English    Türkçe    فارسی   

2
1595-1644

  • صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بی‏نوا 1595
  • Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur.
  • چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** می‏ببینی چون ندانی خشم شاه‏
  • Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
  • آفتاب شاه در برج عتاب ** می‏کند روها سیه همچون کباب‏
  • Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
  • آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست‏
  • O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
  • باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
  • Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
  • سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار 1600
  • Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”.
  • عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
  • Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
  • رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
  • Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
  • هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان‏
  • Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
  • خواند او آن نکتهای با شمول ** با حقارت ننگرید اندر رسول‏
  • Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
  • جسم هدهد دید و جان عنقاش دید ** حس چو کفی دید و دل دریاش دید
  • Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
  • عقل با حس زین طلسمات دو رنگ ** چون محمد با ابو جهلان به جنگ‏ 1605
  • Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur.
  • کافران دیدند احمد را بشر ** چون ندیدند از وی انشق القمر
  • Kâfirler, Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü görmemişlerdi.
  • خاک زن در دیده‏ی حس بین خویش ** دیده‏ی حس دشمن عقل است و کیش‏
  • Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de.
  • دیده‏ی حس را خدا اعماش خواند ** بت پرستش گفت و ضد ماش خواند
  • Allah duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
  • ز انکه او کف دید و دریا را ندید ** ز انکه حالی دید و فردا را ندید
  • Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
  • خواجه‏ی فردا و حالی پیش او ** او نمی‏بیند ز گنجی جز تسو 1610
  • Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile görmez.
  • ذره‏ای ز آن آفتاب آرد پیام ** آفتاب آن ذره را گردد غلام‏
  • Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir.
  • قطره‏ای کز بحر وحدت شد سفیر ** هفت بحر آن قطره را باشد اسیر
  • Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.
  • گر کف خاکی شود چالاک او ** پیش خاکش سر نهد افلاک او
  • Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar.
  • خاک آدم چون که شد چالاک حق ** پیش خاکش سر نهند املاک حق‏
  • Âdemin toprağı Allahtan çevikleşince Allah melekleri o toprağın önünde secde ettiler.
  • السماء انشقت آخر از چه بود ** از یکی چشمی که خاکی بر گشود 1615
  • Göğün yarılması nedendi? Toprakla olan münasebeti kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden.
  • خاک از دردی نشیند زیر آب ** خاک بین کز عرش بگذشت از شتاب‏
  • Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle olduğu halde toprağa bak ki çevikleşti, süratle Arşı bile geçti.
  • آن لطافت پس بدان کز آب نیست ** جز عطای مبدع وهاب نیست‏
  • Bil ki o letafet sudan değildir, ancak Verici ve Eşsiz, Örneksiz Yaratıcının ihsanından,.
  • گر کند سفلی هوا و نار را ** ور ز گل او بگذراند خار را
  • Dilerse havayı, ateşi aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder.
  • حاکم است و یفعل الله ما یشاء ** کاو ز عین درد انگیزد دوا
  • Allah hükmedicidir, dilediğini yapar. Derdin ta kendisinden deva yaratır.
  • گر هوا و نار را سفلی کند ** تیرگی و دردی و ثقلی کند 1620
  • Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır.
  • ور زمین و آب را علوی کند ** راه گردون را بپا مطوی کند
  • Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler.
  • پس یقین شد که تعز من تشاء ** خاکیی را گفت پرها بر گشا
  • Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der.
  • آتشی را گفت رو ابلیس شو ** زیر هفتم خاک با تلبیس شو
  • Ateşe mensup olana der ki: “ Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et.
  • آدم خاکی برو تو بر سها ** ای بلیس آتشی رو تا ثری‏
  • Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç. Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.
  • چار طبع و علت اولی نی‏ام ** در تصرف دایما من باقی‏ام‏ 1625
  • Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim.
  • کار من بی‏علت است و مستقیم ** هست تقدیرم نه علت ای سقیم‏
  • İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz.
  • عادت خود را بگردانم به وقت ** این غبار از پیش بنشانم به وقت‏
  • Bir vakit olur, âdetimi değiştirir. Bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım.
  • بحر را گویم که هین پر نار شو ** گویم آتش را که رو گلزار شو
  • Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
  • کوه را گویم سبک شو همچو پشم ** چرخ را گویم فرو در پیش چشم‏
  • Dağa derim ki: “Pamuk gibi hafifleş!” Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün”
  • گویم ای خورشید مقرون شو به ماه ** هر دو را سازم چو دو ابر سیاه‏ 1630
  • Güneşe “Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm.
  • چشمه‏ی خورشید را سازیم خشک ** چشمه‏ی خون را به فن سازیم مشک‏
  • Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”
  • آفتاب و مه چو دو گاو سیاه ** یوغ بر گردن ببنددشان اله‏
  • Allah, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.
  • انکار فلسفی بر قرائت إن أصبح ماؤکم غورا
  • Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkâr etmesi
  • مقریی می‏خواند از روی کتاب ** ماؤکم غورا ز چشمه بندم آب‏
  • Kuran okuyan biri, Kuran’dan “Mâüküm gavra” yani “Suyu kaynağından keser,
  • آب را در غورها پنهان کنم ** چشمه‏ها را خشک و خشکستان کنم‏
  • Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
  • آب را در چشمه کی آرد دگر ** جز من بی‏مثل با فضل و خطر 1635
  • Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahtan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu.
  • فلسفی منطقی مستهان ** می‏گذشت از سوی مکتب آن زمان‏
  • Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
  • چون که بشنید آیت او از ناپسند ** گفت آریم آب را ما با کلند
  • Bu ayeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
  • ما بزخم بیل و تیزی تبر ** آب را آریم از پستی ز بر
  • Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
  • شب بخفت و دید او یک شیر مرد ** زد طپانچه هر دو چشمش کور کرد
  • Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
  • گفت زین دو چشمه‏ی چشم ای شقی ** با تبر نوری بر آر ار صادقی‏ 1640
  • Dedi ki: “Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nurlandır”
  • روز بر جست و دو چشم کور دید ** نور فایض از دو چشمش ناپدید
  • Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
  • Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.