • Cins oluş, sade şekil ve zat bakımından değildir. Su, nebatta toprağın cinsinden sayılır.
  • باد جنس آتش آمد در قوام ** طبع را جنس آمده ست آخر مدام‏
  • Rüzgâr, ateşi yaktığı, yanmasına yardım ettiği için rüzgârın cinsi demektir. Nihayet şarap, tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir.
  • جنس ما چون نیست جنس شاه ما ** مای ما شد بهر مای او فنا
  • Cinsimiz, padişah cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.
  • چون فنا شد مای ما او ماند فرد ** پیش پای اسب او گردم چو گرد
  • Varlığımız kalmayınca da tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde toz gibiyim, toz gibi!
  • خاک شد جان و نشانیهای او ** هست بر خاکش نشان پای او 1175
  • Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.”
  • خاک پایش شو برای این نشان ** تا شوی تاج سر گردن کشان‏
  • Bu izi bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın.
  • تا که نفریبد شما را شکل من ** نقل من نوشید پیش از نقل من‏
  • Sizi şeklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin.
  • ای بسا کس را که صورت راه زد ** قصد صورت کرد و بر الله زد
  • Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
  • آخر این جان با بدن پیوسته است ** هیچ این جان با بدن مانند هست‏
  • Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
  • تاب نور چشم با پیه است جفت ** نور دل در قطره‏ی خونی نهفت‏ 1180
  • Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli.
  • شادی اندر گرده و غم در جگر ** عقل چون شمعی درون مغز سر
  • Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
  • این تعلقها نه بی‏کیف است و چون ** عقلها در دانش چونی زبون‏
  • Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
  • جان کل با جان جزو آسیب کرد ** جان از او دری ستد در جیب کرد
  • Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
  • همچو مریم جان از آن آسیب جیب ** حامله شد از مسیح دل فریب‏
  • Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.
  • آن مسیحی نه که بر خشک و تر است ** آن مسیحی کز مساحت برتر است‏ 1185
  • Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir. O Mesih’in şanı seyahatten yücedir.
  • پس ز جان جان چو حامل گشت جان ** از چنین جانی شود حامل جهان‏
  • Can, canlar canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
  • پس جهان زاید جهان دیگری ** این حشر را وا نماید محشری‏
  • Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
  • تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم‏
  • Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
  • این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است‏
  • Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
  • چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب می‏رسد 1190
  • Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder?
  • هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
  • Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
  • کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
  • Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
  • بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنه‏ی دردمند
  • Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
  • مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
  • Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
  • ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب‏
  • Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
  • چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ 1195
  • O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
  • از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشت‏کن‏
  • O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
  • آب می‏زد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
  • Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
  • تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست‏
  • Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
  • فایده‏ی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب‏
  • Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
  • بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد 1200
  • Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada.
  • یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ می‏یابد از او چندین نگار
  • Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
  • یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات‏
  • Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.
  • چون دم رحمان بود کان از یمن ** می‏رسد سوی محمد بی‏دهن‏
  • Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.
  • یا چو بوی احمد مرسل بود ** کان به عاصی در شفاعت می‏رسد
  • Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,
  • یا چو بوی یوسف خوب لطیف ** می‏زند بر جان یعقوب نحیف‏ 1205
  • Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor.
  • فایده‏ی دیگر که هر خشتی کز این ** بر کنم آیم سوی ماء معین‏
  • Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası,
  • کز کمی خشت دیوار بلند ** پست‏تر گردد به هر دفعه که کند
  • Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor.
  • پستی دیوار قربی می‏شود ** فصل او درمان وصلی می‏بود
  • Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta. Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.”
  • سجده آمد کندن خشت لزب ** موجب قربی که و اسجد و اقترب‏
  • Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” ayetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.
  • تا که این دیوار عالی گردن است ** مانع این سر فرود آوردن است‏ 1210
  • Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir.
  • سجده نتوان کرد بر آب حیات ** تا نیابم زین تن خاکی نجات‏
  • Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
  • بر سر دیوار هر کاو تشنه‏تر ** زودتر بر می‏کند خشت و مدر
  • Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur.
  • هر که عاشق تر بود بر بانگ آب ** او کلوخ زفت تر کند از حجاب‏
  • Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar.
  • او ز بانگ آب پر می تا عنق ** نشنود بیگانه جز بانگ بلق‏
  • O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir. Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz.
  • ای خنک آن را که او ایام پیش ** مغتنم دارد گزارد وام خویش‏ 1215
  • Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder.