English    Türkçe    فارسی   

2
969-1018

  • جمله اجزای جهان را بی‏غرض ** درنگر حاصل نشد جز از عرض‏
  • Dünyanın bütün cüzilerine, fakat garazsızca bak; arazdan başka bir şeyden meydana gelmemiştir.
  • اول فکر آخر آمد در عمل ** بنیت عالم چنان دان در ازل‏ 970
  • Önceki fikir, sonun da fiile gelir. Dünyanın kuruluşunu ezelden beri böyle bil.
  • میوه‏ها در فکر دل اول بود ** در عمل ظاهر به آخر می‏شود
  • Meyveler, gönülde evvelce vücuda gelir de sonunda fiile çıkar.
  • چون عمل کردی شجر بنشاندی ** اندر آخر حرف اول خواندی‏
  • İşe girişip de ağaç diktin mi ilk harfi, sonunda okudun demektir.
  • گر چه شاخ و برگ و بیخش اول است ** آن همه از بهر میوه مرسل است‏
  • Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onların hepsi de meyve için vücut bulur.
  • پس سری که مغز آن افلاک بود ** اندر آخر خواجه‏ی لولاک بود
  • Feleklerin dimağı olan o baş da bunun için en sonunda “ Levlâk” sırrına mazhar oldu.
  • نقل اعراض است این بحث و مقال ** نقل اعراض است این شیر و شگال‏ 975
  • Bu sözler arazların nakline ait bahislerdir. Bu aslan ve tuzak, hep bunun içindir.
  • جمله عالم خود عرض بودند تا ** اندر این معنی بیامد هل أتی‏
  • Bütün âlem, esasen arazdı. “ Hel Etâ” suresi, bu manayı izah için geldi.
  • این عرضها از چه زاید از صور ** وین صور هم از چه زاید از فکر
  • Bu arazlar neden doğar? Suretlerden. Ya bu suretler neden vücuda gelir? Düşüncelerden.
  • این جهان یک فکرت است از عقل کل ** عقل چون شاه است و صورتها رسل‏
  • Bu cihan, Akl-ı Küll’ün bir düşüncesinden ibarettir. Akıl, padişaha benzer, suretler de peygamberlere.
  • عالم اول جهان امتحان ** عالم ثانی جزای این و آن‏
  • İlk âlem, imtihan âlemidir. İkinci âlem şunun bunun yaptıklarının mükâfat ve mücazatını görme âlemidir.
  • چاکرت شاها جنایت می‏کند ** آن عرض زنجیر و زندان می‏شود 980
  • Padişahım, kulun hain olsa o araz, yani hainliği, zincir ve zindan olmakta.
  • بنده‏ات چون خدمت شایسته کرد ** آن عرض نه خلعتی شد در نبرد
  • Yerinde ve değerinde bir hizmette bulunsa, savaşta bir yararlık gösterse o araz da bir hil’at şeklinde temessül etmekte.
  • این عرض با جوهر آن بیضه است و طیر ** این از آن و آن از این زاید به سیر
  • Bu arazla cevher, kuşla yumurtadır; bu ondan olmakta, o bundan doğmakta.”
  • گفت شاهنشه چنین گیر المراد ** این عرضهای تو یک جوهر نزاد
  • Padişah, köleye “ Tut ki dediklerin doğru, hepsini kabul ettim. Fakat arazlardan bir cevher doğmadı ki” dedi.
  • گفت مخفی داشته ست آن را خرد ** تا بود غیب این جهان نیک و بد
  • Köle “ Bu iyi ve kötü dünyası, gayp âlemi haline gelsin, iyilik ve fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları gizlemiştir.
  • ز انکه گر پیدا شدی اشکال فکر ** کافر و مومن نگفتی جز که ذکر 985
  • Çünkü fikrin şekil ve suretleri meydana çıksaydı kâfir ve mümin, yalnız Allah’ı zikreder, başka bir söz söyleyemezdi.
  • پس عیان بودی نه غیب ای شاه این ** نقش دین و کفر بودی بر جبین‏
  • Eğer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da meydana bulunsaydı küfür ve iman, apaçık meydana çıkar, alında yazılırdı.
  • کی درین عالم بت و بتگر بدی ** چون کسی را زهره‏ی تسخر بدی‏
  • O takdirde nasıl olurdu da bu âlemde put kalır, puta tapan bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali kalırdı.
  • پس قیامت بودی این دنیای ما ** در قیامت کی کند جرم و خطا
  • O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç işleyebilir” dedi.
  • گفت شه پوشید حق پاداش بد ** لیک از عامه نه از خاصان خود
  • Padişah “ Allah bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından değil.
  • گر به دامی افکنم من یک امیر ** از امیران خفیه دارم نه از وزیر 990
  • Ben bir emiri tuzağa düşürmek dilersem emirlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem.
  • حق به من بنمود پس پاداش کار ** وز صورهای عملها صد هزار
  • Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
  • تو نشانی ده که من دانم تمام ** ماه را بر من نمی‏پوشد غمام‏
  • Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli değildir” dedi.
  • گفت پس از گفت من مقصود چیست ** چون تو می‏دانی که آن چه بود چیست‏
  • Köle, mademki olanı, biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne, deyince;
  • گفت شه حکمت در اظهار جهان ** آن که دانسته برون آید عیان‏
  • Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allah’ın ilmindekileri izhar etmektir.
  • آن چه می‏دانست تا پیدا نکرد ** بر جهان ننهاد رنج طلق و درد 995
  • Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez.
  • یک زمان بی‏کار نتوانی نشست ** تا بدی یا نیکیی از تو نجست‏
  • Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın.
  • این تقاضاهای کار از بهر آن ** شد موکل تا شود سرت عیان‏
  • Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
  • پس کلابه‏ی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشته‏ی ضمیرش می‏کشد
  • Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
  • تاسه‏ی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بی‏کاری بود چون جان کنش‏
  • Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
  • این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد 1000
  • Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir.
  • چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب‏
  • Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
  • این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیده‏ای باید منور نیک نیک‏
  • Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
  • شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
  • Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
  • گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست‏
  • Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
  • چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام‏ 1005
  • Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı.
  • گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
  • “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
  • ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همی‏گوید برای تو فلان‏
  • Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
  • شاد گشتی هر که رویت دیده‏یی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی‏
  • O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
  • گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه‏
  • Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
  • گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد 1010
  • Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi.
  • خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
  • Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
  • کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت‏
  • Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
  • کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
  • Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
  • چون دمادم کرد هجوش چون جرس ** دست بر لب زد شهنشاهش که بس‏
  • Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ Kâfi” dedi.
  • گفت دانستم ترا از وی بدان ** از تو جان گنده ست و از یارت دهان‏ 1015
  • “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı.
  • پس نشین ای گنده جان از دور تو ** تا امیر او باشد و مأمور تو
  • Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!”
  • در حدیث آمد که تسبیح از ریا ** همچو سبزه‏ی گولخن دان ای کیا
  • Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler.
  • پس بدان که صورت خوب و نکو ** با خصال بد نیرزد یک تسو
  • “Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi!