English    Türkçe    فارسی   

3
2424-2473

  • همچنین تشنیع می‌زد برملا ** کالصلا هنگام ظلمست الصلا
  • Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, “Ey ahali, gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
  • حکم کردن داود بر صاحب گاو کی جمله مال خود را به وی ده
  • Davud’un öküz sahibine “Bütün malını, mülkünü ona ver” demesi
  • بعد از آن داود گفتش کای عنود ** جمله مال خویش او را بخش زود 2425
  • Davud, ondan sonra dedi ki. “A inatçı, bütün malını mülkünü hemencecik ona bağışla.
  • ورنه کارت سخت گردد گفتمت ** تا نگردد ظاهر از وی استمت
  • Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.”
  • خاک بر سر کرد و جامه بر درید ** که بهر دم می‌کنی ظلمی مزید
  • Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak “Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi.
  • یک‌دمی دیگر برین تشنیع راند ** باز داودش به پیش خویش خواند
  • Yine bir müddet Davud’u kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu huzuruna çağırıp,
  • گفت چون بختت نبود ای بخت‌کور ** ظلمت آمد اندک اندک در ظهور
  • Dedi ki: “Ey bahtı körleşmiş herif, mademki talihin yok, gayri yavaş, yavaş karanlıklar basmaya başladı.
  • ریده‌ای آنگاه صدر و پیشگاه ** ای دریغ از چون تو خر خاشاک و کاه 2430
  • Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık… Öyle olduğu halde sen yine başköşeyi gözetip duruyorsun ha!
  • رو که فرزندان تو با جفت تو ** بندگان او شدند افزون مگو
  • Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık fazla söylenme!”
  • سنگ بر سینه همی‌زد با دو دست ** می‌دوید از جهل خود بالا و پست
  • Davacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi.
  • خلق هم اندر ملامت آمدند ** کز ضمیر کار او غافل بدند
  • Halk da Davud’u kınamaya başladı. Davacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki,
  • ظالم از مظلوم کی داند کسی ** کو بود سخره‌ی هوا همچون خسی
  • Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara olmuşsa zalimi mazlumdan nasıl fark edebilir?
  • ظالم از مظلوم آنکس پی برد ** کو سر نفس ظلوم خود برد 2435
  • Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulümkâr nefsinin boynunu vurmuş kişidir.
  • ورنه آن ظالم که نفس است از درون ** خصم هر مظلوم باشد از جنون
  • Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi, deliliğinden mazlumlara düşman kesilir.
  • سگ هماره حمله بر مسکین کند ** تا تواند زخم بر مسکین زند
  • Köpek, daima yoksula, âcize saldırır, fırsat bulursa ısırır da.
  • شرم شیران راست نه سگ را بدان ** که نگیرد صید از همسایگان
  • Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil,
  • عامه‌ی مظلوم‌کش ظالم‌پرست ** از کمین سگشان سوی داود جست
  • Zalime tapan, mazlumu öldüren kişilerin hepsi de pusudan çıkarak köpekçesine saldırdılar.
  • روی در داود کردند آن فریق ** کای نبی مجتبی بر ما شفیق 2440
  • Davud’a yüz tutup “Ey seçilmiş Peygamber, ey bize şefkatli zat,
  • این نشاید از تو کین ظلمیست فاش ** قهر کردی بی‌گناهی را بلاش
  • Bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir kabahati yokken kahrettin” dediler.
  • عزم کردن داود علیه السلام به خواندن خلق بدان صحرا کی راز آشکارا کند و حجتها را همه قطع کند
  • Davud Aleyhisselâm’ın, bu gizli şeyi meydana çıkarıp apaşikâr göstermek ve getirilen delilleri çürütmek üzere halkı ovaya çağırması
  • گفت ای یاران زمان آن رسید ** کان سر مکتوم او گردد پدید
  • Davut dedi ki: “Dostlar, gayri o gizli şeyin meydana çıkması zamanı geldi.
