English    Türkçe    فارسی   

3
4568-4617

  • چون کشانیدت بدین شیوه به دام ** حمله بینی بعد از آن اندر زحام
  • Seni bu suretle tuzağa düşürdü mü ondan sonra o kalabalığın saldırışını görürsün sen.
  • عقل ازین غالب شدن کی گشت شاد ** چون درین غالب شدن دید او فساد
  • Akıl, bu üstünlükte bozgunluğu görürken nasıl olur da sevinir?
  • تیزچشم آمد خرد بینای پیش ** که خدایش سرمه کرد از کحل خویش 4570
  • İleriyi gören akıl gözü keskindir. Allah, o gözü kendi sürmesiyle sürmelemiştir.
  • گفت پیغامبر که هستند از فنون ** اهل جنت در خصومتها زبون
  • Peygamber, “Cennet ehli olanlar, bazı şeyler yüzünden savaşlarda, düşmanlıklarda mağlup ve zebun olurlar” dedi.
  • از کمال حزم و س الظن خویش ** نه ز نقص و بد دلی و ضعف کیش
  • Bu alt oluş, bu zebunluk; noksan yüzünden, gönüllerinin kötülüğünden yahut da din zayıflığından değil, son derecede ihtiyata riayet ettiklerinden, düşüncelerine inanmadıklarındandır.
  • در فره دادن شنیده در کمون ** حکمت لولا رجال مومنون
  • Peygamber, Hudeybiye’de kâfirlere üstün gelmişken gizlice “İman etmiş erler olmasaydı” hikmetini işitti.
  • دست‌کوتاهی ز کفار لعین ** فرض شد بهر خلاص مومنین
  • Müminlerin halâs olması için melûn kâfirlerden el çekmek farz oldu.
  • قصه‌ی عهد حدیبیه بخوان ** کف ایدیکم تمامت زان بدان 4575
  • Hudeybiye ahdi nasıl oldu, oku da “Allah, kâfirlerin ellerini çekti, size dokunamadılar” ne demektir tamamıyla anla!
  • نیز اندر غالبی هم خویش را ** دید او مغلوب دام کبریا
  • Peygamber galip gelmişken bile kendisini Allah tuzağında mağlup olmuş gördü de
  • زان نمی‌خندم من از زنجیرتان ** که بکردم ناگهان شبگیرتان
  • “Ben sizi ansızın bastırdım, zincirlere vurdum diye gülmüyorum.
  • زان همی‌خندم که با زنجیر و غل ** می‌کشمتان سوی سروستان و گل
  • Sizi zincirlerle, bukağılarla selviliklere, güllük, gülistanlıklara çekiyorum da ona gülüyorum.
  • ای عجب کز آتش بی‌زینهار ** بسته می‌آریمتان تا سبزه‌زار
  • Ne şaşılacak şey… Sizi zincirlere vurup amansız ateşten çayırlıklara, çimenliklere götürüyorum.
  • از سوی دوزخ به زنجیر گران ** می‌کشمتان تا بهشت جاودان 4580
  • Cehennemden ağır zincirlerle ta ebedî cennete kadar sürükleyip götürüyorum, dedi.
  • هر مقلد را درین ره نیک و بد ** همچنان بسته به حضرت می‌کشد
  • İyi, kötü: Bu yolda her mukallidi de böylece bağlı olarak Allah kapısına çekerler.
  • جمله در زنجیر بیم و ابتلا ** می‌روند این ره بغیر اولیا
  • Velilerden başka herkes, bu yolu korku ve belâ zinciriyle aşar.
  • می‌کشند این راه را بیگاروار ** جز کسانی واقف از اسرار کار
  • eksik
  • جهد کن تا نور تو رخشان شود ** تا سلوک و خدمتت آسان شود
  • Gayret et de nurun parlasın, aydın olsun… sülûkun, hizmetin kolaylaşsın.
  • کودکان را می‌بری مکتب به زور ** زانک هستند از فواید چشم‌کور 4585
  • Çocukları da zorla mektebe götürürsün ya… Çünkü onların gözleri kördür, faydalarını görmezler.
