English    Türkçe    فارسی   

3
3252-3301

  • عکس نورانی همه روشن بود ** عکس ظلمانی همه گلخن بود
  • Nurlu kişinin aksi de aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa külhan kesilir.
  • عکس عبدالله همه نوری بود ** عکس بیگانه همه کوری بود
  • Allah kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla körlük!
  • عکس هر کس را بدان ای جان ببین ** پهلوی جنسی که خواهی می‌نشین
  • Ey can, herkesin aksi nedir, bunu bil… dilediğin kişinin yanında otur!
  • وجه عبرت گرفتن ازین حکایت و یقین دانستن کی ان مع العسر یسرا
  • Bu hikâyeden ibret alış şüphesiz olarak her güçlüğün bir kolaylığı olduğunu biliş
  • عبرتست آن قصه ای جان مر ترا ** تا که راضی باشی در حکم خدا 3255
  • Ey can o hikâye, Allah hükmüne razı olasın diye sana ibrettir.
  • تا که زیرک باشی و نیکوگمان ** چون ببینی واقعه‌ی بد ناگهان
  • İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
  • دیگران گردند زرد از بیم آن ** تو چو گل خندان گه سود و زیان
  • Başkaları, o hâdiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış etme. Fayda, zamanında da, ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak!
  • زانک گل گر برگ برگش می‌کنی ** خنده نگذارد نگردد منثنی
  • Gülün yapraklarını birer birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz, yine solup gamlanmaz.
  • گوید از خاری چرا افتم بغم ** خنده را من خود ز خار آورده‌ام
  • Bir dikenden niçin gama düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden buldum der.
  • هرچه از تو یاوه گردد از قضا ** تو یقین دان که خریدت از بلا 3260
  • Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı giderir… Bunu böyle bil!
  • ما التصوف قال وجدان الفرح ** فی الفاد عند اتیان الترح
  • Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı, gönülde neşe, ferah bulmak!
  • آن عقابش را عقابی دان که او ** در ربود آن موزه را زان نیک‌خو
  • Allah’ın verdiği mihnet ve cefayı da Peygamber’in pabucunu kapan tavşancıl say.
  • تا رهاند پاش را از زخم مار ** ای خنک عقلی که باشد بی غبار
  • Tavşancıl, Peygamber’in ayağını yılan sokmasın diye pabucu kaptı, toza, toprağa bulanmamış akla ne mutlu!
  • گفت لا تاسوا علی ما فاتکم ** ان اتی السرحان واردی شاتکم
  • Allah, “Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hatta kurt gelse de keçinizi yese bile“ buyurdu.
  • کان بلا دفع بلاهای بزرگ ** و آن زیان منع زیانهای سترگ 3265
  • O belâ, daha büyük belâları defetmek, o ziyan daha dehşetli ziyanları menetmek içindir.
  • استدعاء آن مرد از موسی زبان بهایم با طیور
  • Bir adamın, Musa’dan hayvanların, kuşların dillerini öğrenmeyi istemesi
  • گفت موسی را یکی مرد جوان ** که بیاموزم زبان جانوران
  • Musa’ya bir delikanlı dedi ki: “Hayvanların dillerini öğrenmek istiyorum.
  • تا بود کز بانگ حیوانات و دد ** عبرتی حاصل کنم در دین خود
  • Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım.
  • چون زبانهای بنی آدم همه ** در پی آبست و نان و دمدمه
  • Çünkü Âdemoğulları’nın bütün sözleri, suya, ekmeğe, şana, şerefe ait.
  • بوک حیوانات را دردی دگر ** باشد از تدبیر هنگام گذر
  • Belki hayvanların bu dünyadan göçme zamanındaki tedbirleri, bu tedbirler yüzünden başka bir dertleri var!“
  • گفت موسی رو گذر کن زین هوس ** کین خطر دارد بسی در پیش و پس 3270
  • Musa, “Hadi efendim, hadi… Vazgeç bu hevesten… Bunun önünde, sonunda pek çok tehlikesi var.
  • عبرت و بیداری از یزدان طلب ** نه از کتاب و از مقال و حرف و لب
  • İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile… Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!“ dedi.
  • گرم‌تر شد مرد زان منعش که کرد ** گرم‌تر گردد همی از منع مرد
  • Adam, Musa menettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insan, bir şey menedildi mi, o şeye haris olur, büsbütün üstüne düşer!
  • گفت ای موسی چو نور تو بتافت ** هر چه چیزی بود چیزی از تو یافت
  • Dedi ki: “Ya Musa, nurun parlayınca her şey, kadrini, kıymetini, senin sayende buldu.
  • مر مرا محروم کردن زین مراد ** لایق لطفت نباشد ای جواد
  • Beni bu muradımdan mahrum etmek lütfuna düşmez ey cömert er!
  • این زمان قایم مقام حق توی ** یاس باشد گر مرا مانع شوی 3275
  • Bu zamanda Allah’ın vekili sensin. Muradımı vermezsen beni meyus edersin.“
  • گفت موسی یا رب این مرد سلیم ** سخره کردستش مگر دیو رجیم
  • Musa, “Yarabbi, taşlanmış Şeytan, bu saf adamla alay mı ediyor?
  • گر بیاموزم زیان‌کارش بود ** ور نیاموزم دلش بد می‌شود
  • Öğretsem ziyankârlardan olacak, öğretmesem gönlüme bir kötülük gelecek“ dedi.
  • گفت ای موسی بیاموزش که ما ** رد نکردیم از کرم هرگز دعا
  • Allah dedi ki: “Ya Musa, öğret… Çünkü biz, keremimizden hiçbir duayı asla reddetmeyiz.