  • جمله برخیزید تا بیرون رویم ** تا بر آن سر نهان واقف شویم
  • Hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı öğrenelim.
  • در فلان صحرا درختی هست زفت ** شاخهااش انبه و بسیار و چفت
  • Filân ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur, birbirleriyle birleşmişlerdir.
  • سخت راسخ خیمه‌گاه و میخ او ** بوی خون می‌آیدم از بیخ او 2445
  • Kol budak salıvermiş, geniş bir yeri kaplamıştır, kökü de yere yayılmıştır. İşte o ağacın kökünden bana kan kokusu geliyor.
  • خون شدست اندر بن آن خوش درخت ** خواجه راکشتست این منحوس‌بخت
  • O güzel ağacın kökünde kan var. Bu kötü talihli herif, onun altında efendisini öldürmüştür.
  • تا کنون حلم خدا پوشید آن ** آخر از ناشکری آن قلتبان
  • Allah’ın hilmi, bunu şimdiye kadar örttü. Fakat bu kaltaban, buna hiç şükretmedi.
  • که عیال خواجه را روزی ندید ** نه بنوروز و نه موسمهای عید
  • Efendisinin çoluğuna, çocuğuna ne nevruzlarda bir şey verdi, ne bayramlarda,
  • بی‌نوایان را به یک لقمه نجست ** یاد ناورد او ز حقهای نخست
  • O yoksulların, o muhtaç biçarelerin hallerini, hatırlarını bir lokmayla olsun arayıp sormadı, eski hakları aklına bile getirmedi.
  • تا کنون از بهر یک گاو این لعین ** می‌زند فرزند او را در زمین 2450
  • Bu melun herif şimdi de bir öküz için onun oğlunu yere vuruyor.
  • او بخود برداشت پرده از گناه ** ورنه می‌پوشید جرمش را اله
  • Günahının perdesini kendi kaldırıyor, yoksa Allah, suçunu örtüyordu.
  • کافر و فاسق درین دور گزند ** پرده خود را بخود بر می‌درند
  • Bu kötü zamanede kâfir olsun, fasik olsun… Herkes, kendi perdesini kendi yırtar.
  • ظلم مستورست در اسرار جان ** می‌نهد ظالم بپیش مردمان
  • Zulüm, can sırları arasında gizli kalır, fakat onu halkın önüne koyan zalimdir.
  • که ببینیدم که دارم شاخها ** گاو دوزخ را ببینید از ملا
  • Hele bakın, benim boynuzlarım var, şu âlemde cehennem öküzünü bir görün diye kendisini kendisi gösterir!”
  • گواهی دادن دست و پا و زبان بر سر ظالم هم در دنیا
  • Zalimin eliyle ayağının dünyada da zalimin sırrına şahadet etmesi
  • پس همینجا دست و پایت در گزند ** بر ضمیر تو گواهی می‌دهند 2455
  • Elin, ayağın, içinde sakladığın şeye bu âlemde de şahadet eder.
  • چون موکل می‌شود برتو ضمیر ** که بگو تو اعتقادت وا مگیر
  • İtikat ettiğin şeyleri söyle, gizleme diye gönlündeki şey, başına dikilir.
  • خاصه در هنگام خشم و گفت و گو ** می‌کند ظاهر سرت را مو بمو
  • Hele kızdığın, söylenmeye başladığın zaman yok mu… Gizlendiğin şeyleri kıldan kıla meydana çıkarır.
