English    Türkçe    فارسی   

3
2484-2533

  • ولوله در خلق افتاد آن زمان ** هر یکی زنار ببرید از میان
  • Halka bir velveledir düştü. Hepsi de zünnarlarını kestiler.
  • بعد از آن گفتش بیا ای دادخواه ** داد خود بستان بدان روی سیاه 2485
  • Ondan sonra öküzü kesene “Gel buraya hak sahibi, bu yüzü karadan hakkını al” dedi.
  • قصاص فرمودن داود علیه السلام خونی را بعد از الزام حجت برو
  • Davud Aleyhisselâm’ın bu delili gösterdikten sonra katilin kısas edilmesini emretmesi
  • هم بدان تیغش بفرمود او قصاص ** کی کند مکرش ز علم حق خلاص
  • Aynı bıçakla o adamın da öldürülerek kısas edilmesini emretti. Ne hile yaparsa yapsın, Allah bilgisinden kurtulabilir mi hiç?
  • حلم حق گرچه مواساها کند ** لیک چون از حد بشد پیدا کند
  • Allah’ın hilmi, müdarada bulunur. Bulunur ama adam, haddi aşınca iş değişir, meydana çıkar.
  • خون نخسپد درفتد در هر دلی ** میل جست و جوی و کشف مشکلی
  • Kan uyumaz. Gönüllere onu araştırmak, müşkülü halletmek merakı düşer.
  • اقتضای داوری رب دین ** سر بر آرد از ضمیر آن و این
  • Kıyamet gününün sahibi olan Allah’ın adaleti, şunun, bunun gönlünden zuhur eder durur.
  • کان فلان چون شد چه شد حالش چه گشت ** همچنانک جوشد از گلزار کشت 2490
  • “Filân ne oldu, hali nedir, kim öldürdü acaba?” diye topraktan ekin fışkırır gibi şunun, bunun gönlünden meraklar fışkırır.
  • جوشش خون باشد آن وا جستها ** خارش دلها و بحث و ماجرا
  • Gönüllerdeki bu meraklar, bu araştırmalar, bundan bahsetmeler, hep o kanın kaynamasıdır.
  • چونک پیداگشت سر کار او ** معجزه داود شد فاش و دوتو
  • O adamın gizli sırrı meydana çıkınca Davud’un mucizesi halka yayıldı; bu mucize bir dereceyken halk tarafından âdeta iki derece meşhur oldu.
  • خلق جمله سر برهنه آمدند ** سر به سجده بر زمینها می‌زدند
  • Herkes baş açık gelip yerlere secde etmekte,
  • ما همه کوران اصلی بوده‌ایم ** از تو ما صد گون عجایب دیده‌ایم
  • “Biz doğuştan körmüşüz, senden yüzlerce şaşılacak şey gördük.
  • سنگ با تو در سخن آمد شهیر ** کز برای غزو طالوتم بگیر 2495
  • Taş, Talût’la beraber savaşa giderken sana söyledi, beni al dedi.
  • تو به سه سنگ و فلاخن آمدی ** صد هزاران مرد را بر هم زدی
  • Sen elinde bir sapan, üç tane de taş olduğu halde geldin, yüz binlerce adamı birbirine kattın, kırdın, geçirdin.
  • سنگهایت صدهزاران پاره شد ** هر یکی هر خصم را خون‌خواره شد
  • Taşların yüz binlerce parçaya ayrıldı, her parçası bir düşmanın kanını içti.
  • آهن اندر دست تو چون موم شد ** چون زره‌سازی ترا معلوم شد
  • Demir, elinde mum gibi yumuşadı, onunla zırh yaptın, bu da âleme yayıldı, herkes bildi.
  • کوهها با تو رسایل شد شکور ** با تو می‌خوانند چون مقری زبور
  • Dağlar sana şükredici risaleler oldu, seninle berber adam gibi Zebur okudular!
  • صد هزاران چشم دل بگشاده شد ** از دم تو غیب را آماده شد 2500
  • Senin sözünle yüz binlerce kişinin can gözü açıldı, gayb âlemine hazırlandı.