  • چون شود واقف به مکتب می‌دود ** جانش از رفتن شکفته می‌شود
  • Ama mektebin faydasını anladılar mı koşa koşa giderler, içleri açılır, neşe duyarlar.
  • می‌رود کودک به مکتب پیچ پیچ ** چون ندید از مزد کار خویش هیچ
  • Çocuk mektebe kıvrana, kıvrana gider. Çalışmasına karşılık hiçbir şey görmemiştir ki!
  • چون کند در کیسه دانگی دست‌مزد ** آنگهان بی‌خواب گردد شب چو دزد
  • Fakat kesesine birkaç para gündelik kondu mu geceyi hırsız gibi uykusuz geçirir.
  • جهد کن تا مزد طاعت در رسد ** بر مطیعان آنگهت آید حسد
  • Gayret et de ibadetinin karşılığı gelsin… Bak o zaman ibadet edenlere nasıl haset edersin.
  • ائتیا کرها مقلد گشته را ** ائتیا طوعا صفا بسرشته را 4590
  • Mukallitlere “Zorla gelin”, yaradılışı temiz kişilere de “İsteyerek gelin” denmiştir.
  • این محب حق ز بهر علتی ** و آن دگر را بی غرض خود خلتی
  • Bu, Allah’ı bir maksat için sever, öbürünün dostluğunda hiçbir garez, hiçbir maksat yoktur.
  • این محب دایه لیک از بهر شیر ** و آن دگر دل داده بهر این ستیر
  • Bu, dadısını sever ama süt için sever. Öbürünü ancak onu âşık olduğundan, o görünmeyen güzele gönül verdiğinden sever.
  • طفل را از حسن او آگاه نه ** غیر شیر او را ازو دلخواه نه
  • Çocuk, dadının güzelliğini anlamaz ki… Onda sütten başka bir istek yoktur.
  • و آن دگر خود عاشق دایه بود ** بی غرض در عشق یک‌رایه بود
  • Öbürüyse zaten dadıya âşıktır... Bu sevgide muradı, maksadı ancak ona ulaşmaktır.
  • پس محب حق باومید و بترس ** دفتر تقلید می‌خواند بدرس 4595
  • Şu halde Allah’tan bir şey umarak, Allah’tan korkarak sevenler, taklit defterinden ders okumaktadırlar.
  • و آن محب حق ز بهر حق کجاست ** که ز اغراض و ز علتها جداست
  • Nerede Hakk’ı ancak hak için seven, garezlerden, maksatlardan ayrılmış âşık?
  • گر چنین و گر چنان چون طالبست ** جذب حق او را سوی حق جاذبست
  • Fakat ister öyle sevsin, ister böyle… Mademki Allah’ı diliyor, onu Hakk’a çeken yine Hakk’tır.
  • گر محب حق بود لغیره ** کی ینال دائما من خیره
  • Daima Allah’ın hayrına nail olayım diye Allah’ı seven de,
  • یا محب حق بود لعینه ** لاسواه خائفا من بینه
  • Allah’tan başkasına gönül vermekten korkup ancak onu seven de.
  • هر دو را این جست و جوها زان سریست ** این گرفتاری دل زان دلبریست 4600
  • Her ikisinin bu sevgisi, bu arayıp taraması da o âlemdendir… Bu gönül kaptırma, o dilberden. O güzelin güzelliğinden ileri gelmedir.
  • جذب معشوق عاشق را من حیث لا یعمله العاشق و لا یرجوه و لا یخطر بباله و لا یظهر من ذلک الجذب اثر فی العاشق الا الخوف الممزوج بالیاس مع دوام الطلب
  • Sevgilinin; âşığı âşığın bilmediği, ummadığı, aklına bile gelmediği halde kendisine çekişi… Bu çekiş yüzünden âşık, daima sevgiliyi arayıp durmakla beraber korkuyla karışık bir ümitsizliğe düşer, başka bir eseri belirmez
  • آمدیم اینجا که در صدر جهان ** گر نبودی جذب آن عاشق نهان
  • Şimdi şuraya geldik: Eğer Sadr-ı Cihan o âşıkı gizlice çekmese, dilemese, istemeseydi.
