English    Türkçe    فارسی   

3
2922-2971

  • انبیا گفتند نومیدی بدست ** فضل و رحمتهای باری بی‌حدست
  • Peygamberler dediler ki: “Ümitsizliğe düşmek kötüdür. Allah’ın ihsan ve rahmetlerine son yoktur.
  • از چنین محسن نشاید ناامید ** دست در فتراک این رحمت زنید
  • Böyle bir ihsan sahibinden ümit kesmek hiç de yaraşmaz. Bu rahmete el atın, yapışın!
  • ای بسا کارا که اول صعب گشت ** بعد از آن بگشاده شد سختی گذشت
  • Nice işler vardır ki ilk önce güç görünür de sonradan kolaylaşır, o güçlük geçer gider.
  • بعد نومیدی بسی اومیدهاست ** از پس ظلمت بسی خورشیدهاست 2925
  • Ümitsizlikten sonra nice ümitler var… Karanlığın ardında nice güneşler var!
  • خود گرفتم که شما سنگین شدیت ** قفلها بر گوش و بر دل بر زدیت
  • Esasen tutalım yürekleriniz taş kesildi, kulağınıza, gönlünüze kilitler vuruldu.
  • هیچ ما را با قبولی کار نیست ** کار ما تسلیم و فرمان کردنیست
  • Sözümüzü kabul edecek yahut etmeyeceksiniz… biz buna aldırış etmeyiz. Aldırış ettiğimiz şey Allah’a teslim olmak, fermanını yerine getirmektedir.
  • او بفرمودستمان این بندگی ** نیست ما را از خود این گویندگی
  • Bize o kulluğu o buyurdu… Bu söz söylememiz, kendiliğimizden değil ki!
  • جان برای امر او داریم ما ** گر به ریگی گوید او کاریم ما
  • Canımız, onun emrini yerine getirmek için… Bunun için yaşıyoruz, bunun için yaratıldık. Kuma tohum ek dese bile biz ekeriz.
  • غیر حق جان نبی را یار نیست ** با قبول و رد خلقش کار نیست 2930
  • Peygamberin canına Allah’tan başka bir dost yoktur. Halk, sözünü kabul edecekmiş, reddedecekmiş… Bununla hiçbir alışverişi bulunmaz ki!
  • مزد تبلیغ رسالاتش ازوست ** زشت و دشمن‌رو شدیم از بهر دوست
  • Allah, emirlerini halka bildirir, bunu için alacağı ücreti de Allah verir. Biz, sevgilinin uğrunda halka çirkin göründük; yüzümüz, düşman yüzüne benzedi gitti!
  • ما برین درگه ملولان نیستیم ** تا ز بعد راه هر جا بیستیم
  • Fakat bu kapıdan usanmadık da, usanmayız da. Yol uzun olduğundan her yerde oturup dinleniyoruz.
  • دل فرو بسته و ملول آنکس بود ** کز فراق یار در محبس بود
  • Sevgiliden ayrılan, hapislere düşen adamın gönlü soğur, o çeşit adam usanır, bıkar.
  • دلبر و مطلوب با ما حاضرست ** در نثار رحمتش جان شاکرست
  • Hâlbuki bizim sevgilimiz, bizim dilediğimiz canan, bizimle beraber… Rahmetini saçıp durmakta; canımız da ona şükretmekte.
  • در دل ما لاله‌زار و گلشنیست ** پیری و پژمردگی را راه نیست 2935
  • Bizim gönlümüzde lâlelik var, gül bahçesi var. Oraya solmanın, perişan olmanın yolu yok!
  • دایما تر و جوانیم و لطیف ** تازه و شیرین و خندان و ظریف
  • Daima terütazeyiz, daima genciz, lâtifiz… Daima güzeliz, tatlıyız, daima gülüp durmadayız, zarifiz!
  • پیش ما صد سال و یکساعت یکیست ** که دراز و کوته از ما منفکیست
  • Bizce yüzyılla bir saat birdir… Uzun yol, kısa zaman bize göre değil!
  • آن دراز و کوتهی در جسمهاست ** آن دراز و کوته اندر جان کجاست
  • O uzunluk, kısalık cisimlere göredir, cana nasıl sığar.
