English    Türkçe    فارسی   

3
4470-4519

  • عاقلان اشکسته‌اش از اضطرار ** عاشقان اشکسته با صد اختیار 4470
  • Akıllıların gönülleri, mecburî kırılır… Dilediklerini yapamazlar, meyus olurlar. Âşıklarda ise yüzlerce ihtiyar var, dilediklerini yüzlerce kere yapabilirler, öyle olduğu halde ona tabi olurlar, gönülleri bu yüzden kırılır; emellerine bu yüzden erişememişlerdir.
  • عاقلانش بندگان بندی‌اند ** عاشقانش شکری و قندی‌اند
  • Akılı başında olanlar, bağla bağlanmış kullardır, âşıklar ise hürdür, şekerlenmiş, ballanmış canlardır onlar!
  • ائتیا کرها مهار عاقلان ** ائتیا طوعا بهار بی‌دلان
  • Akıllıların yuları “zorla gelin” emridir; gönlünü kaptıranların baharı “dileyerek gelin” emri!
  • نظرکردن پیغامبر علیه السلام به اسیران و تبسم کردن و گفتن کی عجبت من قوم یجرون الی الجنة بالسلاسل و الاغلال
  • Peygamber aleyhisselâm’ın esirlere bakıp gülerek “Şaşarım bu kavme ki onları cennete zincirlerle, bukağılarla sürüklüyorlar” demesi
  • دید پیغامبر یکی جوقی اسیر ** که همی‌بردند و ایشان در نفیر
  • Peygamber, bir bölük esir gördü. Onları çekip sürüklüyorlardı, hepsi de feryadü figan ediyordu.
  • دیدشان در بند آن آگاه شیر ** می نظر کردند در وی زیر زیر
  • O sırları bilen aslan, zincirlere vurulmuş olduklarını gördü, gizlice onlara bakmaya başladı.
  • تا همی خایید هر یک از غضب ** بر رسول صدق دندانها و لب 4475
  • Her biri hiddetinden o Hak Peygambere dişlerini gıcırdatmakta, dudaklarını çiğnemekteydi.
  • زهره نه با آن غضب که دم زنند ** زانک در زنجیر قهر ده‌منند
  • Fakat bu kadar kızgın oldukları halde ağız açmaya kudretleri yoktu… Hepsi de on batmanlık kahır zincirine vurulmuştu.
  • می‌کشاندشان موکل سوی شهر ** می‌برد از کافرستانشان به قهر
  • Memur, onları şehre doğru çekmekte, küfür ülkesinden alıp kahırla sürüklemekteydi.
  • نه فدایی می‌ستاند نه زری ** نه شفاعت می‌رسد از سروری
  • Ne yerlerine başkası kabul ediliyor, ne koyuverilmeleri için para alınıyor, ne de bir ulu kişi onlara şefaat ediyordu.
  • رحمت عالم همی‌گویند و او ** عالمی را می‌برد حلق و گلو
  • Peygamber’e “Âlemlere rahmet” diyorlar ya… Öyle olduğu halde bütün bir âlemin boynunu, boğazını kesiyordu.
  • با هزار انکار می‌رفتند راه ** زیر لب طعنه‌زنان بر کار شاه 4480
  • Onlar Peygamber’i binlerce defa inkâr ederek, ağızlarının içinden hareketini kınayarak gidiyorlardı.
  • چاره‌ها کردیم و اینجا چاره نیست ** خود دل این مرد کم از خاره نیست
  • Diyorlardı ki: Nice çarelere başvurduk, çare olmadı. Zaten bu adamın yüreği taş gibi katı .
  • ما هزاران مرد شیر الپ ارسلان ** با دو سه عریان سست نیم‌جان
  • Biz, binlerce Alpaslan’ken iki üç çıplak ve yarı canlının elinde.
  • این چنین درمانده‌ایم از کژرویست ** یا ز اخترهاست یا خود جادویست
  • Bu derece âciz kaldık… Uygunsuz hareketimizden mi, yıldızımızın düşüklüğünden mi… yoksa sihirden mi?
