English    Türkçe    فارسی   

3
2599-2648

  • زمهریر ار پر کند آفاق را ** چه غم آن خورشید با اشراق را
  • Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
  • قصه‌ی اهل سبا و حماقت ایشان و اثر ناکردن نصیحت انبیا در احمقان
  • Sebâlılar’ın ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara tesir etmemesi
  • یادم آمد قصه‌ی اهل سبا ** کز دم احمق صباشان شد وبا 2600
  • Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti.
  • آن سبا ماند به شهر بس کلان ** در فسانه بشنوی از کودکان
  • Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
  • کودکان افسانه‌ها می‌آورند ** درج در افسانه‌شان بس سر و پند
  • Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
  • هزلها گویند در افسانه‌ها ** گنج می‌جو در همه ویرانه‌ها
  • Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul!
  • بود شهری بس عظیم و مه ولی ** قدر او قدر سکره بیش نی
  • Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!
  • بس عظیم و بس فراخ و بس دراز ** سخت زفت زفت اندازه‌ی پیاز 2605
  • Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar!
  • مردم ده شهر مجموع اندرو ** لیک جمله سه تن ناشسته‌رو
  • On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
  • اندرو خلق و خلایق بی‌شمار ** لیک آن جمله سه خام پخته‌خوار
  • Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam!
  • جان ناکرده به جانان تاختن ** گر هزارانست باشد نیم تن
  • Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
  • آن یکی بس دور بین و دیده‌کور ** از سلیمان کور و دیده پای مور
  • Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
  • و آن دگر بس تیزگوش و سخت کر ** گنج و در وی نیست یک جو سنگ زر 2610
  • Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok!
  • وآن دگر عور و برهنه لاشه‌باز ** لیک دامنهای جامه‌ی او دراز
  • Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
  • گفت کور اینک سپاهی می‌رسند ** من همی‌بینم که چه قومند و چند
  • Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
  • گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه می‌گویند پیدا و نهان
  • Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
  • آن برهنه گفت ترسان زین منم ** که ببرند از درازی دامنم
  • Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
  • کور گفت اینک به نزدیک آمدند ** خیز بگریزیم پیش از زخم و بند 2615
  • Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.”
  • کر همی‌گوید که آری مشغله ** می‌شود نزدیکتر یاران هله
  • Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin!
  • آن برهنه گفت آوه دامنم ** از طمع برند و من ناآمنم
  • Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… Gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim!
  • شهر را هشتند و بیرون آمدند ** در هزیمت در دهی اندر شدند
  • Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
  • اندر آن ده مرغ فربه یافتند ** لیک ذره‌ی گوشت بر وی نه نژند
  • O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
  • مرغ مرده‌ی خشک وز زخم کلاغ ** استخوانها زار گشته چون پناغ 2620
  • Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü.
  • زان همی‌خوردند چون از صید شیر ** هر یکی از خوردنش چون پیل سیر
  • Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler… Üçü de tok filler gibi semirip şiştiler.
  • هر سه زان خوردند و بس فربه شدند ** چون سه پیل بس بزرگ و مه شدند
  • Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler!
  • آنچنان کز فربهی هر یک جوان ** در نگنجیدی ز زفتی در جهان
  • Üç genç de öyle semirdi, öyle şişmanladı ki şişmanlıktan âleme sığamaz oldular!
  • با چنین گبزی و هفت اندام زفت ** از شکاف در برون جستند و رفت
  • Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler!
  • راه مرگ خلق ناپیدا رهیست ** در نظر ناید که آن بی‌جا رهیست 2625
  • Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze gelmez… Acayip bir çıkış yeridir.
  • نک پیاپی کاروانها مقتفی ** زین شکاف در که هست آن مختفی
  • İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli çatlağından geçip gitmede!
  • بر در ار جویی نیابی آن شکاف ** سخت ناپیدا و زو چندین زفاف
  • Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler.
  • شرح آن کور دوربین و آن کر تیزشنو و آن برهنه دراز دامن
  • Uzaktakini bile gören köle, keskin kulaklı sağır, uzun elbiseli çıplağın açıklanması
  • کر امل را دان که مرگ ما شنید ** مرگ خود نشنید و نقل خود ندید
  • Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi.
