English    Türkçe    فارسی   

2
2926-2975

  • هر یک از ره این نشانها ز آن دهند ** تا گمان آید که ایشان ز آن ده‏اند
  • Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
  • این حقیقت دان نه حق‏اند این همه ** نی بکلی گمرهانند این رمه‏
  • Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil.
  • ز انکه بی‏حق باطلی ناید پدید ** قلب را ابله به بوی زر خرید
  • Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
  • گر نبودی در جهان نقدی روان ** قلبها را خرج کردن کی توان‏
  • Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
  • تا نباشد راست کی باشد دروغ ** آن دروغ از راست می‏گیرد فروغ‏ 2930
  • Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır.
  • بر امید راست کژ را می‏خرند ** زهر در قندی رود آن گه خورند
  • Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler.
  • گر نباشد گندم محبوب نوش ** چه برد گندم‏نمای جو فروش‏
  • Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne yapardı?
  • پس مگو کاین جمله دمها باطلند ** باطلان بر بوی حق دام دلند
  • Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönle tuzaktır.
  • پس مگو جمله خیال است و ضلال ** بی‏حقیقت نیست در عالم خیال‏
  • Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
  • حق شب قدر است در شبها نهان ** تا کند جان هر شبی را امتحان‏ 2935
  • Allah Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah da öyle gizli.
  • نه همه شبها بود قدر ای جوان ** نه همه شبها بود خالی از آن‏
  • Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan hâli değil.
  • در میان دلق پوشان یک فقیر ** امتحان کن و آن که حق است آن بگیر
  • Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapış!
  • مومن کیس ممیز کو که تا ** باز داند هیزکان را از فتی‏
  • Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin.
  • گر نه معیوبات باشد در جهان ** تاجران باشند جمله ابلهان‏
  • Âlemde her şey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.
  • پس بود کالا شناسی سخت سهل ** چون که عیبی نیست چه نااهل و اهل‏ 2940
  • Bu takdirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Mademki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor?
  • ور همه عیب است دانش سود نیست ** چون همه چوب است اینجا عود نیست‏
  • Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
  • آن که گوید جمله حقند احمقی است ** و انکه گوید جمله باطل او شقی است‏
  • Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şakîdir.
  • تاجران انبیا کردند سود ** تاجران رنگ و بو کور و کبود
  • Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
  • می‏نماید مار اندر چشم مال ** هر دو چشم خویش را نیکو بمال‏
  • Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
  • منگر اندر غبطه‏ی این بیع و سود ** بنگر اندر خسر فرعون و ثمود 2945
  • Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör!
  • امتحان هر چیزی تا ظاهر شود خیر و شری که در وی است‏
  • Hayır ve şerri anlaşılsın diye her şeyi sınama
  • اندر این گردون مکرر کن نظر ** ز انکه حق فرمود ثم ارجع بصر
  • Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
  • یک نظر قانع مشو زین سقف نور ** بارها بنگر ببین هل من فطور
  • Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
  • چون که گفتت کاندر این سقف نکو ** بارها بنگر چو مرد عیب جو
  • Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi.
  • پس زمین تیره را دانی که چند ** دیدن و تمییز باید در پسند
  • Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
  • تا بپالاییم صافان را ز درد ** چند باید عقل ما را رنج برد 2950
  • Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım.
  • امتحانهای زمستان و خزان ** تاب تابستان بهار همچو جان‏
  • Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar,
  • بادها و ابرها و برقها ** تا پدید آرد عوارض فرق‏ها
  • Yeller, bulutlar, şimşekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi;
  • تا برون آرد زمین خاک رنگ ** هر چه اندر جیب دارد لعل و سنگ‏
  • Rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi taşı meydana çıkarması içindir.
  • هر چه دزدیده ست این خاک دژم ** از خزانه‏ی حق و دریای کرم‏
  • Bu abus suratlı toprak, Hak hazinesinden, kerem deryasından ne çalmışsa,
  • شحنه‏ی تقدیر گوید راست گو ** آن چه بردی شرح واده مو به مو 2955
  • Takdir şahnesi, hadi der, doğru söyle aldığın neyse bir kılına kadar anlat!
  • دزد یعنی خاک گوید هیچ هیچ ** شحنه او را در کشد در پیچ پیچ‏
  • Hırsız, yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiçbir şey” derse de şahne, onu durmadan çekiştirip durur, eğip büker.
  • شحنه گاهش لطف گوید چون شکر ** گه بر آویزد کند هر چه بتر
  • Şahne, ona gâh şeker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en kötü işkencelerde bulunur.
  • تا میان قهر و لطف آن خفیه‏ها ** ظاهر آید ز آتش خوف و رجا
  • Bu suretle kahırla, lütufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o gizli şeylerin açığa vurulmasına gayret eder.
  • آن بهاران لطف شحنه‏ی کبریاست ** و آن خزان تخویف و تهدید خداست‏
  • O baharlar, Kibriya, şahnesinin lütfudur. Hazan da Allah’ın korkutması, tehdit etmesidir.
  • و آن زمستان چار میخ معنوی ** تا تو ای دزد خفی ظاهر شوی‏ 2960
  • Kış da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye manevi bir çarmıhtır.
  • پس مجاهد را زمانی بسط دل ** یک زمانی قبض و درد و غش و غل‏
  • Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde, gıllıgüşa düşer.
  • ز انکه این آب و گلی کابدان ماست ** منکر و دزد و ضیای جان ماست‏
  • Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir. Canların ziyasının hırsızıdır.
  • حق تعالی گرم و سرد و رنج و درد ** بر تن ما می‏نهد ای شیر مرد
  • Ulu Allah, ey yiğit; sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir.
  • خوف و جوع و نقص اموال و بدن ** جمله بهر نقد جان ظاهر شدن‏
  • Bütün bunlar, korku, açlık, malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
  • این وعید و وعده‏ها انگیخته ست ** بهر این نیک و بدی کامیخته ست‏ 2965
  • Vaatlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir.
  • چون که حق و باطلی آمیختند ** نقد و قلب اندر حرمدان ریختند
  • Hakla, bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı,
  • پس محک می‏بایدش بگزیده‏ای ** در حقایق امتحانها دیده‏ای‏
  • Ayırt etmek için hakikatleri sınamış, görmüş bir mehenk gerektir ki,
  • تا شود فاروق این تزویرها ** تا بود دستور این تدبیرها
  • Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun.
  • شیر ده ای مادر موسی و را ** و اندر آب افکن میندیش از بلا
  • Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belâya düşeceğini düşünme, suya at!
  • هر که در روز أ لست آن شیر خورد ** همچو موسی شیر را تمییز کرد 2970
  • Kim, Elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü fark eder.
  • گر تو بر تمییز طفلت مولعی ** این زمان یا ام موسی ارضعی‏
  • Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de,
  • تا ببیند طعم شیر مادرش ** تا فرو ناید بدایه‏ی بد سرش‏
  • Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.
  • شرح فایده‏ی حکایت آن شخص شتر جوینده‏
  • Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
  • اشتری گم کرده‏ای ای معتمد ** هر کسی ز اشتر نشانت می‏دهد
  • Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
  • تو نمی‏دانی که آن اشتر کجاست ** لیک دانی کاین نشانیها خطاست‏
  • Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
  • و انکه اشتر گم نکرد او از مری ** همچو آن گم کرده جوید اشتری‏ 2975
  • Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar.