English    Türkçe    فارسی   

2
913-962

  • جان ابراهیم از آن انوار زفت ** بی‏حذر در شعله‏های نار رفت‏
  • İbrahim’in canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ateş şulelerine koştu, ateşe atıldı.
  • چون که اسماعیل در جویش فتاد ** پیش دشنه‏ی آب دارش سر نهاد
  • İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş koydu, boyun verdi.
  • جان داود از شعاعش گرم شد ** آهن اندر دست بافش نرم شد 915
  • Davut’un canı onun şulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde demir yumuşadı, eridi.
  • چون سلیمان بد وصالش را رضیع ** دیو گشتش بنده فرمان و مطیع‏
  • Süleyman, onun vuslatından süt emdi de cinler periler onun için fermanına tabi oldular.
  • در قضا یعقوب چون بنهاد سر ** چشم روشن کرد از بوی پسر
  • Yakup, onun kaza ve kaderine teslim oldu da ondan oğlunun kokusuyla gözü açıldı, aydınlandı.
  • یوسف مه رو چو دید آن آفتاب ** شد چنان بیدار در تعبیر خواب‏
  • Ay yüzlü Yusuf, o güneşi gördü de rüya tabirinde o kadar uyanık hale geldi.
  • چون عصا از دست موسی آب خورد ** ملکت فرعون را یک لقمه کرد
  • Asâ, Musa’nın ellinden su içti de o yüzden Firavun’un saltanatını bir lokma etti.
  • نردبانش عیسی مریم چو یافت ** بر فراز گنبد چارم شتافت‏ 920
  • Meryem oğlu Îsa, merdivenini buldu da dördüncü kat göğün üstüne çıktı.
  • چون محمد یافت آن ملک و نعیم ** قرص مه را کرد او در دم دو نیم‏
  • Muhammed, o mülkü, o nimeti buldu da hemencecik ayı ikiye böldü.
  • چون ابو بکر آیت توفیق شد ** با چنان شه صاحب و صدیق شد
  • Ebubekir, tevfika mazhar oldu da öyle bir padişahın müsahibi oldu, öyle bir padişahı candan tasdik etti.
  • چون عمر شیدای آن معشوق شد ** حق و باطل را چو دل فاروق شد
  • Ömer, o mâşuka âşık oldu da gönül gibi, hakkı bâtılı ayırt etti.
  • چون که عثمان آن عیان را عین گشت ** نور فایض بود و ذی النورین گشت‏
  • Osman, o apaçık görüşün ta kendisi oldu da feyizli bir nura nail olup Zinnûreyn oldu.
  • چون ز رویش مرتضی شد در فشان ** گشت او شیر خدا درمرج جان‏ 925
  • Mürteza, onun yüzünden inciler saçtı da can vadisinde Allah aslanı kesildi.
  • چون جنید از جند او دید آن مدد ** خود مقاماتش فزون شد از عدد
  • Cüneyt, onun askerinden yardıma nail olunca eriştiği mertebeler sayıdan üstün oldu.
  • بایزید اندر مزیدش راه دید ** نام قطب العارفین از حق شنید
  • Bayezid, onun ihsanına yol bulunca Allahtan “ Kutbül Ârifin” adını duydu.
  • چون که کرخی کرخ او را شد حرص ** شد خلیفه‏ی عشق و ربانی نفس‏
  • Kerhî, onun harimine bekçi olunca aşk halifesi oldu, nefesleri Allah nefesi haline geldi.
  • پور ادهم مرکب آن سو راند شاد ** گشت او سلطان سلطانان داد
  • Edhemoğlu, atını sevinçle o tarafa koşturunca âdil sultanların sultanı oldu.
  • و آن شقیق از شق آن راه شگرف ** گشت او خورشید رای و تیز طرف‏ 930
  • Şakik, o ulu yolun meşakkati yüzünden güneş gibi aydınlatıcı bir reye, her şeyi gören bir göze erişti.
  • صد هزاران پادشاهان نهان ** سر فرازانند ز آن سوی جهان‏
  • Daha nice yüz bin gizli Padişahlar var ki o nur âleminde yüceliğe sahiptirler, makamları vardır.
  • نامشان از رشک حق پنهان بماند ** هر گدایی نامشان را بر نخواند
  • Allah, her yoksul, onların adlarını anmasın diye gayretinden adlarını gizledi.
  • حق آن نور و حق نورانیان ** کاندر آن بحرند همچون ماهیان‏
  • O nura ve denizde balıklar gibi yaşayan nuranilere ant olsun…
  • بحر جان و جان بحر ار گویمش ** نیست لایق نام نو می‏جویمش‏
  • O nura ve o denizi, denizin canı desem de lâyık değil. O âleme yeni bir ad aramaktayım.
  • حق آن آنی که این و آن از اوست ** مغزها نسبت بدو باشد چو پوست‏ 935
  • O Allah’a ant olsun ki bu da ondandır, o da ondan. İçler, hakikatler, ona nispetle kabuktur, zahirdir.
  • که صفات خواجه‏تاش و یار من ** هست صد چندان که این گفتار من‏
  • Ant olsun o Allah’a ki kapı yoldaşım ve dostum, bu benim sözlerimden yüz kat daha üstündür.