  • حرص نابیناست بیند مو بمو ** عیب خلقان و بگوید کو بکو
  • Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söyler de,
  • عیب خود یک ذره چشم کور او ** می‌نبیند گرچه هست او عیب‌جو 2630
  • Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin ayıbını arar!
  • عور می‌ترسد که دامانش برند ** دامن مرد برهنه چون درند
  • Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler!
  • مرد دنیا مفلس است و ترسناک ** هیچ او را نیست از دزدانش باک
  • Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta. Hâlbuki hırsızlardan hiç de korkmaması lâzım.
  • او برهنه آمد و عریان رود ** وز غم دزدش جگر خون می‌شود
  • Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek… Böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta!
  • وقت مرگش که بود صد نوحه بیش ** خنده آید جانش را زین ترس خویش
  • Fakat hayattayken bunca feryad ü figan etti ağlayıp sızladıydı ya… Ölürken kendisi de bu korkusuna şaşar, güler!
  • آن زمان داند غنی کش نیست زر ** هم ذکی داند که او بد بی‌هنر 2635
  • O zaman zengin hiçbir pulu olmadığını… Zeki, hiçbir hüneri bulunmadığını anlar.
  • چون کنار کودکی پر از سفال ** کو بر آن لرزان بود چون رب مال
  • Hayattaki bu korku, eteğine saksı kırıkları doldurup da kendisini mal sahibi sanan, onları kaybedeceğinden korkan, onların üstüne titreyen çocuğun korkusuna benzer.
  • گر ستانی پاره‌ای گریان شود ** پاره گر بازش دهی خندان شود
  • O saksı kırıklarından bir parçasını bile alsan ağlamaya başlar; geri verirsen de sevinir, gülmeye koyulur.
  • چون نباشد طفل را دانش دثار ** گریه و خنده‌ش ندارد اعتبار
  • Bilgi elbisesini giymedikçe çocuğun ağlamasına da ehemmiyet verilmez, gülmesi de!
  • محتشم چون عاریت را ملک دید ** پس بر آن مال دروغین می‌طپید
  • Ahmak da eğreti malı kendisinin sanır da onun üstüne titrer. Hay aşağılık adam hay!
  • خواب می‌بیند که او را هست مال ** ترسد از دزدی که برباید جوال 2640
  • Uykuda kendisini mal sahibi görür, çuvalını hırsız çalacak diye korkar!
  • چون ز خوابش بر جهاند گوش‌کش ** پس ز ترس خویش تسخر آیدش
  • Fakat kulağı çekildi de uyandı mı kendi korkusuyla kendisi alay eder.
  • همچنان لرزانی این عالمان ** که بودشان عقل و علم این جهان
  • Bu cihanın aklına, bu âlemin bilgisine sahip olan âlimlerin korkusu da buna benzer.
  • از پی این عاقلان ذو فنون ** گفت ایزد در نبی لا یعلمون
  • Hünerlere, fenlere sahip olan bu akıllılara Allah Kur’an’ da “ Onlar bir şey bilmezler” dedi.
  • هر یکی ترسان ز دزدی کسی ** خویشتن را علم پندارد بسی
  • Her biri kendisinde bilgi var zannına kapılır da birisi çalacak diye korkuya düşer.
  • گوید او که روزگارم می‌برند ** خود ندارد روزگار سودمند 2645
  • Zamanımı alıyorlar der. Hâlbuki bir fayda, bir kâr elde eden kişinin zamanı zaten onda yok!
  • گوید از کارم بر آوردند خلق ** غرق بی‌کاریست جانش تابه حلق
  • Halk beni işimden, gücümden alıkoydu der ama canı, ta boğazına kadar işsizliğe, güçsüzlüğe dalmıştır!
  • عور ترسان که منم دامن کشان ** چون رهانم دامن از چنگالشان
  • Çıplak adam elbisemi sürüyüp duruyorum; eteğimi, onların pençesinden nasıl kurtaracağım der!
  • صد هزاران فضل داند از علوم ** جان خود را می‌نداند آن ظلوم
  • Âlim de, bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilirde zalim herif, kendisini bilmez.