English    Türkçe    فارسی   

2
1264-1313

  • کرم در بیخ درخت تن فتاد ** بایدش بر کند و در آتش نهاد
  • Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.
  • هین و هین ای راه رو بی‏گاه شد ** آفتاب عمر سوی چاه شد 1265
  • Yolcu, kendine gel, kendine… Vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu.
  • این دو روزک را که زورت هست زود ** پیر افشانی بکن از راه جود
  • Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna sarf et.
  • این قدر تخمی که مانده ستت بباز ** تا بروید زین دو دم عمر دراز
  • Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin.
  • تا نمرده ست این چراغ با گهر ** هین فتیله‏اش ساز و روغن زودتر
  • Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele.
  • هین مگو فردا که فرداها گذشت ** تا به کلی نگذرد ایام کشت‏
  • Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti. Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol!
  • پند من بشنو که تن بند قوی است ** کهنه بیرون کن گرت میل نوی است‏ 1270
  • Nasihatimi dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
  • لب ببند و کف پر زر بر گشا ** بخل تن بگذار و پیش آور سخا
  • Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al.
  • ترک شهوتها و لذتها سخاست ** هر که در شهوت فرو شد بر نخاست‏
  • Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır.
  • این سخا شاخی است از سرو بهشت ** وای او کز کف چنین شاخی بهشت‏
  • Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana.
  • عروة الوثقی است این ترک هوا ** بر کشد این شاخ جان را بر سما
  • Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker.
  • تا برد شاخ سخا ای خوب کیش ** مر ترا بالا کشان تا اصل خویش‏ 1275
  • Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eriştirdi mi,
  • یوسف حسنی و این عالم چو چاه ** وین رسن صبر است بر امر اله‏
  • Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
  • یوسفا آمد رسن در زن دو دست ** از رسن غافل مشو بی‏گه شده ست‏
  • Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.
  • حمد لله کین رسن آویختند ** فضل و رحمت را بهم آمیختند
  • Allah’a hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
  • تا ببینی عالم جان جدید ** عالم بس آشکار ناپدید
  • Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
  • این جهان نیست چون هستان شده ** و آن جهان هست بس پنهان شده‏ 1280
  • Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
  • خاک بر باد است و بازی می‏کند ** کژنمایی پرده سازی می‏کند
  • Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
  • اینکه بر کار است بی‏کار است و پوست ** و انکه پنهان است مغز و اصل اوست‏
  • Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
  • خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
  • Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
  • چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
  • Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
  • اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار 1285
  • Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir.
  • چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بی‏سواره اسب خود ناید به کار
  • Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
  • پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
  • Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
  • چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بی‏چشم شه مضطر بود
  • Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
  • چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
  • Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
  • نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود 1290
  • Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir.
  • اسب بی‏راکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه‏
  • Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
  • سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است‏
  • Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
  • نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی‏ نور این بود
  • His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
  • نور حسی می‏کشد سوی ثری ** نور حقش می‏برد سوی علی‏
  • His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
  • ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است‏ 1295
  • Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.
  • لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
  • Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
  • نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیده‏گان‏
  • Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
  • چون که نور حس نمی‏بینی ز چشم ** چون ببینی نور آن دینی ز چشم‏
  • Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
  • نور حس با این غلیظی مختفی است ** چون خفی نبود ضیایی کان صفی است‏
  • Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
  • این جهان چون خس به دست باد غیب ** عاجزی پیش گرفت و داد غیب‏ 1300
  • Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer, tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği,
  • گه بلندش می‏کند گاهیش پست ** گه درستش می‏کند گاهی شکست‏
  • Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
  • گه یمینش می‏برد گاهی یسار ** گه گلستانش کند گاهیش خار
  • Gâh sağa götürür, gâh sola… Gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
  • دست پنهان و قلم بین خط گزار ** اسب در جولان و ناپیدا سوار
  • El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici meydanda değil.
  • تیر پران بین و ناپیدا کمان ** جانها پیدا و پنهان جان جان‏
  • Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
  • تیر را مشکن که این تیر شهی است ** تیر پرتابی ز شصت آگهی است‏ 1305
  • Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır.
  • ما رمیت إذ رمیت گفت حق ** کار حق بر کارها دارد سبق‏
  • Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’ın işi, bütün işlere örnektir, misaldir.
  • خشم خود بشکن تو مشکن تیر را ** چشم خشمت خون شمارد شیر را
  • Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
  • بوسه ده بر تیر و پیش شاه بر ** تیر خون آلود از خون تو تر
  • O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha götür.
  • آن چه پیدا عاجز و بسته و زبون ** و آن چه ناپیدا چنان تند و حرون‏
  • Meydanda olan âcizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmeyense pek kuvvetli ve galip.
  • ما شکاریم این چنین دامی کراست ** گوی چوگانیم چوگانی کجاست‏ 1310
  • Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzağı var? Çevgânın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevgânı idare eden nerde?
  • می‏درد می‏دوزد این خیاط کو ** می‏دمد می‏سوزد این نفاط کو
  • Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan?
  • ساعتی کافر کند صدیق را ** ساعتی زاهد کند زندیق را
  • Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zahit.
  • ز انکه مخلص در خطر باشد ز دام ** تا ز خود خالص نگردد او تمام‏
  • Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir.