English    Türkçe    فارسی   

2
124-173

  • رو أشداء علی الکفار باش ** خاک بر دل داری اغیار پاش‏
  • Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!
  • بر سر اغیار چون شمشیر باش ** هین مکن روباه بازی شیر باش‏ 125
  • Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol.
  • تا ز غیرت از تو یاران نگسلند ** ز آنکه آن خاران عدوی این گلند
  • Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.
  • آتش اندر زن به گرگان چون سپند ** ز آن که آن گرگان عدوی یوسفند
  • Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır.
  • جان بابا گویدت ابلیس هین ** تا به دم بفریبدت دیو لعین‏
  • Kendine gel, Şeytan sana “babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
  • این چنین تلبیس با بابات کرد ** آدمی را این سیه رخ مات کرد
  • Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.
  • بر سر شطرنج چست است این غراب ** تو مبین بازی به چشم نیم خواب‏ 130
  • Bu kuzgun, satranç başın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme!
  • ز آن که فرزین بندها داند بسی ** که بگیرد در گلویت چون خسی‏
  • Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.
  • در گلو ماند خس او سالها ** چیست آن خس مهر جاه و مالها
  • Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
  • مال خس باشد چو هست ای بی‏ثبات ** در گلویت مانع آب حیات‏
  • Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.
  • گر برد مالت عدوی پر فنی ** ره زنی را برده باشد ره زنی‏
  • Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.
  • دزدیدن مارگیر ماری را از مارگیری دیگر
  • Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması
  • دزدکی از مارگیری مار برد ** ز ابلهی آن را غنیمت می‏شمرد 135
  • Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı.
  • وارهید آن مارگیر از زخم مار ** مار کشت آن دزد او را زار زار
  • Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.
  • مارگیرش دید پس بشناختش ** گفت از جان مار من پرداختش‏
  • Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü, canından etti.
  • در دعا می‏خواستی جانم از او ** کش بیابم مار بستانم از او
  • Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum, gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.
  • شکر حق را کان دعا مردود شد ** من زیان پنداشتم آن سود شد
  • Allah’a şükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış” dedi.
  • بس دعاها کان زیان است و هلاک ** وز کرم می‏نشنود یزدان پاک‏ 140
  • Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Allah, onları kereminden kabul etmez.
  • التماس کردن همراه عیسی علیه السلام زنده کردن استخوانها را از او
  • İsa Aleyhisselâm’ın yoldaşının İsa’dan kemikleri diriltmesini istemesi
  • گشت با عیسی یکی ابله رفیق ** استخوانها دید در حفره‏ی عمیق‏
  • İsa ile bir ahmak yoldaş oldu. Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince,
  • گفت ای همراه آن نام سنی ** که بد آن تو مرده را زنده کنی‏
  • Yoldaş, ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı,
  • مر مرا آموز تا احسان کنم ** استخوانها را بد آن با جان کنم‏
  • Bana da mutlaka öğret de bir iyilikte bulunayım, o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.
  • گفت خامش کن که آن کار تو نیست ** لایق انفاس و گفتار تو نیست‏
  • İsa dedi ki: ”Sus! Bu senin işin değil. Senin nefeslerinin, senin sözünün harcı değil!
  • کان نفس خواهد ز باران پاک‏تر ** وز فرشته در روش دراک‏تر 145
  • Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması, o nefes sahiplerinin meleklerden daha idrakli bulunması lâzımdır.
  • عمرها بایست تا دم پاک شد ** تا امین مخزن افلاک شد
  • Âdem, ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu.
  • خود گرفتی این عصا در دست راست ** دست را دستان موسی از کجاست‏
  • Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede,”
  • گفت اگر من نیستم اسرار خوان ** هم تو بر خوان نام را بر استخوان‏
  • O ahmak, ”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
  • گفت عیسی یا رب این اسرار چیست ** میل این ابله در این بیگار چیست‏
  • İsa dedi ki: “Yarabbi, bunlar ne sırlardır? Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?
  • چون غم خود نیست این بیمار را ** چون غم جان نیست این مردار را 150
  • Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle uğraşmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine düşmüyor?
  • مرده‏ی خود را رها کرده ست او ** مرده‏ی بیگانه را جوید رفو
  • Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıştı!”
  • گفت حق ادبارگر ادبار جوست ** خار روییده جزای کشت اوست‏
  • Allah, ”Gerilemede gerilemeyi arar. Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir.
  • آن که تخم خار کارد در جهان ** هان و هان او را مجو در گلستان‏
  • Dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama!
  • گر گلی گیرد به کف خاری شود ** ور سوی یاری رود ماری شود
  • O, eline gül bile alsa diken olur. Bir dost varsa dost, yılan kesilir.
  • کیمیای زهر و مار است آن شقی ** بر خلاف کیمیای متقی‏ 155
  • O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her şeyi zehirler, her şey ona karşı yılan haline gelir).
  • اندرز کردن صوفی خادم را در تیمار داشت بهیمه و لاحول گفتن خادم
  • Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi
  • صوفیی می‏گشت در دور افق ** تا شبی در خانقاهی شد قنق‏
  • Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
  • یک بهیمه داشت در آخر ببست ** او به صدر صفه با یاران نشست‏
  • Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın başköşesine geçip oturdu.
  • پس مراقب گشت با یاران خویش ** دفتری باشد حضور یار بیش‏
  • Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Allah’ın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
  • دفتر صوفی سواد حرف نیست ** جز دل اسپید همچون برف نیست‏
  • Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür.
  • زاد دانشمند آثار قلم ** زاد صوفی چیست آثار قدم‏ 160
  • Âlimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri!
  • همچو صیادی سوی اشکار شد ** گام آهو دید بر آثار شد
  • Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
  • چند گاهش گام آهو در خور است ** بعد از آن خود ناف آهو رهبر است‏
  • Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
  • چون که شکر گام کرد و ره برید ** لاجرم ز آن گام در کامی رسید
  • Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
  • رفتن یک منزلی بر بوی ناف ** بهتر از صد منزل گام و طواف‏
  • Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.
  • آن دلی کاو مطلع مهتابهاست ** بهر عارف فتحت ابوابهاست‏ 165
  • Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır.
  • با تو دیوار است و با ایشان در است ** با تو سنگ و با عزیزان گوهر است‏
  • Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
  • آن چه تو در آینه بینی عیان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن‏
  • Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
  • پیر ایشان‏اند کاین عالم نبود ** جان ایشان بود در دریای جود
  • Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
  • پیش از این تن عمرها بگذاشتند ** پیشتر از کشت بر برداشتند
  • Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
  • پیشتر از نقش جان پذرفته‏اند ** پیشتر از بحر درها سفته‏اند 170
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler!
  • مشورت می‏رفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق‏
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • چون ملایک مانع آن می‏شدند ** بر ملایک خفیه خنبک می‏زدند
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.