English    Türkçe    فارسی   

2
371-420

  • سر ز شکر دین از آن بر تافتی ** کز پدر میراث مفت‏اش یافتی‏
  • Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
  • مرد میراثی چه داند قدر مال ** رستمی جان کند و مجان یافت زال‏
  • Miras yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
  • چون بگریانم بجوشد رحمتم ** آن خروشنده بنوشد نعمتم‏
  • Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.
  • گر نخواهم داد خود ننمایمش ** چونش کردم بسته دل بگشایمش‏
  • Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.
  • رحمتم موقوف آن خوش گریه‏هاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست‏ 375
  • Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar.
  • حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
  • Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
  • بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
  • Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
  • ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان‏
  • Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
  • هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته‏
  • Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
  • وام او را حق ز هر جا می‏گزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
  • Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
  • گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته می‏کنند ایدر دعا 380
  • Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.
  • کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف‏
  • Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
  • خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
  • Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
  • حلق پیش آورد اسماعیل‏وار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
  • İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
  • پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش‏
  • Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
  • چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا 385
  • Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir.
  • شیخ وامی سالها این کار کرد ** می‏ستد می‏داد همچون پای مرد
  • Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
  • تخمها می‏کاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل‏
  • Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
  • چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
  • Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
  • وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع‏
  • Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
  • وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش‏ 390
  • Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı.
  • شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
  • Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
  • کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
  • Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
  • شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
  • Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
  • تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
  • Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
  • در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر 395
  • Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.
  • گفت او را جمله‏ی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
  • Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
  • گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
  • Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
  • او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ‏
  • Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
  • کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال‏
  • Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
  • چون طبق خالی شد آن کودک ستد ** گفت دینارم بده ای با خرد 400
  • Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi.
  • شیخ گفتا از کجا آرم درم ** وام دارم می‏روم سوی عدم‏
  • Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
  • کودک از غم زد طبق را بر زمین ** ناله و گریه بر آورد و حنین‏
  • Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
  • می‏گریست از غبن کودک های های ** کای مرا بشکسته بودی هر دو پای‏
  • Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
  • کاشکی من گرد گلخن گشتمی ** بر در این خانقه نگذشتمی‏
  • Keşke külhana gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
  • صوفیان طبل خوار لقمه جو ** سگ دلان و همچو گربه روی شو 405
  • Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar, temiz görünürler.
  • از غریو کودک آن جا خیر و شر ** گرد آمد گشت بر کودک حشر
  • Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
  • پیش شیخ آمد که ای شیخ درشت ** تو یقین دان که مرا استاد کشت‏
  • Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
  • گر روم من پیش او دست تهی ** او مرا بکشد اجازت می‏دهی‏
  • Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
  • و آن غریمان هم به انکار و جحود ** رو به شیخ آورده کاین باری چه بود
  • Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
  • مال ما خوردی مظالم می‏بری ** از چه بود این ظلم دیگر بر سری‏ 410
  • Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.
  • تا نماز دیگر آن کودک گریست ** شیخ دیده بست و در وی ننگریست‏
  • Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı.Şeyh’e gelince,gözlerini yummuş,ona hiç bakmıyordu.
  • شیخ فارغ از جفا و از خلاف ** در کشیده روی چون مه در لحاف‏
  • Bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti.
  • با ازل خوش با اجل خوش شاد کام ** فارغ از تشنیع و گفت خاص و عام‏
  • Ezelle hoş, ecelle sevinçli, havas ve acamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş!
  • آن که جان در روی او خندد چو قند ** از ترش رویی خلقش چه گزند
  • Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın ekşi suratlı oluşundan ne zarar.
  • آن که جان بوسه دهد بر چشم او ** کی خورد غم از فلک وز خشم او 415
  • Can birisini öperse, felekten, feleğin hışmından gam yer mi?
  • در شب مهتاب مه را بر سماک ** از سگان و عوعو ایشان چه باک‏
  • Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
  • سگ وظیفه‏ی خود به جا می‏آورد ** مه وظیفه‏ی خود به رخ می‏گسترد
  • Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur.
  • کارک خود می‏گزارد هر کسی ** آب نگذارد صفا بهر خسی‏
  • Herkes kendi işceğizini görür. Su, bir çöp için durulduğunu terk etmez.
  • خس خسانه می‏رود بر روی آب ** آب صافی می‏رود بی‏اضطراب‏
  • Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, sâf su da bulanmadan akıp gider.
  • مصطفی مه می‏شکافد نیم شب ** ژاژ می‏خاید ز کینه بو لهب‏ 420
  • Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebulehep, kininden saçma sapan söylenir!