English    Türkçe    فارسی   

2
1622-1671

  • پس یقین شد که تعز من تشاء ** خاکیی را گفت پرها بر گشا
  • Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der.
  • آتشی را گفت رو ابلیس شو ** زیر هفتم خاک با تلبیس شو
  • Ateşe mensup olana der ki: “ Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et.
  • آدم خاکی برو تو بر سها ** ای بلیس آتشی رو تا ثری‏
  • Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç. Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.
  • چار طبع و علت اولی نی‏ام ** در تصرف دایما من باقی‏ام‏ 1625
  • Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim.
  • کار من بی‏علت است و مستقیم ** هست تقدیرم نه علت ای سقیم‏
  • İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz.
  • عادت خود را بگردانم به وقت ** این غبار از پیش بنشانم به وقت‏
  • Bir vakit olur, âdetimi değiştirir. Bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım.
  • بحر را گویم که هین پر نار شو ** گویم آتش را که رو گلزار شو
  • Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
  • کوه را گویم سبک شو همچو پشم ** چرخ را گویم فرو در پیش چشم‏
  • Dağa derim ki: “Pamuk gibi hafifleş!” Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün”
  • گویم ای خورشید مقرون شو به ماه ** هر دو را سازم چو دو ابر سیاه‏ 1630
  • Güneşe “Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm.
  • چشمه‏ی خورشید را سازیم خشک ** چشمه‏ی خون را به فن سازیم مشک‏
  • Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”
  • آفتاب و مه چو دو گاو سیاه ** یوغ بر گردن ببنددشان اله‏
  • Allah, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.
  • انکار فلسفی بر قرائت إن أصبح ماؤکم غورا
  • Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkâr etmesi
  • مقریی می‏خواند از روی کتاب ** ماؤکم غورا ز چشمه بندم آب‏
  • Kuran okuyan biri, Kuran’dan “Mâüküm gavra” yani “Suyu kaynağından keser,
  • آب را در غورها پنهان کنم ** چشمه‏ها را خشک و خشکستان کنم‏
  • Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
  • آب را در چشمه کی آرد دگر ** جز من بی‏مثل با فضل و خطر 1635
  • Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahtan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu.
  • فلسفی منطقی مستهان ** می‏گذشت از سوی مکتب آن زمان‏
  • Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
  • چون که بشنید آیت او از ناپسند ** گفت آریم آب را ما با کلند
  • Bu ayeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
  • ما بزخم بیل و تیزی تبر ** آب را آریم از پستی ز بر
  • Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
  • شب بخفت و دید او یک شیر مرد ** زد طپانچه هر دو چشمش کور کرد
  • Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
  • گفت زین دو چشمه‏ی چشم ای شقی ** با تبر نوری بر آر ار صادقی‏ 1640
  • Dedi ki: “Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nurlandır”
  • روز بر جست و دو چشم کور دید ** نور فایض از دو چشمش ناپدید
  • Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
  • Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
  • دل به سختی همچو روی سنگ گشت ** چون شکافد توبه آن را بهر کشت‏ 1645
  • Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir?
  • چون شعیبی کو که تا او را دعا ** بهر کشتن خاک سازد کوه را
  • Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
  • از نیاز و اعتقاد آن خلیل ** گشت ممکن امر صعب و مستحیل‏
  • Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
  • یا به دریوزه‏ی مقوقس از رسول ** سنگ‏لاخی مزرعی شد با اصول‏
  • Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
  • همچنین بر عکس آن انکار مرد ** مس کند زر را و صلحی را نبرد
  • Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.
  • کهربای مسخ آمد این دغا ** خاک قابل را کند سنگ و حصا 1650
  • Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar.
  • هر دلی را سجده هم دستور نیست ** مزد رحمت قسم هر مزدور نیست‏
  • Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.
  • هین بپشت آن مکن جرم و گناه ** که کنم توبه در آیم در پناه‏
  • Kendine gel de “ Tövbe eder, Allah’a sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
  • می‏بباید تاب و آبی توبه را ** شرط شد برق و سحابی توبه را
  • Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.
  • آتش و آبی بباید میوه را ** واجب آید ابر و برق این شیوه را
  • Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icap eder.
  • تا نباشد برق دل و ابر دو چشم ** کی نشیند آتش تهدید و خشم‏ 1655
  • Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır?
  • کی بروید سبزه‏ی ذوق وصال ** کی بجوشد چشمه‏ها ز آب زلال‏
  • Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar?
  • کی گلستان راز گوید با چمن ** کی بنفشه عهد بندد با سمن‏
  • Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?
  • کی چناری کف گشاید در دعا ** کی درختی سر فشاند در هوا
  • Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
  • کی شکوفه آستین پر نثار ** بر فشاندن گیرد ایام بهار
  • Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?
  • کی فروزد لاله را رخ همچو خون ** کی گل از کیسه بر آرد زر برون‏ 1660
  • Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar?
  • کی بیاید بلبل و گل بو کند ** کی چو طالب فاخته کوکو کند
  • Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?
  • کی بگوید لکلک آن لک لک به جان ** لک چه باشد ملک تست ای مستعان‏
  • Nasıl olur da leylek “lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Allah, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.
  • کی نماید خاک اسرار ضمیر ** کی شود بی‏آسمان بستان منیر
  • Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?
  • از کجا آورده‏اند آن حله‏ها ** من کریم من رحیم کلها
  • Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
  • آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است‏ 1665
  • O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi.
  • آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه‏
  • Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
  • روح آن کس کاو به هنگام أ لست ** دید رب خویش و شد بی‏خویش و مست‏
  • Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
  • او شناسد بوی می کاو می بخورد ** چون نخورد او می چه داند بوی کرد
  • Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?
  • ز انکه حکمت همچو ناقه‏ی ضاله است ** همچو دلاله شهان را داله است‏
  • Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.
  • تو ببینی خواب در یک خوش لقا ** کاو دهد وعده و نشانی مر ترا 1670
  • Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alâmetler söyler.
  • که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان‏
  • Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.