  • گفت یا رب او پشیمانی خورد ** دست خاید جامه‌ها را بر درد
  • Musa dedi ki: “Yarabbi, sonra pişman olacak, elini dişleyecek, elbiselerini yırtacak.
  • نیست قدرت هر کسی را سازوار ** عجز بهتر مایه‌ی پرهیزکار 3280
  • Kudret, herkesin harcı değil… Aciz, Allah’tan çekinen kişiye sermayedir.
  • فقر ازین رو فخر آمد جاودان ** که به تقوی ماند دست نارسان
  • Eli bir şeye erişmeyen, Allah’tan korktu, çekindi, kendisini ibadete verdi… Yoksulluk, işte yüzden daima övünülecek bir şeydir!
  • زان غنا و زان غنی مردود شد ** که ز قدرت صبرها بدرود شد
  • Zengin zenginliği yüzünden Allah tapısından reddedildi. Çünkü kudreti var; sabrı terk etti, dilediğini yapıverdi!
  • آدمی را عجز و فقر آمد امان ** از بلای نفس پر حرص و غمان
  • Acizlik, yoksulluk, insana hırslarla, gamlarla dolu olan nefis belâsından aman verir.
  • آن غم آمد ز آرزوهای فضول ** که بدان خو کرده است آن صید غول
  • Gam, olmayacak dileklerden meydana gelir. Çünkü gulyabanilere avlanmış olan insan, o olmayacak dileklere alışmış, onlarla huylanmıştır.
  • آرزوی گل بود گل‌خواره را ** گلشکر نگوارد آن بیچاره را 3285
  • Toprak yiyen, toprak ister; o biçare gülbeşekerden hoşlanmaz, gülbeşekeri hazmedemez!”
  • وحی آمدن از حق تعالی به موسی کی بیاموزش چیزی کی استدعا کند یا بعضی از آن
  • Ulu Allah’tan, Musa’ya dileğinden bir kısmını olsun öğret… diye vahiy gelmesi
  • گفت یزدان تو بده بایست او ** برگشا در اختیار آن دست او
  • Allah, Musa’ya “Ya Musa, sen onun dileğini ver de elini aç, dilediğini yapsın!“ dedi.
  • اختیار آمد عبادت را نمک ** ورنه می‌گردد بناخواه این فلک
  • Dileğini yapmak kudreti, ibadetin tuzudur, lezzetidir. Yoksa bu gökyüzü de ihtiyarsız dönüp durmada.
  • گردش او را نه اجر و نه عقاب ** که اختیار آمد هنر وقت حساب
  • Fakat düşünüşünden dolayı ne bir sevaba girer, ne bir günaha. Çünkü hesap vakti sevap ta ihtiyarî olarak yapılan işe verilir, azap da!
  • جمله عالم خود مسبح آمدند ** نیست آن تسبیح جبری مزدمند
  • Zaten bütün âlem Allah’ı tesbik eder… Fakat bu zoraki tesbihten, bir sevap elde edilemez.
  • تیغ در دستش نه از عجزش بکن ** تا که غازی گردد او یا راه‌زن 3290
  • Erin eline kılıcı ver, onu acizlikten kurtar, onu kudret sahibi yap da ya gazi olsun, ya yol kesici eşkıya!
  • زانک کرمنا شد آدم ز اختیار ** نیم زنبور عسل شد نیم مار
  • Âdem, “Keremnâ” sırrına, dilediğini yapabilme kudretiyle erişti… İnsanların yarısı bal arısı oldu, yarısı yılan!
  • مومنان کان عسل زنبوروار ** کافران خود کان زهری همچو مار
  • Müminler, bal arısı gibi bal madeni oldular… Kâfirler, yılan gibi zehir madeni!
  • زانک مومن خورد بگزیده نبات ** تا چو نحلی گشت ریق او حیات
  • Çünkü mümin, seçilmiş, helâl otlar yer, tükürüğü bile bal arısı gibi hayat verir!
  • باز کافر خورد شربت از صدید ** هم ز قوتش زهر شد در وی پدید
  • Kâfire gelince, irin şerbeti içer, gıdasından da zehir meydana gelir!
  • اهل الهام خدا عین الحیات ** اهل تسویل هوا سم الممات 3295
  • Allah ilhamına erenler, hayatın ta kendisi kesilirler, hava ve hevesle süslenenler ise ölüm zehiri!
  • در جهان این مدح و شاباش و زهی ** ز اختیارست و حفاظ آگهی
  • İyilik edenler, ihtiyarlarıyla iyilik ederler, uyanık hareketleriyle kendilerini korurlar da o yüzden övülürler, takdir edilirler. Cihandaki bu medihler, bu takdirler, hep ihtiyar yüzünden meydana gelir.
  • جمله رندان چونک در زندان بوند ** متقی و زاهد و حق‌خوان شوند
  • Külhaniler, zindanda oldukça Allah’tan çekinirler, zahit olurlar, Allah’ı anarlar!
  • چونک قدرت رفت کاسد شد عمل ** هین که تا سرمایه نستاند اجل
  • Fakat kudret gitti mi amel kesada uğrar… Kendine gel de ecel, sermayeyi elden almasın!
  • قدرتت سرمایه‌ی سودست هین ** وقت قدرت را نگه دار و ببین
  • Kendine gel… Kudretin, kâr elde etmek için bir sermayedir. Kudret zamanını kaçırma, kıymetini bil!
  • آدمی بر خنگ کرمنا سوار ** در کف درکش عنان اختیار 3300
  • İnsan, “Kerremna“ kır atına binmiş, ihtiyar dizginini de akıl eline vermiştir.
  • باز موسی داد پند او را بمهر ** که مرادت زرد خواهد کرد چهر
  • Musa, tekrar ona şefkatle öğüt vererek “İsteğin seni mahcup eder, yüzünü sarartır.