  • ناشکیباکی بدی او از فراق ** کی دوان باز آمدی سوی وثاق
  • O âşık, ayrılığa tahammül edemeyecek bir hale gelir, ona kavuşmak için tekrar koşa koşa yollara düşer miydi?
  • میل معشوقان نهانست و ستیر ** میل عاشق با دو صد طبل و نفیر
  • Sevgililerin meyli gizlidir, örtülüdür… Fakat âşığın meyli iki yüz davul zurnayla ilan edilir, o kadar meydandadır.
  • یک حکایت هست اینجا ز اعتبار ** لیک عاجز شد بخاری ز انتظار
  • Burada ibret için bir hikâye söylemek var ama Buhara’lı âşık beklemekten âciz oldu.
  • ترک آن کردیم کو در جست و جوست ** تاکه پیش از مرگ بیند روی دوست 4605
  • Sevgilisini arayıp duruyor, ölmeden kavuşsun, yüzünü görsün diye söylemekten vazgeçtik.
  • تا رهد از مرگ تا یابد نجات ** زانک دید دوستست آب حیات
  • Ölümden kurtulsun, kurtuluşa erişsin… Çünkü sevgiliyi görmek, Âbıhayat içmektir.
  • هر که دید او نباشد دفع مرگ ** دوست نبود که نه میوه‌ستش نه برگ
  • Görülmesi, ölümü gidermeyen sevgili, sevgili değildir. Onun ne meyvesi vardır, ne yaprağı!
  • کار آن کارست ای مشتاق مست ** کاندر آن کار ار رسد مرگت خوشست
  • Ey iştiyak çeken sarhoş, iş, o iştir ki sen o işteyken ölüm bile gelip çatsa sana hoş gelsin.
  • شد نشان صدق ایمان ای جوان ** آنک آید خوش ترا مرگ اندر آن
  • Delikanlı, iman doğruluğunun nişanesi, o sırada ölsen bile sana ölümün hoş gelmesidir.
  • گر نشد ایمان تو ای جان چنین ** نیست کامل رو بجو اکمال دین 4610
  • Canım, imanın böyle değilse kâmil değildir demek… Yürü, dini tamamlamaya savaş!
  • هر که اندر کار تو شد مرگ‌دوست ** بر دل تو بی کراهت دوست اوست
  • Hangi işe girişirsin de o işte sana ölüm bile hoş gelirse sevdiğin iş, işte o iştir.
  • چون کراهت رفت آن خود مرگ نیست ** صورت مرگست و نقلان کردنیست
  • Ölümün kötülüğümü gitti mi zaten artık o ölüm, değildir, ölümün bir suretidir, bir göçmeden ibarettir, o.
  • چون کراهت رفت مردن نفع شد ** پس درست آید که مردن دفع شد
  • Ölümdeki kötülük gitti mi ölümde fayda var demektir. Gayri dosdoğru anlaşıldı ki ölüm geçti gitti!
  • دوست حقست و کسی کش گفت او ** که توی آن من و من آن تو
  • Sevgili dediğin bir Hak’tır, bir de Allah’ın “Sen benimsin, ben senin” dediği.
  • گوش دار اکنون که عاشق می‌رسد ** بسته عشق او را به حبل من مسد 4615
  • Şimdi kulak ver de dinle: Aşk, âşığı liften örme ipliklerle bağlamış… Sürükleyip getirdi.
  • چون بدید او چهره‌ی صدر جهان ** گوییا پریدش از تن مرغ جان
  • Sadr-ı Cihan’nın yüzünü görür görmez sanki can kuşu, bedeninden uçup gitti.
  • همچو چوب خشک افتاد آن تنش ** سرد شد از فرق جان تا ناخنش
  • Bedeni kuru bir ağaç gibi kalakaldı… Tepesinden tırnağına kadar buz kesildi!