English    Türkçe    فارسی   

4
1235-1284

  • چیست نام این وزیر جامه‌کن ** قوم گفتندش که نامش هم حسن 1235
  • Bu insanın elbiselerini soyan vezirin adı ne? Söyleyin bana! Onlar adı “Hasan” dediler.
  • گفت یا رب نام آن و نام این ** چون یکی آمد دریغ ای رب دین
  • Şair, Yarabbi dedi... Onun adı da Hasan, bunun adı da... Ey din Rabbi, yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir oluyor.
  • آن حسن نامی که از یک کلک او ** صد وزیر و صاحب آید جودخو
  • Onun adı Hasan... Fakat onun kaleminin bir yazısıyla yüzlerce cömert kişi padişaha vezir ve muhasip olabilirdi...
  • این حسن کز ریش زشت این حسن ** می‌توان بافید ای جان صد رسن
  • Bunun adı da Hasan... Fakat bu Hasan’ın çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin!
  • بر چنین صاحب چو شه اصغا کند ** شاه و ملکش را ابد رسوا کند
  • Padişah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini de rezil rüsvay eder, devletini de!
  • مانستن بدرایی این وزیر دون در افساد مروت شاه به وزیر فرعون یعنی هامان در افساد قابلیت فرعون
  • Bu alçak vezirin, padişahın adamlığını bozma hususundaki kötü reyi Firavun’un kabiliyetini bozan veziri Haman’ın rey ve tedbirine benzer
  • چند آن فرعون می‌شد نرم و رام ** چون شنیدی او ز موسی آن کلام 1240
  • Firavun, Musa’nın sözlerini işittikçe kaç defa yumuşadı, ram oldu.
  • آن کلامی که بدادی سنگ شیر ** از خوشی آن کلام بی‌نظیر
  • Musa’nın sözleri, öyle sözlerdi ki o eşsiz sözlerin güzelliğini duysa, taştan süt akardı.
  • چون بهامان که وزیرش بود او ** مشورت کردی که کینش بود خو
  • Fakat huyu kinden ibaret olan veziri Haman’la görüşüp danışınca,
  • پس بگفتی تا کنون بودی خدیو ** بنده گردی ژنده‌پوشی را بریو
  • Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... Şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
  • هم‌چو سنگ منجنیقی آمدی ** آن سخن بر شیشه خانه‌ی او زدی
  • Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
  • هر چه صد روز آن کلیم خوش‌خطاب ** ساختی در یک‌دم او کردی خراب 1245
  • Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi!
  • عقل تو دستور و مغلوب هواست ** در وجودت ره‌زن راه خداست
  • Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... Vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
  • ناصحی ربانیی پندت دهد ** آن سخن را او به فن طرحی نهد
  • Allah’a mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;
  • کین نه بر جایست هین از جا مشو ** نیست چندان با خود آ شیدا مشو
  • Bu, yerinde bir söz değil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... İş öyle değil, kendine gel, delirme demektedir.
  • وای آن شه که وزیرش این بود ** جای هر دو دوزخ پر کین بود
  • Vay o padişaha ki veziri budur... Her ikisinin yeri de kin güden cehennemdir.
  • شاد آن شاهی که او را دست‌گیر ** باشد اندر کار چون آصف وزیر 1250
  • Ne mutlu o padişaha ki müşkül işe düştü mü elini tutacak Asaf gibi bir veziri vardır.
  • شاه عادل چون قرین او شود ** نام آن نور علی نور این بود
  • Adaletli padişah, Asaf’a eş oldu mu artık adı “Nur üstüne nur” olur...
  • چون سلیمان شاه و چون آصف وزیر ** نور بر نورست و عنبر بر عبیر
  • “Padişah Süleyman” veziri de Asaf oldu mu nur üstüne nurdur, amber üstüne amber!
  • شاه فرعون و چو هامانش وزیر ** هر دو را نبود ز بدبختی گزیر
  • Fakat padişah Firavun, veziri de Haman olursa ikisi de talihsizlikten, kötülükten kaçamazlar, çaresiz perişan olur giderler!
  • پس بود ظلمات بعضی فوق بعض ** نه خرد یار و نه دولت روز عرض
  • Karanlıklar üstüne çöken karanlıklara düşerler de ne akıl, onlara yâr olur, ne de kıyamet günü devlete erişirler!
  • من ندیدم جز شقاوت در لام ** گر تو دیدستی رسان از من سلام 1255
  • Ben kötülerde kötülükten başka bir şey görmedim... Sen gördüysen var selâm söyle!
  • هم‌چو جان باشد شه و صاحب چو عقل ** عقل فاسد روح را آرد بنقل
  • Padişah cana benzer, vezir de akla... Fesatçı akıl, ruhu kötülüklere götürür.
  • آن فرشته‌ی عقل چون هاروت شد ** سحرآموز دو صد طاغوت شد
  • Akıl meleği Harut’laşınca yüzlerce kötü kişiye sihir öğretir!
  • عقل جزوی را وزیر خود مگیر ** عقل کل را ساز ای سلطان وزیر
  • Cüz’i aklı kendine vezir yapma. Aklı küllü vezir yap padişahım.
  • مر هوا را تو وزیر خود مساز ** که برآید جان پاکت از نماز
  • Heva ve hevesini kendine vezir yapma da pak canın namazdan, niyazdan kalmasın.
  • کین هوا پر حرص و حالی‌بین بود ** عقل را اندیشه یوم دین بود 1260
  • Çünkü bu heva ve heves, hırslarla doludur ve içinde bulunduğu hali görür... Aklın düşüncesiyse din gününün düşüncesidir.
  • عقل را دو دیده در پایان کار ** بهر آن گل می‌کشد او رنج خار
  • Aklın gözleri işin sonunu gözetir... Akıl, bir gül için diken zahmetini çeker durur!