  • بخت ما را بر درید آن بخت او ** تخت ما شد سرنگون از تخت او
  • Bahtı, bahtımızı yırttı; tahtı, tahtımızı baş aşağı etti.
  • کار او از جادوی گر گشت زفت ** جادوی کردیم ما هم چون نرفت 4485
  • İşi, sihirle yüceldi, büyüdüyse bir de sihir yaptık, neden tutmadı, neden tesir etmedi?
  • تفسیر این آیت کی ان تستفتحوا فقد جائکم الفتح ایه‌ای طاعنان می‌گفتید کی از ما و محمد علیه السلام آنک حق است فتح و نصرتش ده و این بدان می‌گفتید تا گمان آید کی شما طالب حق‌اید بی غرض اکنون محمد را نصرت دادیم تا صاحب حق را ببینید
  • “Fetih istiyorsanız işte size Fetif ayetinin tefsiri… Ey kınayanlar, diyordunuz ki “Benimle Muhammed aleyhisselâm’dan hangimiz doğrucuysak Yarabbi, sen onu kazandır, ona yardım et!” Bu sözü, dinleyenler sizi doğruluk istiyorsunuz, bir gareziniz yok sansınlar diye söylemekteydiniz. Hak kimdedir, görün diye işte biz de şimdi Muhammed’e yardım ettik
  • از بتان و از خدا در خواستیم ** که بکن ما را اگر ناراستیم
  • Eğer dâvamız doğru değilse bizim kökümüzü sök diye putlara da dua ettik, Allah’a da.
  • آنک حق و راستست از ما و او ** نصرتش ده نصرت او را بجو
  • Hak kimdeyse, kim doğrucuysa ona yardım et, onun yardımında bulun, biz doğruysak bize, o doğruysa ona muin ol dedik.
  • این دعا بسیار کردیم و صلات ** پیش لات و پیش عزی و منات
  • Bu duada çok bulunduk, Lât, Uzzâ ve Menât’a nice secdeler ettik;
  • که اگر حقست او پیداش کن ** ور نباشد حق زبون ماش کن
  • Dedik ki: Eğer Muhammed haksa meydana çıkart, değilse onu bize zebun et.
  • چونک وا دیدیم او منصور بود ** ما همه ظلمت بدیم او نور بود 4490
  • Şimdi onun Allah yardımına mazhar olduğunu gördük işte… Biz, umumiyetle zulmetmişiz, o nur!
  • این جواب ماست کانچ خواستید ** گشت پیدا که شما ناراستید
  • Bu, bize cevap: Dilediğiniz işte meydana çıktı, hanginizin doğru olduğu açığa vuruldu.”
  • باز این اندیشه را از فکر خویش ** کور می‌کردند و دفع از ذکر خویش
  • Sonra yine fikirlerindeki bu düşünceyi körletiyorlar, bu sözleri bırakarak diyorlardı ki:
  • کین تفکرمان هم از ادبار رست ** که صواب او شود در دل درست
  • “Bu düşüncemiz de işimizin tersine gitmesinden meydana geldi; gönlümüzde onun doğru olduğuna dair bir düşüncedir peydahlandı.
  • خود چه شد گر غالب آمد چند بار ** هر کسی را غالب آرد روزگار
  • Birkaç kere galip geldiyse ne oldu ki… Bundan ne çıkar? Zaman da herkese galebe çalıyor!
  • ما هم از ایام بخت‌آور شدیم ** بارها بر وی مظفر آمدیم 4495
  • Biz de zamaneden kâm aldık, bizim bahtımız da yaver oldu… Biz de ona birkaç kere üst geldik.”
  • باز گفتندی که گرچه او شکست ** چون شکست ما نبود آن زشت و پست
  • Sonra yine “O da mağlûp oldu ama mağlûp oluşu, bizim mağlup oluşumuz gibi çirkince, alçakça değildi.
  • زانک بخت نیک او را در شکست ** داد صد شادی پنهان زیردست
  • İyi bahtı o bozgunlukta, o mağlûbiyette bile ona el altından gizlice yüzlerce neşe verdi.
