English    Türkçe    فارسی   

3
601-650

  • آنچنان رو که همه رزق و شرست ** از مسلمانان نهان اولیترست
  • Gizlediği yüz de zaten tamamıyla hile ve riyadan ibaretti. Öyle yüzün, Müslümanlardan gizli kalması daha iyi.
  • رویها باشد که دیوان چون مگس ** بر سرش بنشسته باشند چون حرس
  • Öyle yüzler vardır ki şeytanlar, sinek gibi başına üşüşür, bekçi gibi orada yurt tutar, otururlar.
  • چون ببینی روی او در تو فتند ** یا مبین آن رو چو دیدی خوش مخند
  • Bu çeşit adamların suratını gördün mü ya bakma yahut da mademki baktın, hoşlanıp gülme.
  • در چنان روی خبیث عاصیه ** گفت یزدان نسفعن بالناصیه
  • O çeşit habis ve âsi suratlar hakkında Allah, “Alnının perçeminden yakalar, çekeriz” dedi.
  • چون بپرسیدند و خانه‌ش یافتند ** همچو خویشان سوی در بشتافتند 605
  • Konuklar, köylünün evini sorup buldular, akraba ve bildikleri gibi kapıya koştular.
  • در فرو بستند اهل خانه‌اش ** خواجه شد زین کژروی دیوانه‌وش
  • Köylünün evindekiler kapıyı kapadılar. Şehirli, bu aykırı hareketten deli gibi oldu.
  • لیک هنگام درشتی هم نبود ** چون در افتادی بچه تیزی چه سود
  • Fakat zaten sertlik gösterilecek zaman değildi. Kuyuya düştükten sonra sertliğin ne faydası var?
  • بر درش ماندند ایشان پنج روز ** شب بسرما روز خود خورشیدسوز
  • Tam beş gün, geceleri soğuktan üşüyerek, gündüzleri sıcaktan yanıp yakılarak kapısının önünde kaldılar.
  • نه ز غفلت بود ماندن نه خری ** بلک بود از اضطرار و بی‌خری
  • Orada kalışları ne gafilliklerindendi, ne eşekliklerinden. Zaruretten, açlık ve susuzluk yüzündendi.
  • با لیمان بسته نیکان ز اضطرار ** شیر مرداری خورد از جوع زار 610
  • İyiler, zaruret yüzünden kötülerle bağdaşırlar. Adam, zaruret yüzünden ölü eti bile yer!
  • او همی‌دیدش همی‌کردش سلام ** که فلانم من مرا اینست نام
  • Şehirli, köylüyü gördükçe selâm vermekte, “ Yahu, ben filan kişiyim, adım da şu” demekteydi.
  • گفت باشد من چه دانم تو کیی ** یا پلیدی یا قرین پاکیی
  • Köylü ”Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben ne bileyim? Belki kötü bir adamsın, belki temiz bir adam.
  • گفت این دم با قیامت شد شبیه ** تا برادر شد یفر من اخیه
  • Şehirli dedi ki: “Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden kaçmada!”
  • شرح می‌کردش که من آنم که تو ** لوتها خوردی ز خوان من دوتو
  • Şehirli, köylüye “ Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o adam değil miyim?
  • آن فلان روزت خریدم آن متاع ** کل سر جاوز الاثنین شاع 615
  • Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez miydik?
  • سر مهر ما شنیدستند خلق ** شرم دارد رو چو نعمت خورد حلق
  • Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir. Boğaz, nimet yerse yüz utanır” diye anlatıp duruyor.
  • او همی‌گفتش چه گویی ترهات ** نه ترا دانم نه نام تو نه جات
  • Köylü de “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum, ne adını, ne yerini!” diyordu.
  • پنجمین شب ابر و بارانی گرفت ** کاسمان از بارشش دارد شگفت
  • Beşinci gece gökyüzünü bulutlar kapladı, bir yağmur başladı ki gök bile bu yağışa şaşa kaldı.
  • چون رسید آن کارد اندر استخوان ** حلقه زد خواجه که مهتر را بخوان
  • Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli “Ev sahibini çağırın” diye kapının halkasını döğmeye başladı.