  • سیصد و نه سال آن اصحاب کهف ** پیششان یک روز بی اندوه و لهف
  • Eshabı Kehif, üç yüz dokuz yıl yattılar. Uyudular ama bu üç yüz dokuz yıl, onlara bir gün geldi, ne gamlandılar, ne teessüf ettiler.
  • وانگهی بنمودشان یک روز هم ** که به تن باز آمد ارواح از عدم 2940
  • Uyandıkları anda uyudukları o uzun yıllar, kendilerine bir gün gibi göründü. Çünkü ruhları, yokluktan tekrar bedenlerine geldi.
  • چون نباشد روز و شب یا ماه و سال ** کی بود سیری و پیری و ملال
  • Bu âlemde geceyle gündüz, ayla yıl bile olmazsa usanç, ihtiyarlık, bıkkınlık nasıl olur.
  • در گلستان عدم چون بی‌خودیست ** مستی از سغراق لطف ایزدیست
  • Yokluk gülistanında insan kendisinden geçer… o âlemdeki sarhoşluk, Allah lütfunun büyük kadehindendir.
  • لم یذق لم یدر هر کس کو نخورد ** کی بوهم آرد جعل انفاس ورد
  • Onu içmeyen, tadını tatmayan bilmez, anlamaz. Gül kokusu, bok böceğinin aklına mı gelir?
  • نیست موهوم ار بدی موهوم آن ** همچو موهومان شدی معدوم آن
  • Bu zevk mevhum değildir. Mevhum olsaydı da mevhumlar gibi yok olurdu.
  • دوزخ اندر وهم چون آرد بهشت ** هیچ تابد روی خوب از خوک زشت 2945
  • Cehennem, nasıl olur da aklına cenneti getirir? Çirkin domuzda güzel yüz ne gezer?
  • هین گلوی خود مبر هان ای مهان ** این‌چنین لقمه رسیده تا دهان
  • Kendin gel, aklını başına devşir de böyle bir lokma ağzına kadar gelmişken kendi boğazını kendin sıkma a aşağılık kişi!
  • راههای صعب پایان برده‌ایم ** ره بر اهل خویش آسان کرده‌ایم
  • Biz sarp yolları vardırdık… Bize uyanlara yolu kolaylattık.
  • مکرر کردن قوم اعتراض ترجیه بر انبیا علیهم‌السلام
  • Peygamberlerin “imana gelin” diye ricalarına karşı halkın tekrar itiraz etmesi
  • قوم گفتند از شما سعد خودیت ** نحس مایید و ضدیت و مرتدیت
  • Sebâlılar, “Siz kendinizce yomlu yıldızlarsanız ama bize göre yomsuzsunuz; bizimle zıtsınız, bize aykırısınız siz.
  • جان ما فارغ بد از اندیشه‌ها ** در غم افکندید ما را و عنا
  • Hiçbir düşüncemiz yokken bizi dertlere, meşakkatlere saldınız.
  • ذوق جمعیت که بود و اتفاق ** شد ز فال زشتتان صد افتراق 2950
  • Biz, birbirimizle uzlaşmış bir topluluk, sizin kötü haberlerinizle aramıza yüzlerce ayrılık düştü.
  • طوطی نقل شکر بودیم ما ** مرغ مرگ‌اندیش گشتیم از شما
  • Biz şekerler yiyen dudu kuşlarıydık… Sizin yüzünüzden ölümü düşünen baykuşlara döndük.
  • هر کجا افسانه‌ی غم‌گستریست ** هر کجا آوازه‌ی مستنکریست
  • Nerede bir gam masalı varsa, nerede bir kötü, bir kabul edilmeyecek ses duyulursa…
  • هر کجا اندر جهان فال بذست ** هر کجا مسخی نکالی ماخذست
  • Bu âlemde nerede bir kötüye yormak, nerede bir kötü surete dönmek, nerede bir azap varsa,
  • در مثال قصه و فال شماست ** در غم‌انگیزی شما را مشتهاست
  • Hepsi sizin söylediğiniz sözlerde sizin getirdiğiniz misallerde, sizin yormanızda. Bütün hırsınız, zevkiniz, âlemi derde düşürmek” dediler.
