English    Türkçe    فارسی   

2
2709-2758

  • از بهشت انداختش بر روی خاک ** چون سمک در شست او شد از سماک‏
  • Şeytan, onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş,
  • نوحه‏ی إنا ظلمنا می‏زدی ** نیست دستان و فسونش را حدی‏ 2710
  • “Rabbenâ, zalemnâ” diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.
  • اندرون هر حدیث او شر است ** صد هزاران سحر در وی مضمر است‏
  • Onun her sözünde bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir.
  • مردی مردان ببندد در نفس ** در زن و در مرد افروزد هوس‏
  • Erlerin erliklerini bir nefeste bağlar; kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır.
  • ای بلیس خلق سوز فتنه جو ** بر چی‏ام بیدار کردی راست گو
  • Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle!
  • باز تقریر ابلیس تلبیس خود را
  • BASLIK YOK
  • گفت هر مردی که باشد بد گمان ** نشنود او راست را با صد نشان‏
  • Şeytan, “Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa doğruyu işitmez.
  • هر درونی که خیال‏اندیش شد ** چون دلیل آری خیالش بیش شد 2715
  • Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar.
  • چون سخن دروی رود علت شود ** تیغ غازی دزد را آلت شود
  • Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur.
  • پس جواب او سکوت است و سکون ** هست با ابله سخن گفتن جنون‏
  • Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir. Ahmakla konuşmak deliliktir.
  • تو ز من با حق چه نالی ای سلیم ** تو بنال از شر آن نفس لئیم‏
  • Ey ahmak, benim şerrimden Tanrı’ya ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan!
  • تو خوری حلوا تو را دنبل شود ** تب بگیرد طبع تو مختل شود
  • Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
  • بی‏گنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را 2720
  • Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin?
  • نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه می‏دوی‏
  • Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
  • چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
  • Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
  • ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
  • Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
  • حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم‏
  • Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
  • تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین‏ 2725
  • Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
  • من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
  • Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
  • متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن‏
  • Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
  • گرگ بی‏چاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است‏
  • Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
  • از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت‏
  • Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
  • باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
  • Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
  • گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی می‏خواندت‏ 2730
  • Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte.
  • راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من‏
  • Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
  • گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیال‏اندیش پر اندیشه‏ها
  • Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
  • گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است‏
  • Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
  • گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب‏
  • “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
  • دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ‏ 2735
  • Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.
  • در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانه‏ی دام دل است‏
  • Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
  • دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن‏
  • Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
  • چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم‏
  • Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
  • حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
  • Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
  • پس دروغ و عشوه‏ات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد 2740
  • Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
  • کژدم از گندم ندانست آن نفس ** می‏پرد تمییز از مست هوس‏
  • O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
  • خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
  • Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
  • هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
  • Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
  • شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
  • Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
  • قاضیی بنشاندند او می‏گریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست‏
  • Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
  • این نه وقت گریه و فریاد تست ** وقت شادی و مبارک باد تست‏ 2745
  • Ağlamak, feryat etmek zamanı değil, sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi.
  • گفت اه چون حکم راند بی‏دلی ** در میان آن دو عالم جاهلی‏
  • Kadı, bir ah edip dedi ki: “Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki.
  • آن دو خصم از واقعه‏ی خود واقفند ** قاضی مسکین چه داند ز آن دو بند
  • O iki hasım, ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
  • جاهل است و غافل است از حالشان ** چون رود در خونشان و مالشان‏
  • Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
  • گفت خصمان عالمند و علتی ** جاهلی تو لیک شمع ملتی‏
  • Naip “Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.
  • ز انکه تو علت نداری در میان ** آن فراغت هست نور دیده‏گان‏ 2750
  • Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur.
  • و آن دو عالم را غرضشان کور کرد ** علمشان را علت اندر گور کرد
  • O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.
  • جهل را بی‏علتی عالم کند ** علم را علت کژ و ظالم کند
  • Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
  • تا تو رشوت نستدی بیننده‏ای ** چون طمع کردی ضریر و بنده‏ای‏
  • Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
  • از هوا من خوی را واکرده‏ام ** لقمه‏های شهوتی کم خورده‏ام‏
  • Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim.
  • چاشنی گیر دلم شد با فروغ ** راست را داند حقیقت از دروغ‏ 2755
  • Gönlümün tat alma duygusu aydın, doğruyu yalandan ayırt eder.
  • به اقرار آوردن معاویه ابلیس را
  • Muaviye’nin İblis’i söyletmesi
  • تو چرا بیدار کردی مر مرا ** دشمن بیداریی تو ای دغا
  • Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın.
  • همچو خشخاشی همه خواب آوری ** همچو خمری عقل و دانش را بری‏
  • Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin.
  • چار میخت کرده‏ام هین راست گو ** راست را دانم تو حیلتها مجو
  • Seni çarmıha gerdim. Haydi, doğru söyle. Ben doğruyu bilir, anlarım, hileye sapma.