  • و آن قوی‌تر زان همه کین دایمست ** زندگی بخشی که سرمد قایمست
  • Fakat onların hepsinden kuvvetli mucizen bu: Sen, insana hayat bağışlamaktasın, bu bağışlaman daimî,
  • جان جمله‌ی معجزات اینست خود ** کو ببخشد مرده را جان ابد
  • Zaten bütün mucizelerin canı da bu… Ölüye ebedî hayat bağışlamak!” demekteydi.
  • کشته شد ظالم جهانی زنده شد ** هر یکی از نو خدا را بنده شد
  • Zalim öldürüldü, bütün bir dünya dirildi. Halkın hepsi de yeni baştan Allah’a kul oldu.
  • بیان آنک نفس آدمی بجای آن خونیست کی مدعی گاو گشته بود و آن گاو کشنده عقلست و داود حقست یا شیخ کی نایب حق است کی بقوت و یاری او تواند ظالم را کشتن و توانگر شدن به روزی بی‌کسب و بی‌حساب
  • İnsanın nefsi, öküzü öldüren davacıya benzer, öldüren de akıldır. Davud, Tantı yahut Allah vekili olan şeyhtir. Zalim, onun yardımıyla öldürülebilir. Çalışıp kazanamadan hesapsız rızık, onun himmetiyle elde edilebilir… İnsan, onun sayesinde devlete erişir, zenginleşir
  • نفس خود را کش جهانی را زنده کن ** خواجه را کشتست او را بنده کن
  • Nefsini öldür de âlemi dirilt. Nefis, efendisini öldürmüştür; sen, onu kendine kul, köle yap!
  • مدعی گاو نفس تست هین ** خویشتن را خواجه کردست و مهین 2505
  • Kendine gel, öküzü dâva eden senin nefsindir; kendisini efendi yerine koymuştur, ululuk taslamaktadır.
  • آن کشنده‌ی گاو عقل تست رو ** بر کشنده گاو تن منکر مشو
  • Öküzü öldüren de aklındır. Hadi, artık ten öküzünü öldüreni inkâr etme!
  • عقل اسیرست و همی خواهد ز حق ** روزیی بی رنج و نعمت بر طبق
  • Akıl bir esirdir. Daima Hak’tan zahmetsizce bir rızık, tabak tabak nimetler ister.
  • روزی بی رنج او موقوف چیست ** آنک بکشد گاو را کاصل بدیست
  • Onun zahmetsizce rızıklanması neye bağlıdır? Kötülüğün aslı olan öküzün öldürülmesine.
  • نفس گوید چون کشی تو گاو من ** زانک گاو نفس باشد نقش تن
  • Nefis, “Benim öküzümü nasıl olurda öldürürsün?” der. Çünkü nefis öküz, ten suretidir.
  • خواجه‌زاده‌ی عقل مانده بی‌نوا ** نفس خونی خواجه گشت و پیشوا 2510
  • Velinimet zâde olan akıl, ihtiyaçlar içinde kalmış, kanlı katil nefis, efendi olmuş, öne geçmiş!
  • روزی بی‌رنج می‌دانی که چیست ** قوت ارواحست و ارزاق نبیست
  • Zahmetsiz rızık nedir, bilir misin? Ruhların gıdası, peygamberlerin rızıkları.
  • لیک موقوفست بر قربان گاو ** گنج اندر گاو دان ای کنج‌کاو
  • Fakat bunu elde etmek, öküzü öldürmeye bağlıdır. Hazine öküzün içindedir ey hazine arayan, yerleri kazıp duran!
  • دوش چیزی خورده‌ام ور نه تمام ** دادمی در دست فهم تو زمام
  • Dün biraz bir şey yemiştim, onun için lâyıkıyla anlatamıyorum. Yoksa bunu tamamıyla anlatır, yuları anlayışının eline teslim ederdim.
  • دوش چیزی خورده‌ام افسانه است ** هرچه می‌آید ز پنهان خانه است
  • Ama dün bir şey yedim demem de masaldan ibaret… Çünkü ne gelirse o gizli evden geliyor.
  • چشم بر اسباب از چه دوختیم ** گر ز خوش‌چشمان کرشم آموختیم 2515
  • Güzel gözlülerden işve, cilve öğrenmişsek neden gözümüzü sebeplere dikip duruyoruz.
