English    Türkçe    فارسی   

3
3128-3177

  • ای برادر خود برین اکسیر زن ** کم نباید صدق مرد از صدق زن
  • Kardeş sen de kendini bu iksire vur, erkeğin himmeti, erkeğin sadakati, kadından aşağı değil ya!
  • آن دل مردی که از زن کم بود ** آن دلی باشد که کم ز اشکم بود
  • Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı.
  • قصه‌ی فریاد رسیدن رسول علیه السلام کاروان عرب را کی از تشنگی و بی‌آبی در مانده بودند و دل بر مرگ نهاده شتران و خلق زبان برون انداخته
  • Rasûl aleyhisselâm’ın susuzluktan bunalmış, su bulamadıklarından âciz bir hale düşmüş, adamların da, develerin de dilleri, ağızlarından çıkmış olan bir Arap kervanının imdadına erişmeleri
  • اندر آن وادی گروهی از عرب ** خشک شد از قحط بارانشان قرب 3130
  • Çölde bir Arap kervanı susuz kalmış, yağmursuzluktan kırbalarında bir damlacık olsun su kalmamıştı.
  • در میان آن بیابان مانده ** کاروانی مرگ خود بر خوانده
  • Bütün kervan, o çöl ortasında bunalmış, ölüm haline gelmişti.
  • ناگهانی آن مغیث هر دو کون ** مصطفی پیدا شد از ره بهر عون
  • Ansızın o iki dünyanın imdadına yetişen Mustafa, onların imdadına erişmek üzere yoldan çıkageldi.
  • دید آنجا کاروانی بس بزرگ ** بر تف ریگ و ره صعب و سترگ
  • Çölde, o sarp ve sonsuz yolda, o kızgın kumların üstünde bunalıp kalmış olan o kalabalık kervanı gördü.
  • اشترانشان را زبان آویخته ** خلق اندر ریگ هر سو ریخته
  • Develerinin dilleri, ağızlarından çıkmış; adamlar, taraf taraf kumlara serilmiş kalmıştı!
  • رحمش آمد گفت هین زوتر روید ** چند یاری سوی آن کثبان دوید 3135
  • Bu hali görünce acıdı, “Kalkın, bir kaçınız derhal o kum yığınına doğru koşun!
  • گر سیاهی بر شتر مشک آورد ** سوی میر خود به زودی می‌برد
  • Orada zenci bir köle kırbayla beyine su götürüyor.
  • آن شتربان سیه را با شتر ** سوی من آرید با فرمان مر
  • O zenci deveciyi devesiyle beraber ister istemez tutup bana getirin “ dedi.
  • سوی کثبان آمدند آن طالبان ** بعد یکساعت بدیدند آنچنان
  • Birkaç kişi, kalkıp kum tepesine doğru koştular. Bir müddet sonra hakikaten dediği gibi,
  • بنده‌ای می‌شد سیه با اشتری ** راویه پر آب چون هدیه‌بری
  • Zenci bir kul gördüler, kırbasını doldurmuş, devesine binmiş, beyine su götürüyordu.
  • پس بدو گفتند می‌خواند ترا ** این طرف فخر البشر خیر الوری 3140
  • Zenciye “Şu tarafta insanların iftihar edecekleri zat, Kâinatın hayırlısı olan Peygamber seni çağırıyor“ dediler.
  • گفت من نشناسم او را کیست او ** گفت او آن ماه‌روی قندخو
  • Adam, “Ben onu tanımıyorum, o da kim?” dedi. “Ay yüzlü, şeker huylu Muhammed “ dediler,
  • نوعها تعریف کردندش که هست ** گفت مانا او مگر آن شاعرست
  • Nasılsa öylece anlattılar, öylece övdüler. Zenci, “O galiba bir şair olacak.
  • که گروهی را زبون کرد او بسحر ** من نیایم جانب او نیم شبر
  • Bir kısmı halkı sihirle zebun etmiş… Ona yarım arşın bile yaklaşmam ben “ dedi.
  • کش‌کشانش آوریدند آن طرف ** او فغان برداشت در تشنیع و تف
  • Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu!
  • چون کشیدندش به پیش آن عزیز ** گفت نوشید آب و بردارید نیز 3145
  • Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, “Su için, mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun” dedi.
  • جمله را زان مشک او سیراب کرد ** اشتران و هر کسی زان آب خورد
  • Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar, hem develer o kırbadan kana kana su içtiler,
  • راویه پر کرد و مشک از مشک او ** ابر گردون خیره ماند از رشک او
  • Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur. Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı!
  • این کسی دیدست کز یک راویه ** سرد گردد سوز چندان هاویه
  • Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti sönsün?
  • این کسی دیدست کز یک مشک آب ** گشت چندین مشک پر بی اضطراب
  • Kim görmüştür bunu? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına kadar dolsun!
  • مشک خود روپوش بود و موج فضل ** می‌رسید از امر او از بحر اصل 3150
  • Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikati örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!
  • آب از جوشش همی‌گردد هوا ** و آن هوا گردد ز سردی آبها
  • Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar… havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi ?
  • بلک بی علت و بیرون زین حکم ** آب رویانید تکوین از عدم
  • Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmada.
  • تو ز طفلی چون سببها دیده‌ای ** در سبب از جهل بر چفسیده‌ای
  • Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun.
  • با سببها از مسبب غافلی ** سوی این روپوشها زان مایلی
  • Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.
  • چون سببها رفت بر سر می‌زنی ** ربنا و ربناها می‌کنی 3155
  • Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye koyulursun.
