English    Türkçe    فارسی   

3
4630-4679

  • ای تو در اطباق قدرت منتهی ** منتهی ما در کمی و بی‌رهی 4630
  • Sen, kudret derecelerinin en sonuna varmışsın… Biz, acizliğin, zavallılığın son derecesine varmışız!
  • داد ده ما را ازین غم کن جدا ** دست گیر ای دست تو دست خدا
  • İmdat et, bizi bu gamdan kurtar… Ey eli, Allah eli olan, elimizi tut!
  • پس سلیمان گفت ای انصاف‌جو ** داد و انصاف از که میخواهی بگو
  • Süleyman; Ey hak isteyen, kimden şikâyet ediyorsun? Söyle.
  • کیست آن کالم که از باد و بروت ** ظلم کردست و خراشیدست روت
  • Kimdir o zalim ki ululuk satarak sana zulmetti, yüzünü, gözünü tırmaladı?
  • ای عجب در عهد ما ظالم کجاست ** کو نه اندر حبس و در زنجیر ماست
  • Bizim zamanımızda zalim nerede? Şaşılacak şey… Nasıl oluyor da hapsedilmemiş, nasıl oluyor da bizim zindanımızda değil?
  • چونک ما زادیم ظلم آن روز مرد ** پس بعهد ما کی ظلمی پیش برد 4635
  • Bizim doğduğumuz gün zulüm öldü… Kimdir bizim zamanımızda zulmeden?
  • چون بر آمد نور ظلمت نیست شد ** ظلم را ظلمت بود اصل و عضد
  • Nur geldi mi zulmet yok olur. Zulmün aslı ve arkası da zulmettir.
  • نک شیاطین کسب و خدمت می‌کنند ** دیگران بسته باصفادند و بند
  • Bak, şeytanlar, bizim için çalışmada, kazanmada, bize hizmet etmede… Hizmetten çekinenler de zincirlerle bağlanmış, bukağılarına vurulmuş!
  • اصل ظلم ظالمان از دیو بود ** دیو در بندست استم چون نمود
  • Zalimler, Şeytan’ın iğvasiyle zulmederler, zalimlerin zulmünün aslı Şeytan’dan gelir… Şeytan, bağlarla bağlanmış, zincirlere vurulmuşken nasıl olup da zulümde bulunabilir?
  • ملک زان دادست ما را کن فکان ** تا ننالد خلق سوی آسمان
  • Allah, bize padişahlığı; halk göklere el açıp ağlamasın diye verdi.
  • تا به بالا بر نیاید دودها ** تا نگردد مضطرب چرخ و سها 4640
  • Ah ve feryatların yücelere çıkmasın, gökyüzüyle süha yıldızı ıstıraba düşmesin.
  • تا نلرزد عرش از ناله یتیم ** تا نگردد از ستم جانی سقیم
  • Arş yetim feryadıyla titremesin, hiç kimse sitemle perişan olmasın diye bize saltanat ihsan etti.
  • زان نهادیم از ممالک مذهبی ** تا نیاید بر فلکها یا ربی
  • Göklere “Yarabbi” sesi çıkmasın diye ülkelerde yol yordam olarak bu adaleti, bu ihsan kaidesini bir kanun haline getirdik.
  • منگر ای مظلوم سوی آسمان ** کاسمانی شاه داری در زمان
  • Ey mazlum gökyüzüne bakma… Zamanede gök gibi ihsan ve feyz sahibi bir padişahın var, dedi.
  • گفت پشه داد من از دست باد ** کو دو دست ظلم بر ما بر گشاد
  • Sivrisinek dedi ki: “Benim feryadım rüzgârın elinden… O bize zulüm ellerini uzattı, bize zulmetti.
  • ما ز ظلم او به تنگی اندریم ** با لب بسته ازو خون می‌خوریم 4645
  • Onun zulmünden daraldık, onun yüzünden dudağımız yumulu, kanlar yutmaktayız!