  • هست بر اسباب اسبابی دگر ** در سبب منگر در آن افکن نظر
  • Sebeplerin de başka sebepleri var. Sebebe bakma da asıl ona bak!
  • انبیا در قطع اسباب آمدند ** معجزات خویش بر کیوان زدند
  • Peygamberler, sebepleri gidermek için geldiler. Mucizelerini ta Zuhal yıldızına ulaştırdılar.
  • بی‌سبب مر بحر را بشکافتند ** بی زراعت چاش گندم یافتند
  • Sebep ve vesilesiz denizi böldüler, ekmeksizin buğday yığınını buldular.
  • ریگها هم آرد شد از سعیشان ** پشم بز ابریشم آمد کش‌کشان
  • Çalışmaları yüzünden kum taneleri un olurdu. Keçinin yünlerini çektiler mi ellerinde ibrişim olurdu.
  • جمله قرآن هست در قطع سبب ** عز درویش و هلاک بولهب 2520
  • Bütün Kur’an, sebebi gidermeye aittir. Zahiren yoksul olan Peygamber’in yüceliğini, yine zahiren yüce olan Ebuleheb’in helâkini anlatır durur.
  • مرغ بابیلی دو سه سنگ افکند ** لشکر زفت حبش را بشکند
  • Ebabil kuşları iki üçtaş attılar mı o koca Habeş ordusunu kırıp geçirirler.
  • پیل را سوراخ سوراخ افکند ** سنگ مرغی کو به بالا پر زند
  • Ta yukarılarda uçan kuşun attığı bir taş, fili delik deşik eder.
  • دم گاو کشته بر مقتول زن ** تا شود زنده همان دم در کفن
  • Öldürülmüş adama kesilmiş öküzün kuyruğuyla vur da hemen dirilsin, kefeniyle kalksın.
  • حلق‌ببریده جهد از جای خویش ** خون خود جوید ز خون‌پالای خویش
  • Kesilmiş boğazı, yerinden davransın, kanını dökenlerden kanını istesin denir.
  • همچنین ز آغاز قرآن تا تمام ** رفض اسبابست و علت والسلام 2525
  • Bunlar ve bunlara benzer daha nice şeyler var… Kur’an, baştan sona sebepleri, illetleri nefyeder vesselâm.
  • کشف این نه از عقل کارافزا شود ** بندگی کن تا ترا پیداشود
  • Fakat bunları anlamak, işi uzatıp duran aklın harcı değildir. Kulluk et de bunlar sana keşfolsun!
  • بند معقولات آمد فلسفی ** شهسوار عقل عقل آمد صفی
  • Felsefeye sarılan kişinin aklı, akılla anlaşılabilen şeylere bağlanmış kalmıştır. Fakat temiz ve pak kişi, aklın aklının (Akl-ı Küll’ün) tek binicisi oldu.
  • عقل عقلت مغز و عقل تست پوست ** معده‌ی حیوان همیشه پوست‌جوست
  • Aklının aklı içtir, senin aklınsa kabuk. Hayvan midesi daima kabuk arar.
  • مغزجوی از پوست دارد صد ملال ** مغز نغزان را حلال آمد حلال
  • İç arayan, kabuğu sevmez, ondan usanır, bıkar. İç temiz kişilere helâldir, temiz kişilere.
  • چونک قشر عقل صد برهان دهد ** عقل کل کی گام بی ایقان نهد 2530
  • Kabuktan ibaret olan akıl, bir işi yüzlerce delille ancak anlayabilir. Fakat Akl-ı Kül, doğru olduğunu bilmediği yola adımını atar mı hiç?
  • عقل دفترها کند یکسر سیاه ** عقل عقل آفاق دارد پر ز ماه
  • Akıl, defterleri baştanbaşa karalar durur. Aklın aklıysa bütün âlemi ayla, doldurur, nurlandırır.
  • از سیاهی و سپیدی فارغست ** نور ماهش بر دل و جان بازغست
  • O, karadan da kurtulmuştur, aktan da. Onun ayının nuru, gönle de yayılmıştır, sana da.
  • این سیاه و این سپید ار قدر یافت ** زان شب قدرست کاختروار تافت
  • Cüz’i akıl bu karayla akı, yine kadirden, bir yıldız gibi parlayıp âlemi aydınlatan Kadir gecesinden elde etmiştir.