  • کو باشکسته نمی‌مانست هیچ ** که نه غم بودش در آن نه پیچ پیچ
  • Hatta o, hiç de mağlûba benzemiyordu. Ne gamı vardı, ne üzülüyordu” demekteydiler.
  • چون نشان مومنان مغلوبیست ** لیک در اشکست ممن خوبیست
  • Müminlerin nişanesi mağlûbiyettir ama müminin alt oluşunda da bir güzellik var!
  • گر تو مشک و عنبری را بشکنی ** عالمی از فوح ریحان پر کنی 4500
  • Misk ve amberi kırsan dünyayı güzel kokularla doldurursun.
  • ور شکستی ناگهان سرگین خر ** خانه‌ها پر گند گردد تا به سر
  • Fakat ansızın eşek tezeğini kırsan evler, baştanbaşa pis kokuyla dolar.
  • وقت واگشت حدیبیه بذل ** دولت انا فتحنا زد دهل
  • Peygamber, perişan bir halde Hudeybiye’den dönerken “İnna Fetahnâ” devletinin davulu çalındı.
  • سر آنک بی‌مراد بازگشتن رسول علیه السلام از حدیبیه حق تعالی لقب آن فتح کرد کی انا فتحنا کی به صورت غلق بود و به معنی فتح چنانک شکستن مشک به ظاهر شکستن است و به معنی درست کردنست مشکی او را و تکمیل فواید اوست
  • Rasûl aleyhisselâm’ın Hudeybiye’den dönüşüne Ulu Allah’ın “İnnâ fetahnâ” diye fetih demesindeki sır… o dönüş görünüşte muratsızlığın ta kendisiydi, fakat hakikatte fetihti. Nitekim miski kırmak da görünüşte kırma, hakikatte onun misk oluşunu bildirmek, faydalarını tamamlamaktır
  • آمدش پیغام از دولت که رو ** تو ز منع این ظفر غمگین مشو
  • Allah devletinden haber geldi: “Yürü, bu zafere erişemediğinden gam yeme.
  • کاندرین خواری نقدت فتحهاست ** نک فلان قلعه فلان بقعه تراست
  • Şimdi elindeki bu horluk yok mu? Nimetlere erişmen demektir. İşte şuracıktaki filân kale, filân yer senin!”
  • بنگر آخر چونک واگردید تفت ** بر قریظه و بر نضیر از وی چه رفت 4505
  • Hakikatten de oradan çabucak dönünce bak hele, Kurayza’nın Nazîr’in başına neler geldi,
  • قلعه‌ها هم گرد آن دو بقعه‌ها ** شد مسلم وز غنایم نفعها
  • O iki kaleyle çevrelerindeki yerler teslim oldu, ganimetlerden faydalar elde ettiler.
  • ور نباشد آن تو بنگر کین فریق ** پر غم و رنجند و مفتون و عشیق
  • Öyle olmasa bile şu taifeye bak… Onlar gam içinde, keder içinde Allah’a meftun ve âşıklar.
  • زهر خواری را چو شکر می‌خورند ** خار غمها را چو اشتر می‌چرند
  • Zehri şeker gibi yemekteler… Gam dikenlerini deve gibi otlamaktalar!
  • بهر عین غم نه از بهر فرج ** این تسافل پیش ایشان چون درج
  • Hem de bunu, gamdan kederden kurtulmak için de yapmıyorlar; gama uğradıklarından yapıyorlar. Bu horluk, onlarca rütbelere, mevkilere erişmek!
  • آنچنان شادند اندر قعر چاه ** که همی‌ترسند از تخت و کلاه 4510
  • Kuyunun dibinde öyle neşeliler ki oradan çıkıp taca, tahta nail olacağız diye korkuyorlar.
  • هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
  • Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
  • تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
  • Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
  • گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
  • Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
  • آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
  • Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
  • قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
  • Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
  • نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر 4515
  • Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı!
  • کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غره‌ی هستی چه دانی نیست چیست
  • Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
  • حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** می‌نماند هیچ با اشکست ما
  • Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
  • آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
  • Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
  • برگ بی‌برگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
  • Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.