English    Türkçe    فارسی   

2
2872-2921

  • بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است‏
  • Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
  • چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
  • Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
  • راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است‏
  • Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
  • نقض میثاق و عهود از احمقی است ** حفظ ایمان و وفا کار تقی است‏ 2875
  • Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir.
  • گفت پیغمبر که سوگند شما ** راست گیرم یا که سوگند خدا
  • Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?”
  • باز سوگند دگر خوردند قوم ** مصحف اندر دست و بر لب مهر صوم‏
  • Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler.
  • که به حق این کلام پاک راست ** کان بنای مسجد از بهر خداست‏
  • “Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
  • اندر آن جا هیچ مکر و حیله نیست ** اندر آن جا ذکر و صدق و یا ربی است‏
  • Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, doğru bir yürekle Allah’ya ibadet edeceğiz” dediler.
  • گفت پیغمبر که آواز خدا ** می‏رسد در گوش من همچون صدا 2880
  • Peygamber dedi ki: “Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte.
  • مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق‏
  • Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
  • نک صریح آواز حق می‏آیدم ** همچو صاف از درد می‏پالایدم‏
  • İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
  • همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت‏
  • Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
  • از درخت إنی أنا الله می‏شنید ** با کلام انوار می‏آمد پدید
  • “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
  • چون ز نور وحی در می‏ماندند ** باز نو سوگندها می‏خواندند 2885
  • Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
  • چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
  • Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
  • باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح‏
  • Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
  • اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمی‏کند
  • Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
  • تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول‏
  • Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
  • که چنین پیران با شیب و وقار ** می‏کندشان این پیمبر شرمسار
  • Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
  • کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا 2890
  • Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
  • باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
  • Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
  • شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق‏
  • Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
  • باز می‏زارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
  • Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
  • دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم‏
  • Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
  • اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود 2895
  • Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü.
  • سنگهاش اندر حدث جای تباه ** می‏دمید از سنگها دود سیاه‏
  • Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
  • دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست‏
  • Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
  • در زمان در رو فتاد و می‏گریست ** کای خدا اینها نشان منکری است‏
  • Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
  • خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
  • Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
  • گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز 2900
  • Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
  • هر یکی از یکدیگر بی‏مغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
  • Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
  • صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
  • Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
  • همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبه‏ای کردند حق آتش زدش‏
  • Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
  • قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام‏
  • Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
  • مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
  • Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
  • هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن‏
  • Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
  • واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک‏
  • Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
  • لیک می‏ترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان‏
  • Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
  • شرع بی‏تقلید می‏پذرفته‏اند ** بی‏محک آن نقد را بگرفته‏اند
  • Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
  • حکمت قرآن چو ضاله‏ی مومن است ** هر کسی در ضاله‏ی خود موقن است‏ 2910
  • Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
  • قصه‏ی آن شخص که اشتر ضاله‏ی خود می‏جست و می‏پرسید
  • Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
  • اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست‏
  • Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
  • ضاله چه بود ناقه‏ای گم کرده‏ای ** از کفت بگریخته در پرده‏ای‏
  • Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
  • آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان‏
  • Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
  • می‏دوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب‏
  • Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
  • رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف‏ 2915
  • Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.
  • کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری‏
  • “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?
  • هر که بر گوید نشان از اشترم ** مژدگانی می‏دهم چندین درم‏
  • Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın;
  • باز می‏جویی نشان از هر کسی ** ریش‏خندت می‏کند زین هر خسی‏
  • Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler.
  • کاشتری دیدیم می‏رفت این طرف ** اشتر سرخی به سوی آن علف‏
  • Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der.
  • آن یکی گوید بریده گوش بود ** و آن دگر گوید جلش منقوش بود 2920
  • Öbürü “Ha, ha, kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı.”
  • آن یکی گوید شتر یک چشم بود ** و آن دگر گوید ز گر بی‏پشم بود
  • Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..