  • رب می‌گوید برو سوی سبب ** چون ز صنعم یاد کردی ای عجب
  • Tanrı da sana “Hadi, yürü, sebebe git… Ne acayip şey, sen, beni, yarattığım sebepler için andın ha!” der.
  • گفت زین پس من ترا بینم همه ** ننگرم سوی سبب و آن دمدمه
  • O vakit kul “Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o lâftan ibaret saçma şeye bakmayacağım artık “ der ama
  • گویدش ردوا لعادوا کار تست ** ای تو اندر توبه و میثاق سست
  • Allah “Seni tekrar sebep âlemine göndersem yine sebebe yapışırsın. Senin için bu, a tövbesinden durmayan ahdi çürük adam!
  • لیک من آن ننگرم رحمت کنم ** رحمتم پرست بر رحمت تنم
  • Fakat ben bu işe bakmam, rahmetim boldur. Rahmet etrafında dönüp dolaşırım, herkese rahmet ederim ben!
  • ننگرم عهد بدت بدهم عطا ** از کرم این دم چو می‌خوانی مرا 3160
  • Senin kötü ahdine bakmam, mademki şimdi bana niyaz ediyorsun, keremimden sana ihsan eder, muradını veririm” der.
  • قافله حیران شد اندر کار او ** یا محمد چیست این ای بحر خو
  • Evet… Kafile halkı Peygamber’in mucizesine hayran oldu… “Ya Muhammed, ey deniz huylu Peygamber, bu ne?
  • کرده‌ای روپوش مشک خرد را ** غرقه کردی هم عرب هم کرد را
  • Küçücük bir kırbayı sebep ittihaz ettin, Arap’ı da suya gark ettin. Kürdü de!
  • مشک آن غلام ازغیب پر آب کردن بمعجزه و آن غلام سیاه را سپیدرو کردن باذن الله تعالی
  • O kölenin kırbasının gaybdan suyla dolması ve kara yüzünün ulu Allah’ın izniyle ağarması
  • ای غلام اکنون تو پر بین مشک خود ** تا نگویی درشکایت نیک و بد
  • Ey köle, şimdi kırbanın dolu olduğunu da gör de şikâyet edip iyi, kötü söylenme” dediler.
  • آن سیه حیران شد از برهان او ** می‌دمید از لامکان ایمان او
  • O zenci köle, Peygamber’in, bu mucizesine hayran oldu, imanı Lâmekân âleminden doğmaktaydı.
  • چشمه‌ای دید از هوا ریزان شده ** مشک او روپوش فیض آن شده 3165
  • Gökten akan bir çeşme gördü o… kırbası onun coşkunluğuna bir vesile, onun hakikatine bir örtüydü!
  • زان نظر روپوشها هم بر درید ** تا معین چشمه‌ی غیبی بدید
  • Gözünden bütün örtüler, bütün sebepler yırtılıp sıyrıldı. Böylece gayb çeşmesini görmeğe başladı.
  • چشمها پر آب کرد آن دم غلام ** شد فراموشش ز خواجه وز مقام
  • Göz pınarları doldu, efendini de unuttu, durağını da!
  • دست و پایش ماند از رفتن به راه ** زلزله افکند در جانش اله
  • Elsiz, ayaksız kaldı, yola gitmeye ne eli vardı artık, ne ayağı… Allah, ruhuna bir titremedir saldı!
  • باز بهر مصلحت بازش کشید ** که به خویش آ باز رو ای مستفید
  • Mustafa, iş görmesi için tekrar onu o âlemden çekti de dedi ki: “Kendine gel… Ey faydalanmak isteyen, yürü…
  • وقت حیرت نیست حیرت پیش تست ** این زمان در ره در آ چالاک و چست 3170
  • Şaşırıp kalacak zaman değil. Asıl şaşılacak şey daha ileride.
  • دستهای مصطفی بر رو نهاد ** بوسه‌های عاشقانه بس بداد
  • Şimdi öyle durma; davranıver bakalım, çevik bir halde yola düş! “
  • مصطفی دست مبارک بر رخش ** آن زمان مالید و کرد او فرخش
  • Mübarek eliyle kölenin yüzünü sıvazladı, onu kutlu bir hale getirdi.
  • شد سپید آن زنگی و زاده‌ی حبش ** همچو بدر و روز روشن شد شبش
  • O kölenin, o Habeş oğlunun yüzü bembeyaz oldu; gecesi, ayın on dördü gibi aydınlandı, gündüz gibi nurlandı!
  • یوسفی شد در جمال و در دلال ** گفتش اکنون رو بده وا گوی حال
  • Güzellikte, işvede bir Yusuf kesildi. Peygamber ona “Hadi şimdi git de hali anlat “ dedi.
  • او همی‌شد بی سر و بی پای مست ** پای می‌نشناخت در رفتن ز دست 3175
  • Köle elsiz, ayaksız sarhoş bir halde geldi, elden çıktı, ayağını tanımaz oldu!
  • پس بیامد با دو مشک پر روان ** سوی خواجه از نواحی کاروان
  • Kervan halkından ayrıldı, suyla dolu iki kırbasını aldı, yola düştü.
  • دیدن خواجه غلام خود را سپید و ناشناختن کی اوست و گفتن کی غلام مرا تو کشته‌ای خونت گرفت و خدا ترا به دست من انداخت
  • Efendinin, kölesini bembeyaz görüp tanımaması, “Benim kölemi öldürdün, seni kan tuttu, Allah seni benim elime düşürdü” demesi
  • خواجه از دورش بدید و خیره ماند ** از تحیر اهل آن ده را بخواند
  • Efendi, köleyi uzaktan görüp şaşırdı. Şaşkınlıkla o köy halkını çağırdı.