English    Türkçe    فارسی   

3
3520-3569

  • این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله می‌شکفت 3520
  • Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı!
  • تاب رو و چشم پر انوار او ** می گواهی داد بر گفتار او
  • Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şehadet ediyordu.
  • هر سیه دل می سیه دیدی ورا ** مردم دیده سیاه آمد چرا
  • Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah?
  • مردم نادیده باشد رو سیاه ** مردم دیده بود مرآت ماه
  • Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır.
  • خود کی بیند مردم دیده‌ی ترا ** در جهان جز مردم دیده‌فزا
  • Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
  • چون به غیر مردم دیده‌ش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید 3525
  • Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar?
  • پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
  • İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
  • گفت جفتش الفراق ای خوش‌خصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
  • Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
  • گفت جفت امشب غریبی می‌روی ** از تبار و خویش غایب می‌شوی
  • Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
  • گفت نه نه بلک امشب جان من ** می‌رسد خود از غریبی در وطن
  • Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
  • گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقه‌ی خاص خدا 3530
  • Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında!
  • حلقه‌ی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
  • Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
  • اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور می‌تابد چو در حلقه نگین
  • Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
  • گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
  • Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
  • کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
  • Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
  • حکمت ویران شدن تن به مرگ
  • Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
  • من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب 3535
  • Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da.
  • من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
  • Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
  • قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
  • Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
  • انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
  • Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
  • مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
  • Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
  • گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست 3540
  • Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu!
  • در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
  • İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
  • ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
  • Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
  • این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
  • Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
  • جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خنده‌ی او گریه فخرش جمله ننگ
  • Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
  • تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
  • Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
  • همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود 3545
  • Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır.
  • گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
  • Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
  • تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
  • Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
  • یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی می‌روی
  • Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.
  • آن فراخی بیابان تنگ گشت ** بر تو زندان آمد آن صحرا و دشت
  • Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… o ova o sahra sana âdeta zindan kesilir.
  • هر که دید او مر ترا از دور گفت ** کو در آن صحرا چو لاله تر شکفت 3550
  • Seni uzaktan gören ovada bir lâle gibi açılmış der.
  • او نداند که تو همچون ظالمان ** از برون در گلشنی جان در فغان
  • Bilmez ki sen, zalimler gibi görünüşte gül bahçesindesin, fakat ruhun, feryat edip duruyor!
  • خواب تو آن کفش بیرون کردنست ** که زمانی جانت آزاد از تنست
  • Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur.
  • اولیا را خواب ملکست ای فلان ** همچو آن اصحاب کهف اندر جهان
  • Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür… Dünyadaki Eshabı Kehif gibi!
  • خواب می‌بینند و آنجا خواب نه ** در عدم در می‌روند و باب نه
  • Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!
  • خانه‌ی تنگ و درون جان چنگ‌لوک ** کرد ویران تا کند قصر ملوک 3555
  • Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar.
  • چنگ‌لوکم چون جنین اندر رحم ** نه‌مهه گشتم شد این نقلان مهم
  • Ben de ana rahminde iki büklüm oldum. Dokuz ay doldu, artık buradan göçmem gerek!
  • گر نباشد درد زه بر مادرم ** من درین زندان میان آذرم
  • Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım.
  • مادر طبعم ز درد مرگ خویش ** می‌کند ره تا رهد بره ز میش
  • Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor.
  • تا چرد آن بره در صحرای سبز ** هین رحم بگشا که گشت این بره گبز
  • Ey tabiat, rahmini aç… Kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!
  • درد زه گر رنج آبستان بود ** بر جنین اشکستن زندان بود 3560
  • Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir.
  • حامله گریان ز زه کاین المناص ** و آن جنین خندان که پیش آمد خلاص
  • Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… Çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler!
  • هرچه زیر چرخ هستند امهات ** از جماد و از بهیمه وز نبات
  • Göğün altındaki analar (ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahlûklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa,
  • هر یکی از درد غیری غافل اند ** جز کسانی که نبیه و کامل‌اند
  • Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir.
  • آنچ کوسه داند از خانه‌ی کسان ** بلمه از خانه خودش کی داند آن
  • Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.
  • آنچ صاحب‌دل بداند حال تو ** تو ز حال خود ندانی ای عمو 3565
  • Amca, sen, kendi halini bilmezsin… Fakat gönül sahibi yok mu? Senin halini o bilir işte!
  • بیان آنک هرچه غفلت و غم و کاهلی و تاریکیست همه از تنست کی ارضی است و سفلی
  • Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir
  • غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
  • Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
  • چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
  • Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
  • هر کجا سایه‌ست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
  • Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
  • دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
  • Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.