  • آن چه می‏دانم ز وصف آن ندیم ** باورت ناید چه گویم ای کریم‏
  • Arkadaşımın evsafından bildiklerimi söyledim, fakat ey kerem sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim?”
  • شاه گفت اکنون از آن خود بگو ** چند گویی آن این و آن او
  • Padişah dedi ki: “Şimdi artık kendi halinden bahset. Ne vakte dek şunun, bunun halini anlatacaksın?
  • تو چه داری و چه حاصل کرده‏ای ** از تگ دریا چه در آورده‏ای‏
  • Söyle bakalım, senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinden ne inciler getirdin?
  • روز مرگ این حس تو باطل شود ** نور جان داری که یار دل شود 940
  • Ölüm günü, bu duygun kalmaz. Can nurun var mı ki gönlüne yâr olsun?
  • در لحد کاین چشم را خاک آگند ** هستت آن چه گور را روشن کند
  • Mezarda bu göze toprak dolar. Mezarı aydınlatacak nurun var mı?
  • آن زمان که دست و پایت بر درد ** پر و بالت هست تا جان بر پرد
  • Bu elin, ayağın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı?
  • آن زمان کاین جان حیوانی نماند ** جان باقی بایدت بر جا نشاند
  • Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip misin?
  • شرط من جا بالحسن نه کردن است ** این حسن را سوی حضرت بردن است‏
  • Şart, iyilik etmek değil, iyilikle gelmek, bu iyiliği Allah’a götürmektir.
  • جوهری داری ز انسان یا خری ** این عرضها که فنا شد چون بری‏ 945
  • İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu ârazlar yok olunca nasıl götüreceksin ki?
  • این عرضهای نماز و روزه را ** چون که لا یبقی زمانین انتفی‏
  • Bu namaz ve oruç arazlarını Allah’a nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok olup gider, bir anlıktır.
  • نقل نتوان کرد مر اعراض را ** لیک از جوهر برند امراض را
  • Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları giderirler.
  • تا مبدل گشت جوهر زین عرض ** چون ز پرهیزی که زایل شد مرض‏
  • Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, değişir. Perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi.
  • گشت پرهیز عرض جوهر به جهد ** شد دهان تلخ از پرهیز شهد
  • Perhiz arazı, çalışmalarıyla cevher olur; acı ağız perhizle tatlılaşır.
  • از زراعت خاکها شد سنبله ** داروی مو کرد مو را سلسله‏ 950
  • Ziraatla topraklar ekinle, başakla dolar. Saç ilacı, örgü, örgü saç bitirir.
  • آن نکاح زن عرض بد شد فنا ** جوهر فرزند حاصل شد ز ما
  • Kadını nikâhlamak arazdı, mahvolup gitti. Fakat o arazdan bize evlât cevheri meydana geldi.
  • جفت کردن اسب و اشتر را عرض ** جوهر کره بزاییدن غرض‏
  • Atı, deveyi çiftleştirmek arazdır. Bundan maksat da yavru cevherini elde etmek.
  • هست آن بستان نشاندن هم عرض ** گشت جوهر کشت بستان نک غرض‏
  • Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir. Zaten maksat da budur.
  • هم عرض دان کیمیا بردن بکار ** جوهری ز آن کیمیا گر شد بیار
  • Kimya ile uğraşmayı da araz bil, eğer o kimyadan bir cevher elde ettiysen onu getir.
  • صیقلی کردن عرض باشد شها ** زین عرض جوهر همی‏زاید صفا 955
  • Aynayı cilâlamak da arazdır. Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna cevheri meydana gelir.
  • پس مگو که من عملها کرده‏ام ** دخل آن اعراض را بنما مرم‏
  • Şu halde “ Ben ibadette bulundum” deme, o arazlardan elde edileni göster, ürkme.
  • این صفت کردن عرض باشد خمش ** سایه‏ی بز را پی قربان مکش‏
  • Senin o köleyi övmen de arazdır. Sus, koçun gölgesini kurban etmeye kalkışma!”
  • گفت شاها بی‏قنوط عقل نیست ** گر تو فرمایی عرض را نقل نیست‏
  • Köle dedi ki : “Padişahım, araz tebeddül etmez dersen bu söz, akla ancak ümitsizlik verir.
  • پادشاها جز که یاس بنده نیست ** گر عرض کان رفت باز آینده نیست‏
  • Padişahım, araz gider de bir daha geri gelmezse bu, kulu ancak meyus eder.
  • گر نبودی مر عرض را نقل و حشر ** فعل بودی باطل و اقوال فشر 960
  • Eğer arazlar başka bir şekle tebeddül etmeseydi, başka bir şekle bürünüp var olmasaydı iş bâtıl olur, sözler manasız bir hale gelirdi;
  • این عرضها نقل شد لونی دگر ** حشر هر فانی بود کونی دگر
  • Bu arazlar başka bir varlık suretine bürünüp haşrolur.
  • نقل هر چیزی بود هم لایقش ** لایق گله بود هم سایقش‏
  • Her şey, neye lâyıksa o şekle tebeddül eder. Sürünün çobanı, sürüye lâyık kişidir.