  • چون موکل می‌شود ظلم و جفا ** که هویدا کن مرا ای دست و پا
  • Zulümde cefa, bu âlemde senin başına dikiliyor, bu iş için tayin edilmiş bir memur kesiliyor da hadi, ey el, ey ayak, yaptıklarını söyle, beni meydana çıkar diyor ya…
  • چون همی‌گیرد گواه سر لگام ** خاصه وقت جوش و خشم و انتقام
  • İçinde gizlediğin şey, sırrının gemini ele alıyor, hele kızıp coştuğun zaman onu istediği gibi sürüp götürüyor ya…
  • پس همان کس کین موکل می‌کند ** تا لوای راز بر صحرا زند 2460
  • Demek ki gizlediği şeyi ta ovalara çıkarsın da bayrak gibi diksin, el âleme göstersin diye Allah, zulmeden kötülükte bulunan kişinin başına bu memuru dikiyor.
  • پس موکلهای دیگر روز حشر ** هم تواند آفرید از بهر نشر
  • Bunu yapan Allah, mahşer gününde de sırrını meydana çıkarmak için başka memurlar yaratmaya kadirdir.
  • ای بده دست آمده در ظلم و کین ** گوهرت پیداست حاجت نیست این
  • Zaten ey zulümde, kinde elden ele geçmiş, herkesçe ne olduğu bilinmiş, anlaşılmış adam, senin için, dışın meydanda… Elinin, ayağının şahadetine ne ihtiyaç var?
  • نیست حاجت شهره گشتن در گزند ** بر ضمیر آتشینت واقف‌اند
  • Kötülüğünü, ziyankârlığını etrafa yaymaya hacet yok. Senin ateşten ibaret olan içini herkes biliyor.
  • نفس تو هر دم بر آرد صد شرار ** که ببینیدم منم ز اصحاب نار
  • Nefsinden, her an, beni görün, ben cehennemliğim diye yüzlerce kıvılcım sıçramada.
  • جزو نارم سوی کل خود روم ** من نه نورم که سوی حضرت شوم 2465
  • Ben ateşin cüz’üyüm, işte aslıma gidiyorum. Nur değilim ki Allah’a gideyim demekte.
  • همچنان کین ظالم حق ناشناس ** بهر گاوی کرد چندین التباس
  • Bu hak, hukuk tanımaz zalim gibi. Bir öküzceğiz için bunca hilelere girişti.
  • او ازو صد گاو برد و صد شتر ** نفس اینست ای پدر از وی ببر
  • Hâlbuki o, efendisinden yüzlerce öküz, yüzlerce deve almıştı. Babacığım, işte senin nefis dediğin de budur. Tek hemen ondan kesile gör!
  • نیز روزی با خدا زاری نکرد ** یا ربی نامد ازو روزی بدرد
  • Bu zalim, bir gün bile Allah’a yüz tutup ağlamadı, inlemedi. Ağzından bir kerecik olsun aşkla, dertle “Yarabbi” sözü çıkmadı.
  • کای خدا خصم مرا خشنود کن ** گر منش کردم زیان تو سود کن
  • “Allah’ım, düşmanımı hoşnut et. Ben bir ziyankârlıkta bulundum ama sen onu kâra tebdil eyle.
  • گر خطا کشتم دیت بر عاقله‌ست ** عاقله‌ی جانم تو بودی از الست 2470
  • Yanlışlıkla bir adam öldürdüysem diyetini vermek, akrabama düşer. Elest gününden beri benim canıma yakın olan sensin” demedi.
  • سنگ می‌ندهد به استغفار در ** این بود انصاف نفس ای جان حر
  • Ey hür can, sen ona tövbe etmesi, yargılanma dilemesi için inci verirsin de o sana taş bile vermez… İşte nefsin insafı!
  • برون رفتن به سوی آن درخت
  • Halkın o ağacın dibine gitmesi
  • چون برون رفتند سوی آن درخت ** گفت دستش را سپس بندید سخت
  • Halk, şehirden çıkıp o ağca doğru gidince Davut, “Önce ellerini bağlayın şu zalimin de
  • تا گناه و جرم او پیدا کنم ** تا لوای عدل بر صحرا زنم
  • Sonra suçunu meydana koyalım, adalet bayrağını ovaya dikelim” dedi.