  • که نفرساید نریزد در خزان ** باد هر خرطوم اخشم دور از آن
  • Fakat o gül, öyle bir güldür ki ne solar, ne de güzün dökülür... Koku almayan her kötü kişinin burnu ondan uzak olsun!
  • نشستن دیو بر مقام سلیمان علیه‌السلام و تشبه کردن او به کارهای سلیمان علیه‌السلام و فرق ظاهر میان هر دو سلیمان و دیو خویشتن را سلیمان بن داود نام کردن
  • Devin, Süleyman aleyhisselâm’ın makamına geçip oturması ve Süleyman aleyhisselâm işlerine benzer işler yapması, her ikisi arasında görünüp duran fark ve devin, kendisine Davut oğlu Süleyman adını takması
  • ورچه عقلت هست با عقل دگر ** یار باش و مشورت کن ای پدر
  • Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş, danış!
  • با دو عقل از بس بلاها وا رهی ** پای خود بر اوج گردونها نهی
  • İki akılla birçok belâlardan kurtulur, ayağını göklerin ta yücesine korsun!
  • دیو گر خود را سلیمان نام کرد ** ملک برد و مملکت را رام کرد 1265
  • Dev kendine Süleyman adını taktı, devleti elde etti, ülkeyi hükmüne aldı.
  • صورت کار سلیمان دیده بود ** صورت اندر سر دیوی می‌نمود
  • Süleyman’ın yaptığı işleri görmüştü, onun gibi hareket ediyordu... Fakat iç yüzden yine devliği suratına vurmakta, devliği görünüp durmaktaydı!
  • خلق گفتند این سلیمان بی‌صفاست ** از سلیمان تا سلیمان فرقهاست
  • Halk, bu Süleyman’da o nur o temizlik yok; Süleyman’dan Süleyman’a ne farklar var.
  • او چو بیداریست این هم‌چون وسن ** هم‌چنانک آن حسن با این حسن
  • O uyanıklığa benziyordu, buysa derin bir uyku gibi. Âdeta o Hasanla bu Hasan gibi aralarında pek büyük bir fark var diyordu.
  • دیو می‌گفتی که حق بر شکل من ** صورتی کردست خوش بر اهرمن
  • Dev de, “Allah benim şeklimde güzel bir dev yaratmıştır.
  • دیو را حق صورت من داده است ** تا نیندازد شما را او بشست 1270
  • Bir dev’e benim suretimi vermiştir; sakın o, sizi aldatmasın.
  • گر پدید آید به دعوی زینهار ** صورت او را مدارید اعتبار
  • Meydana çıkar da Süleyman benim diye dâvaya kalkışırsa sakın onun suretine itibar etmeyin” diyordu.
  • دیوشان از مکر این می‌گفت لیک ** می‌نمود این عکس در دلهای نیک
  • Dev, hileyle onlara bu sözleri söylüyordu ama iyi adamların gönüllerinde bunun aksi görünmekteydi.
  • نیست بازی با ممیز خاصه او ** که بود تمییز و عقلش غیب‌گو
  • İyiyi kötüyü fark eden adamla oyun olmaz; hele o adamın bu fark edişi ve aklı, gaypları görür söylerse!
  • هیچ سحر و هیچ تلبیس و دغل ** می‌نبندد پرده بر اهل دول
  • Hiçbir büyü hiçbir şeytanlık ve hile, devlet sahibi olanların gönüllerine perde geremez.
  • پس همی گفتند با خود در جواب ** بازگونه می‌روی ای کژ خطاب 1275
  • Onlar, kendi kendilerine “A eğri sözlü, tersine gidiyorsun...
  • بازگونه رفت خواهی همچنین ** سوی دوزخ اسفل اندر سافلین
  • Böyle tersine tersine gide gide, ta cehennemin en dibine kadar gideceksin ya!
  • او اگر معزول گشتست و فقیر ** هست در پیشانیش بدر منیر
  • Süleyman, Süleymanlıktan kaldı, yoksul oldu ama alnında o aydın dolunay parlayıp durmada.
  • تو اگر انگشتری را برده‌ای ** دوزخی چون زمهریر افسرده‌ای
  • Sen, nihayet bir yüzüktür kapmışsın ama zemheri gibi donmuş kalmış bir cehennemsin yine!
  • ما ببوش و عارض و طاق و طرنب ** سر کجا که خود همی ننهیم سنب
  • Biz neredeyiz... Ululuk, sayvan ve kök önünde secde etmek nerede? Böyle şeylerin önüne baş koymak şöyle dursun, hayvan tırnağını bile komayız biz!
  • ور به غفلت ما نهیم او را جبین ** پنجه‌ی مانع برآید از زمین 1280
  • Hatta gaflete düşer de baş komaya kalkarsak bile bir pençe gelir, başımızı yerden iter, mâni olur...
  • که منه آن سر مرین سر زیر را ** هین مکن سجده مرین ادبار را
  • Bu aşağılık kişiye baş koymayın, kendinize gelin... Bu bayağı adama secde etmeyin der” demekteydiler.
  • کردمی من شرح این بس جان‌فزا ** گر نبودی غیرت و رشک خدا
  • Ben, bu cana canlar katan hikâyeyi anlatmaya kalkardım ama Allah gayreti olmasaydı!
  • هم قناعت کن تو بپذیر این قدر ** تا بگویم شرح این وقتی دگر
  • Kanaat et, bu kadarcığını kabul eyle de başka bir vakit bunu anlatayım!
  • نام خود کرده سلیمان نبی ** روی‌پوشی می‌کند بر هر صبی
  • Dev, adını Süleyman Peygamber taktı ama ancak çoluk çocuğu kandırmak için!