  • امرکردن سلیمان علیه السلام پشه‌ی متظلم را به احضار خصم به دیوان حکم
  • Süleyman aleyhisselâm’ın açıklanan sivrisineğe düşmanını da mahkemeye getirmesini emretmesi
  • پس سلیمان گفت ای زیبادوی ** امر حق باید که از جان بشنوی
  • Süleyman, “Ey güzel sesli, Allah emrini candan dinlenmek gerek.
  • حق به من گفتست هان ای دادور ** مشنو از خصمی تو بی خصمی دگر
  • Allah bana dedi ki: “Ey adalet sahibi, hasmı da hazır olmadıkça kimsenin şikâyetini dinleme.
  • تانیاید هر دو خصم اندر حضور ** حق نیاید پیش حاکم در ظهور
  • İki hasım da hazır olmazsa hâkim, hak hangisindedir, bilemez.
  • خصم تنها گر بر آرد صد نفیر ** هان و هان بی خصم قول او مگیر
  • Birisi yalnız gelse de yüzlerce şikâyette bulunsa, yüzlerce feryat etse bile sakın ha, sakın... Hasmı olmadıkça sözünü kabul etme.
  • من نیارم رو ز فرمان تافتن ** خصم خود را رو بیاور سوی من 4650
  • Ben fermandan yüz çeviremem. Hadi git, hasmını al, öyle gel” dedi.
  • گفت قول تست برهان و درست ** خصم من بادست و او در حکم تست
  • Sivrisinek dedi ki: “Sözün doğru, delilin tam yerinde… Düşmanım rüzgâr, o da senin emrinde!”
  • بانگ زد آن شه که ای باد صبا ** پشه افغان کرد از ظلمت بیا
  • O padişah “Ey seher yeli, sivrisinek, zulmünden feryat ediyor… Gel,
  • هین مقابل شو تو و خصم و بگو ** پاسخ خصم و بکن دفع عدو
  • Hadi, geç hasmının karşısına da anlat, ona cevap ver, dâvasını reddet!” dedi.
  • باد چون بشنید آمد تیز تیز ** پشه بگرفت آن زمان راه گریز
  • Rüzgâr, bu emri duyunca çabucacık esip geldi… Fakat sivrisinek kaçma yolunu tuttu!
  • پس سلیمان گفت ای پشه کجا ** باش تا بر هر دو رانم من قضا 4655
  • Süleyman “A sivrisinek nereye? Dur da ikinizi de dinleyip hüküm vereyim” dedi.
  • گفت ای شه مرگ من از بود اوست ** خود سیاه این روز من از دود اوست
  • Sivrisinek dedi ki: “Padişahım, ölümüm, onun varlığından… Zaten günüm, onun dumanından kararmakta.
  • او چو آمد من کجا یابم قرار ** کو بر آرد از نهاد من دمار
  • O gelince ben nasıl durabilirim? Benim kökümü kazan o!”
  • همچنین جویای درگاه خدا ** چون خدا آمد شود جوینده لا
  • Tıpkı bunun gibi Allah tapısını arayan da Allah geldi mi yok olur.
  • گرچه آن وصلت بقا اندر بقاست ** لیک ز اول آن بقا اندر فناست
  • O vuslat ebedîlik içinde ebedîliktir ama o ebedîlik yokluk suretinde tecelli eder.
  • سایه‌هایی که بود جویای نور ** نیست گردد چون کند نورش ظهور 4660
  • Nur arayan gölgeler, nur zuhur etti mi yok olur.
  • عقل کی ماند چو باشد سرده او ** کل شیء هالک الا وجهه
  • Âşık, başını verince akıl kalır mı gayrı? Her şey helâk bulur, yalnız onun hakikati kalır.
  • هالک آید پیش وجهش هست و نیست ** هستی اندر نیستی خود طرفه‌ایست
  • Onun hakikatine karşı var da yok olur, yok da. Yoklukta varlık… Bu, pek acayip bir şey!
  • اندرین محضر خردها شد ز دست ** چون قلم اینجا رسیده شد شکست
  • Bu makamda akıllar elden çıkar, kalem buraya vardı mı kırılır, bir şey yazamaz olur!