  • باز جواب انبیا علیهم السلام
  • Peygamberlerin cevapları
  • انبیا گفتند فال زشت و بد ** از میان جانتان دارد مدد 2955
  • Peygamberler dediler ki: “Çirkin ve kötüye yormak, sizin ruhunuzdan meydana gelen bir şey. Bu kabahat biz de değil, sizde.
  • گر تو جایی خفته باشی با خطر ** اژدها در قصد تو از سوی سر
  • Bir tehlikeli yerde uyusan, bir ejderha da başucundan sana doğru gelmeye başlasa,
  • مهربانی مر ترا آگاه کرد ** که بجه زود ار نه اژدرهات خورد
  • Merhametli birisi “Çabuk kalk, yoksa ejderha yutacak” diye seni uyandırsa,
  • تو بگویی فال بد چون می‌زنی ** فال چه بر جه ببین در روشنی
  • “Neye kötüye yoruyorsun” der misin? Ne yorması, kalk da aydınlık bir bak, gör!
  • از میان فال بد من خود ترا ** می‌رهانم می‌برم سوی سرا
  • Ben, seni kötü yorumdan kurtarıyor da devlet yurduna götürüyorum.
  • چون نبی آگه کننده‌ست از نهان ** کو بدید آنچ ندید اهل جهان 2960
  • Çünkü peygamber, gizli şeyi bilip seni de o şeyden agâh eden adamdır. O, cihan halkının örmediği şeyleri görmüştür.
  • گر طبیبی گویدت غوره مخور ** که چنین رنجی بر آرد شور و شر
  • Bir doktor sana “Koruk yeme, san şu çeşit kötü bir hastalık verir” dese,
  • تو بگویی فال بد چون می‌زنی ** پس تو ناصح را مثم می‌کنی
  • “Neden kötüye yoruyorsun” der misin? Dersen öğütçüyü suçlu tutuyorsun demektir.
  • ور منجم گویدت کامروز هیچ ** آنچنان کاری مکن اندر پسیچ
  • Müneccim “ Bugün sefere çıkma sakın” dese,
  • صد ره ار بینی دروغ اختری ** یک دوباره راست آید می‌خری
  • Müneccimin yüz kere bile yalanını tutmuş olsan da bir iki kere sözü doğru çıksa yine sözüne uyarsın.
  • این نجوم ما نشد هرگز خلاف ** صحتش چون ماند از تو در غلاف 2965
  • Bizim nücum bilgimize asla yanlış çıkmaz. Böyle olduğu halde nasıl oluyor da doğruluğuna inanmıyorsun, doğruluğu sence gizli, kapaklı kalıyor?
  • آن طبیب و آن منجم از گمان ** می‌کنند آگاه و ما خود از عیان
  • O doktorla müneccim, sana verdikleri haberi zanla, şüpheyle veriyor. Hâlbuki biz açıkça görüyor, söylüyoruz.
  • دود می‌بینیم و آتش از کران ** حمله می‌آرد به سوی منکران
  • Cehennemin dumanını, cehennemin ateşini, cehennemin münkirlere saldırdığını uzaktan görüyoruz.
  • تو همی‌گویی خمش کن زین مقال ** که زیان ماست قال شوم‌فال
  • Sense, sus yahu, bırak şu sözü; kötüye yormak, bize ziyan veriyor demektesin.
  • ای که نصح ناصحان را نشنوی ** فال بد با تست هر جا می‌روی
  • Ey öğütçülerin öğüdünü dinlemeyen, kötü yoruş, nereye varırsan var, seninledir!
  • افعیی بر پشت تو بر می‌رود ** او ز بامی بیندش آگه کند 2970
  • Âdeta ardından bir yılan gidiyor; birisi de damdan görüp haber veriyor.
  • گوییش خاموش غمگینم مکن ** گوید او خوش باش خود رفت آن سخن
  • Ona sus, beni dertlendirme, bana keder verme diyorsun. Adamcağız, peki benden günah gitti diyor.