  • چون بصد الحاح آمد سوی در ** گفت آخر چیست ای جان پدر 620
  • Köylü, yüzlerce ısrardan sonra nihayet kapıya gelip “Babasının canı ne istersin, ne var” deyince
  • گفت من آن حقها بگذاشتم ** ترک کردم آنچ می‌پنداشتم
  • Şehirli, dedi ki: “Bunca haktan vazgeçtim, bütün zanlarımı, düşüncelerimi terk ettim.
  • پنج‌ساله رنج دیدم پنج روز ** جان مسکینم درین گرما و سوز
  • Zavallı cancağızım, beş günde bu sıcakta yanıp şu soğukta donarak beş yıllık zahmet çekti.”
  • یک جفا از خویش و از یار و تبار ** در گرانی هست چون سیصد هزار
  • Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin cefasına eşittir.
  • زانک دل ننهاد بر جور و جفاش ** جانش خوگر بود با لطف و وفاش
  • Çünkü insan, eşin dostun cevrü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı daima onun lütfuna, vefasına alışmıştır.
  • هرچه بر مردم بلا و شدتست ** این یقین دان کز خلاف عادتست 625
  • İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir.
  • گفت ای خورشید مهرت در زوال ** گر تو خونم ریختی کردم حلال
  • Şehirli: “Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile döksen helâl ederim.
  • امشب باران به ما ده گوشه‌ای ** تا بیابی در قیامت توشه‌ای
  • Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de bunun ecrine nail ol” dedi.
  • گفت یک گوشه‌ست آن باغبان ** هست اینجا گرگ را او پاسبان
  • Köylü, “Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta kurtları bekler.
  • در کفش تیر و کمان از بهر گرگ ** تا زند گر آید آن گرگ سترگ
  • Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
  • گر تو آن خدمت کنی جا آن تست ** ورنه جای دیگری فرمای جست 630
  • Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu işi başaramazsan kendine başka bir yer ara” deyince,
  • گفت صد خدمت کنم تو جای ده ** آن کمان و تیر در کفم بنه
  • Şehirli dedi ki: “Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer ver. O yayı, oku da ver elime.
  • من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
  • Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
  • بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
  • İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
  • گوشه‌ای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
  • O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
  • چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار 635
  • Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi.
  • شب همه شب جمله گویان ای خدا ** این سزای ما سزای ما سزا
  • Bütün gece “Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hatta bunun iki yüz misline bile lâyığız.
  • این سزای آنک شد یار خسان ** یا کسی کرداز برای ناکسان
  • Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin lâyığı budur.
  • این سزای آنک اندر طمع خام ** ترک گوید خدمت خاک کرام
  • Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
  • خاک پاکان لیسی و دیوارشان ** بهتر از عام و رز و گلزارشان
  • Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.
  • بنده‌ی یک مرد روشن‌دل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی 640
  • Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi.
  • از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
  • Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
  • شهریان خود ره‌زنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
  • Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
  • این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل
  • Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
  • چون پشیمانی ز دل شد تا شغاف ** زان سپس سودی ندارد اعتراف
  • Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk ah etmenin ne faydası var.
  • آن کمان و تیر اندر دست او ** گرگ را جویان همه شب سو بسو 645
  • Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta, her tarafta kurt araştırmaktaydı.
  • گرگ بر وی خود مسلط چون شرر ** گرگ جویان و ز گرگ او بی‌خبر
  • Hâlbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
  • هر پشه هر کیک چون گرگی شده ** اندر آن ویرانه‌شان زخمی زده
  • Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
  • فرصت آن پشه راندن هم نبود ** از نهیب حمله‌ی گرگ عنود
  • İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da mecalleri yoktu.
  • تا نباید گرگ آسیبی زند ** روستایی ریش خواجه بر کند
  • Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını, sakalını yolardı.
  • این چنین دندان‌کنان تا نیمشب ** جانشان از ناف می‌آمد به لب 650
  • Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir hâlde beklerken,