  • نواختن معشوق عاشق بیهوش را تا به هوش باز آید
  • Sevgilinin, kendine gelsin diye âşığına iltifat etmesi
  • می‌کشید از بیهشی‌اش در بیان ** اندک اندک از کرم صدر جهان
  • Sadr-ı Cihan, o âşığı yavaş, yavaş istiğrak âleminden çekmekte, söz söyleme makamına getirmekteydi.
  • بانگ زد در گوش او شه کای گدا ** زر نثار آوردمت دامن گشا 4665
  • Padişah âşığın kulağına dedi ki: “Ey yoksul, eteğini aç, sana altın saçmaya geldim.
  • جان تو کاندر فراقم می‌طپید ** چونک زنهارش رسیدم چون رمید
  • Canın ayrılığımla halecan içindeydi… İmdadına geldim, nasıl oldu da ürküp kaçtı?
  • ای بدیده در فراقم گرم و سرد ** با خود آ از بی‌خودی و باز گرد
  • Ey ayrılığımla dünyanın soğuğunu, sıcağını, kahrını, kahrını, lütfunu gören âşık, kendine gel, dön geriye!
  • مرغ خانه اشتری را بی خرد ** رسم مهمانش به خانه می‌برد
  • Akılsız bir tavuk, deveyi evine konuk götürür.
  • چون به خانه مرغ اشتر پا نهاد ** خانه ویران گشت و سقف اندر فتاد
  • Fakat deve, tavuğun evine ayak atar atmaz ev yıkılır, dam çöker!
  • خانه‌ی مرغست هوش و عقل ما ** هوش صالح طالب ناقه‌ی خدا 4670
  • Bizim aklımız, fikrimiz de tavuk kümesinden ibaret. Salih’in aklıysa Allah devesini arar.
  • ناقه چون سر کرد در آب و گلش ** نه گل آنجا ماند نه جان و دلش
  • Deve, başını suya, toprağa daldırınca orada ne toprak kalır, ne can, ne gönül.
  • کرد فضل عشق انسان را فضول ** زین فزون‌جویی ظلومست و جهول
  • Aşk öyle bir fazilettir ki insanı faziletler sahibi yapar… Fakat insan, bu haddinden fazla dileyiş yüzünden hem pek zalimdir, ham de pek cahil!
  • جاهلست و اندرین مشکل شکار ** می‌کشد خرگوش شیری در کنار
  • İnsan hakikaten bilgisizdir; Hele bu müşkül avda büsbütün bilgisiz. Bir tavşan, aslanı kucaklamaya çalışıyor!
  • کی کنار اندر کشیدی شیر را ** گر بدانستی و دیدی شیر را
  • Eğer aslanı bilseydi, görseydi hiç kucaklamaya kalkışır mıydı, buna imkân mı var?
  • ظالمست او بر خود و بر جان خود ** ظلم بین کز عدلها گو می‌برد 4675
  • İnsan, canına da zulmeder, nefsine de… Fakat şu zulme bak, şu zulmü gör ki adaletlerden bile topu kapar, adaletlerden bile üstündür, ileridir.
  • جهل او مر علمها را اوستاد ** ظلم او مر عدلها را شد رشاد
  • Bilgisizliği ilimlere üstattır… Zulmü, adaletlere doğru yol gösterir.
  • دست او بگرفت کین رفته دمش ** آنگهی آید که من دم بخشمش
  • Sadr-ı Cihan, bu nefesi kesilmiş âşık, ona ben nefes bağışlayınca dirilir, kendine gelir diye âşığın elini tuttu,
  • چون به من زنده شود این مرده‌تن ** جان من باشد که رو آرد به من
  • “Bu bedeni ölü, bu canı uyanık âşık, benimle diriliyor. Şu halde o, benim canım… Bana yüz tutuyor.
  • من کنم او را ازین جان محتشم ** جان که من بخشم ببیند بخششم
  • Ben onu bu candan yücelteyim, bu cana muhtaç olmasın. Ona bir can bağışlayayım da ihsanımı onunla görsün!