English    Türkçe    فارسی   

2
2635-2684

  • گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است‏ 2635
  • Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
  • آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دست‏آلودی کنند
  • Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
  • نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم‏
  • Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
  • چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است‏
  • Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
  • کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب‏
  • Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
  • من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است‏ 2640
  • Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
  • لطف سابق را نظاره می‏کنم ** هر چه آن حادث دو پاره می‏کنم‏
  • Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
  • ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
  • Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
  • هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین‏
  • Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
  • هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی‏
  • Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
  • چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود 2645
  • Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
  • آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم‏
  • Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
  • در بلا هم می‏چشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
  • Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
  • چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره‏
  • Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
  • جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بی‏چون مر او را کژ نهد
  • Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
  • هر که در شش او درون آتش است ** اوش برهاند که خلاق شش است‏ 2650
  • Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir.
  • خود اگر کفر است و گر ایمان او ** دست باف حضرت است و آن او
  • Küfür olsun, iman olsun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
  • باز تقریر کردن معاویه با ابلیس مکر او را
  • Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması
  • گفت امیر او را که اینها راست است ** لیک بخش تو ازینها کاست است‏
  • Emîr ona dedi ki: “Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
  • صد هزاران را چو من تو ره زدی ** حفره کردی در خزینه آمدی‏
  • Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
  • آتشی از تو نسوزم چاره نیست ** کیست کز دست تو جامه‏ش پاره نیست‏
  • Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun!
  • طبعت ای آتش چو سوزانیدنی است ** تا نسوزانی تو چیزی چاره نیست‏ 2655
  • Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil.
  • لعنت این باشد که سوزانت کند ** اوستاد جمله دزدانت کند
  • Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur.
  • با خدا گفتی شنیدی رو برو ** من چه باشم پیش مکرت ای عدو
  • Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?
  • معرفتهای تو چون بانگ صفیر ** بانگ مرغانی است لیکن مرغ گیر
  • Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar.
  • صد هزاران مرغ را آن ره زده ست ** مرغ غره کاشنایی آمده ست‏
  • O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş, aşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır.
  • در هوا چون بشنود بانگ صفیر ** از هوا آید شود اینجا اسیر 2660
  • Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur.
  • قوم نوح از مکر تو در نوحه‏اند ** دل کباب و سینه شرحه شرحه‏اند
  • Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.
  • عاد را تو باد دادی در جهان ** در فگندی در عذاب و اندهان‏
  • Cihanda Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere sen düşürdün.
  • از تو بود آن سنگسار قوم لوط ** در سیاه آبه ز تو خوردند غوط
  • Lût kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boğuldular.
  • مغز نمرود از تو آمد ریخته ** ای هزاران فتنه‏ها انگیخته‏
  • Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Şeytan!
  • عقل فرعون ذکی فیلسوف ** کور گشت از تو نیابید او وقوف‏ 2665
  • Filozof, zeki Firavunun aklı körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu.
  • بو لهب هم از تو نااهلی شده ** بو الحکم هم از تو بو جهلی شده‏
  • Ebulehep de senin yüzünden naehil, oldu. Ebülhakem de senin yüzünden Ebucehil kesildi.
  • ای بر این شطرنج بهر یاد را ** مات کرده صد هزار استاد را
  • Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden!
  • ای ز فرزین بندهای مشکلت ** سوخته دلها سیه گشته دلت‏
  • Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen!
  • بحر مکری تو خلایق قطره‏ای ** تو چو کوهی وین سلیمان ذره‏ای‏
  • Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre!
  • کی رهد از مکر تو ای مختصم ** غرق طوفانیم الا من عصم‏ 2670
  • Ey düşmanlık edip duran Şeytan, senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak Tanrı’nın koruduğu müstesna.
  • بس ستاره‏ی سعد از تو محترق ** بس سپاه و جمع از تو مفترق‏
  • Nice saadetli yıldız, senin yüzünden ihtiraka düşmüştür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden darmadağın olmuştur!”
  • باز جواب گفتن ابلیس معاویه را
  • İblis’in Muaviye’ye cevap vermesi
  • گفت ابلیسش گشای این عقد را ** من محکم قلب را و نقد را
  • İblis Muaviye’ye dedi ki: “Bu bağı çöz. Ben, kalpla halis için mehenğim.
  • امتحان شیر و کلبم کرد حق ** امتحان نقد و قلبم کرد حق‏
  • Hak, beni aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti.
  • قلب را من کی سیه رو کرده‏ام ** صیرفی‏ام قیمت او کرده‏ام‏
  • Ben, kalpın yüzünü ne vakit karartmışım. Kuyumcuyum ben, ona daima değerini verdim.
  • نیکوان را ره نمایی می‏کنم ** شاخه‏های خشک را بر می‏کنم‏ 2675
  • İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim.
  • این علفها می‏نهم از بهر چیست ** تا پدید آید که حیوان جنس کیست‏
  • Bu otları niye ortaya koyarım? Hayvan hangi cinstendir, meydana çıksın diye.
  • گرگ از آهو چو زاید کودکی ** هست در گرگیش و آهویی شکی‏
  • Kurt, ceylândan bir yavru doğursa onun kurt yahut ceylân oluşunda şüphe edilir.
  • تو گیاه و استخوان پیشش بریز ** تا کدامین سو کند او گام تیز
  • Önüne otla kemik koy. Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek?
  • گر به سوی استخوان آید سگ است ** ور گیا خواهد یقین آهو رگ است‏
  • Eğer kemiğe gelirse köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylân cinsindendir.
  • قهر و لطفی جفت شد با همدگر ** زاد از این هر دو جهانی خیر و شر 2680
  • Kahırla lütuf, birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer âlemi doğdu.
  • تو گیاه و استخوان را عرضه کن ** قوت نفس و قوت جان را عرضه کن‏
  • Sen otla kemiği göster, nefis ve can gıdasını arz et.
  • گر غذای نفس جوید ابتر است ** ور غذای روح خواهد سرور است‏
  • Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir.
  • گر کند او خدمت تن هست خر ** ور رود در بحر جان یابد گهر
  • Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur.
  • گر چه این دو مختلف خیر و شراند ** لیک این هر دو به یک کار اندراند
  • Gerçi bu ikisi birbirine aykırı, hayır ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır.