English    Türkçe    فارسی   

3
3464-3513

  • این سببها چون به فرمان تو بود ** چار جو هم مر ترا فرمان نمود
  • Bu sebepler, dünyada nasıl senin ihtiyarınla, senin fermanınla meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına tabi olur.
  • هر طرف خواهی روانش می‌کنی ** آن صفت چون بد چنانش می‌کنی 3465
  • Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf ettiysen onları da öyle tasarruf edersin.
  • چون منی تو که در فرمان تست ** نسل آن در امر تو آیند چست
  • Menin nasıl sana tabiyse meniden gelen soy sop da derhal senin emrine girer, sana tabi olur.
  • می‌دود بر امر تو فرزند نو ** که منم جزوت که کردی‌اش گرو
  • Oğlum, senin buyruğunla koşar, yürür… Ben senin cüz’ünüm, beni anamın karnında rehin olarak bırakan sendin, der.
  • آن صفت در امر تو بود این جهان ** هم در امر تست آن جوها روان
  • O sıfat, bu âlemde senin emrindeydi. Cennette de o ırmaklar senin emrindedir.
  • آن درختان مر ترا فرمان‌برند ** کان درختان از صفاتت با برند
  • Cennetteki ağaçlar, senin fermanına tabidir, çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarından yeşerdi, meyve verdi.
  • چون به امر تست اینجا این صفات ** پس در امر تست آنجا آن جزات 3470
  • Bu sıfatlar, burada nasıl senin emrine tabiyse onlara karşılık olan şeyler de orada senin emrine tabidir.
  • چون ز دستت زخم بر مظلوم رست ** آن درختی گشت ازو زقوم رست
  • Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktımı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum biter.
  • چون ز خشم آتش تو در دلها زدی ** مایه‌ی نار جهنم آمدی
  • Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
  • آتشت اینجا چو آدم سوز بود ** آنچ از وی زاد مرد افروز بود
  • Ateşin burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar.
  • آتش تو قصد مردم می‌کند ** نار کز وی زاد بر مردم زند
  • Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya… Ondan meydana gelen ateş de adamlara saldırır.
  • آن سخنهای چو مار و کزدمت ** مار و کزدم گشت و می‌گیرد دمت 3475
  • O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.
  • اولیا را داشتی در انتظار ** انتظار رستخیزت گشت یار
  • Velîlere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi san yâr olur, bekler durursun.
  • وعده‌ی فردا و پس‌فردای تو ** انتظار حشرت آمد وای تو
  • Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Allah’a dönmeyi sallar durursun ya… İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
  • منتظر مانی در آن روز دراز ** در حساب و آفتاب جان‌گداز
  • O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
  • کسمان را منتظر می‌داشتی ** تخم فردا ره روم می‌کاشتی
  • Çünkü sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim tohumunu eke eke beklemiştin!
  • خشم تو تخم سعیر دوزخست ** هین بکش این دوزخت را کین فخست 3480
  • Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.
  • کشتن این نار نبود جز به نور ** نورک اطفا نارنا نحن الشکور
  • Bu ateşi ancak nur söndürebilir. Cehennem mümine “Nurun ateşimizi söndürdü“ der… Allah’a şükürler olsun!
  • گر تو بی نوری کنی حلمی بدست ** آتشت زنده‌ست و در خاکسترست
  • Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülayimlik gösterirsen bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir.
  • آن تکلف باشد و روپوش هین ** نار را نکشد به غیر نور دین
  • Bu hal, bir tekellüftür. Aklını başına al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez.
  • تا نبینی نور دین آمن مباش ** کاتش پنهان شود یک روز فاش
  • Din nurunu görmedikçe emin olma… Çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar.
  • نور آبی دان و هم در آب چفس ** چونک داری آب از آتش مترس 3485
  • Nuru bir su bil, suya yapış… Suyu elde ettin mi ateşten korkma!
  • آب آتش را کشد کتش بخو ** می‌بسوزد نسل و فرزندان او
  • Ateşi su söndürür. Çünkü ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu, oğullarını, (yani ağaçları, otları) yakar, yandırır!
  • سوی آن مرغابیان رو روز چند ** تا ترا در آب حیوانی کشند
  • Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata ulaştırsınlar.
  • مرغ خاکی مرغ آبی هم‌تنند ** لیک ضدانند آب و روغنند
  • Karakuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi hakikatte birbirine zıttır,
  • هر یکی مر اصل خود را بنده‌اند ** احتیاطی کن بهم ماننده‌اند
  • Bunlar, birbirlerine benzerler ama her biri, kendi aslına kuldur, köledir. Dikkat ve ihtiyatla hareket et.
  • همچنانک وسوسه و وحی الست ** هر دو معقولند لیکن فرق هست 3490
  • Nitekim vesveseyle Elest deminin vahyi… Her ikisi de duyguyla değil, akılla anlaşılır; fakat aralarında fark var.
  • هر دو دلالان بازار ضمیر ** رختها را می‌ستایند ای امیر
  • Her ikisi de gönül pazarının tellâlıdır, her ikisi de matahlarını över, durur.
  • گر تو صراف دلی فکرت شناس ** فرق کن سر دو فکر چون نخاس
  • Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellâlı gibi bu iki fikri birbirinden ayırt et.
  • ور ندانی این دو فکرت از گمان ** لا خلابه گوی و مشتاب و مران
  • Eğer şüpheye düşüyor ve iki fikri ayırt edemiyorsan “Aldatmaca yok“ de; acele etme, koşma!
  • حیله دفع مغبون شدن در بیع و شرا
  • Alışverişte aldanmamanın çaresi
  • آن یکی یاری پیمبر را بگفت ** که منم در بیعها با غبن جفت
  • Bir dost, Peygamber’e “Ben alışverişte daima aldanıyorum.
  • مکر هر کس کو فروشد یا خرد ** همچو سحرست و ز راهم می‌برد 3495
  • Bir şey satan yahut alan kişinin hilesi sanki sihir… Gelip benim yolumu kesiyor“ dedi.
  • گفت در بیعی که ترسی از غرار ** شرط کن سه روز خود را اختیار
  • Peygamber dedi ki: “Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan alacağın şeyi üç gün muhayyer olarak al.
  • که تانی هست از رحمان یقین ** هست تعجیلت ز شیطان لعین
  • Çünkü şüphe yok, yavaş iş Rahman’dandır. Acele edşinse melûn Şeytan’dan.“
  • پیش سگ چون لقمه نان افکنی ** بو کند آنگه خورد ای معتنی
  • Önüne bir lokma atsan köpek bile köpekliğiyle önce koklar da sonra yer a ihtiyatlı adam!
  • او ببینی بو کند ما با خرد ** هم ببوییمش به عقل منتقد
  • O burnuyla koklar, biz aklımızla koklarız. Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz.
  • با تانی گشت موجود از خدا ** تابه شش روز این زمین و چرخها 3500
  • Allah bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı.
  • ورنه قادر بود کو کن فیکون ** صد زمین و چرخ آوردی برون
  • Yoksa “Kün” der demez yerler de olurdu, gökler de; Allah, buna kadirdi. Hatta bir emreder etmez yüzlerce yer gök yaratabilirdi.
  • آدمی را اندک اندک آن همام ** تا چهل سالش کند مرد تمام
  • Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder.
  • گرچه قادر بود کاندر یک نفس ** از عدم پران کند پنجاه کس
  • Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama.
  • عیسی قادر بود کو از یک دعا ** بی توقف بر جهاند مرده را
  • İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de
  • خالق عیسی بنتواند که او ** بی توقف مردم آرد تو بتو 3505
  • İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil mi?
  • این تانی از پی تعلیم تست ** که طلب آهسته باید بی سکست
  • Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir.
  • جو یکی کوچک که دایم می‌رود ** نه نجس گردد نه گنده می‌شود
  • Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar.
  • زین تانی زاید اقبال و سرور ** این تانی بیضه دولت چون طیور
  • Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer.
  • مرغ کی ماند به بیضه‌ای عنید ** گرچه از بیضه همی آید پدید
  • A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya!
  • باش تا اجزای تو چون بیضه‌ها ** مرغها زایند اندر انتها 3510
  • Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın.
  • بیضه‌ی مار ارچه ماند در شبه ** بیضه گنجشک را دورست ره
  • Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var?
  • دانه‌ی آبی به دانه سیب نیز ** گرچه ماند فرقها دان ای عزیز
  • Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi!
  • برگها هم‌رنگ باشد در نظر ** میوه‌ها هر یک بود نوعی دگر
  • Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir.