English    Türkçe    فارسی   

4
1337-1386

  • پس بپوشید اول آن بر جان ما ** تا کنیم آن کار بر وفق قضا
  • Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim diye önce ondaki ayıbı, kusuru, bizden gizlemiştir.
  • چون قضا آورد حکم خود پدید ** چشم وا شد تا پشیمانی رسید
  • Kaza ve kader, hükmünü izhar edince göz açılır, pişmanlık gelir, çatar!
  • این پشیمانی قضای دیگرست ** این پشیمانی بهل حق را پرست
  • Bu pişmanlıkta ayrı bir kaza ve kaderdir... Bu pişmanlığı bırak da Allah’a tap!
  • ور کنی عادت پشیمان خور شوی ** زین پشیمانی پشیمان‌تر شوی 1340
  • Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durur, nihayet bu pişmanlığı da daha ziyade pişman olursun!
  • نیم عمرت در پریشانی رود ** نیم دیگر در پشیمانی رود
  • Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider!
  • ترک این فکر و پریشانی بگو ** حال و یار و کار نیکوتر بجو
  • Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
  • ور نداری کار نیکوتر به دست ** پس پشیمانیت بر فوت چه است
  • Elinde daha iyi bir iş yoksa pişmanlığın neye? Neyi fevt ettin de pişman oluyorsun ki?
  • گر همی دانی ره نیکو پرست ** ور ندانی چون بدانی کین به دست
  • Eğer biliyorsan bilirsin ki doğru yol, Allah’a tapmaktan ibarettir... Yok bilmiyorsan herhangi bir şeyin kötü olduğunu nasıl bilirsin ki?
  • بد ندانی تا ندانی نیک را ** ضد را از ضد توان دید ای فتی 1345
  • İyiyi bilmedikçe kötüyü bilemezsin... Ey yiğit zıt, zıddıyla görülebilir.
  • چون ز ترک فکر این عاجز شدی ** از گناه آنگاه هم عاجز بدی
  • Mademki bu fikri terk etmekten âcizsin... O vakit günah işlememekten de âcizdin!
  • چون بدی عاجز پشیمانی ز چیست ** عاجزی را باز جو کز جذب کیست
  • Âciz olduktan sonra pişmanlık neden? O acizlik, kimin takdiriyle, onu ara!
  • عاجزی بی‌قادری اندر جهان ** کس ندیدست و نباشد این بدان
  • Âlemde bir kâdir olmadıkça hiç kimse, ne bir âcizi görmüştür, ne de böyle bir şey olur... Bunu böyle bil!
  • همچنین هر آرزو که می‌بری ** تو ز عیب آن حجابی اندری
  • Böylece, olmasına çalıştığın her isteğin ayıbından bihabersin... Onun ayıbı ve noktası, sana örtülüdür!
  • ور نمودی علت آن آرزو ** خود رمیدی جان تو زان جست و جو 1350
  • O istediğin ayıp ve noksanı sana görünseydi canın o araştırmadan kaçıverirdi!
  • گر نمودی عیب آن کار او ترا ** کس نبردی کش کشان آن سو ترا
  • O işin ayıp ve noksanı sence belli olsaydı seni hiç kimse o işe, hatta çeke çeke bile götüremezdi!
  • وان دگر کار کز آن هستی نفور ** زان بود که عیبش آمد در ظهور
  • Nefret ettiğin öbür iş yok mu? Ondan neden nefret ettin? Çünkü ayıbı, noksanı meydana çıktı da ondan!
  • ای خدای رازدان خوش‌سخن ** عیب کار بد ز ما پنهان مکن
  • Ey sırları bilen güzel sözlü Allah, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!
  • عیب کار نیک را منما به ما ** تا نگردیم از روش سرد و هبا
  • İyi işleri de bize ayıplı gösterme de o işe gidelim, sarılalım... Çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın!
  • هم بر آن عادت سلیمان سنی ** رفت در مسجد میان روشنی 1355
  • Yüce Süleyman, âdeti veçhile alaca karanlıkta mescide giderdi.
  • قاعده‌ی هر روز را می‌جست شاه ** که ببیند مسجد اندر نو گیاه
  • Her gün, âdeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiş... O padişah, bunu arar araştırırdı.
  • دل ببیند سر بدان چشم صفی ** آن حشایش که شد از عامه خفی
  • Gönül haktan gizli kalan o otları gizlice can gözüyle görür, tanır.
  • قصه‌ی صوفی کی در میان گلستان سر به زانو مراقب بود یارانش گفتند سر برآور تفرج کن بر گلستان و ریاحین و مرغان و آثار رحمةالله تعالی
  • Sofinin, gül bahçesinde başını dizine dayayıp murakabeye dalması, dostlarının başını kaldır, bahçeyi seyret... Allah rahmetinin eserleri olan çiçeklere, kuşlara bak demeleri
  • صوفیی در باغ از بهر گشاد ** صوفیانه روی بر زانو نهاد
  • Sofinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için soficesine yüzünü dizine dayamış,
  • پس فرو رفت او به خود اندر نغول ** شد ملول از صورت خوابش فضول
  • Varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandı.
  • که چه خسپی آخر اندر رز نگر ** این درختان بین و آثار و خضر 1360
  • Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara, “Allah’ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak!
  • امر حق بشنو که گفتست انظروا ** سوی این آثار رحمت آر رو
  • Allah emrini dinle... Allah “Allah’ın rahmet eserlerine bakın” dedi... Yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!
  • گفت آثارش دلست ای بوالهوس ** آن برون آثار آثارست و بس
  • Sofi dedi ki: A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... Dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir.
  • باغها و سبزه‌ها در عین جان ** بر برون عکسش چو در آب روان
  • Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... Dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer.
  • آن خیال باغ باشد اندر آب ** که کند از لطف آب آن اضطراب
  • O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... Suyun letafeti yüzünden oynar durur!
  • باغها و میوه‌ها اندر دلست ** عکس لطف آن برین آب و گلست 1365
  • Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur!
  • گر نبودی عکس آن سرو سرور ** پس نخواندی ایزدش دار الغرور
  • O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme aldanış yeri demezdi.
  • این غرور آنست یعنی این خیال ** هست از عکس دل و جان رجال
  • Bu aldanış şudur; yani bu hayal, erlerin, gönülleriyle canlarının aksinden hâsıl olmuştur.
  • جمله مغروران برین عکس آمده ** بر گمانی کین بود جنت‌کده
  • Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir.
  • می‌گریزند از اصول باغها ** بر خیالی می‌کنند آن لاغها
  • Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar!
  • چونک خواب غفلت آیدشان به سر ** راست بینند و چه سودست آن نظر 1370
  • Fakat bu gaflet uykusu başa geldi de uyandılar mı doğruyu görürler ama o görüşte ne fayda var?
  • بس به گورستان غریو افتاد و آه ** تا قیامت زین غلط وا حسرتاه
  • Sonra mezarlığa bir feryad u figandır, bir ahu vahdır düşer... Kıyamete kadar bu yanılmalarına hasret çekip dururlar!
  • ای خنک آن را که پیش از مرگ مرد ** یعنی او از اصل این رز بوی برد
  • Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü... Yani bu üzümün aslından bir koku elde etti!
  • قصه‌ی رستن خروب در گوشه‌ی مسجد اقصی و غمگین شدن سلیمان علیه‌السلام از آن چون به سخن آمد با او و خاصیت و نام خود بگفت
  • Mescid-i Aksâ’nın bir bucağında keçiboynuzu bitmesi ve Süleyman aleyhisselâm’ın o otla konuşması, Süleyman’a hasiyetini ve adını söyleyince Süleyman’ın gamlanması
  • پس سلیمان دید اندر گوشه‌ای ** نوگیاهی رسته هم‌چون خوشه‌ای
  • Derken Süleyman bir bucakta başağa benzer bir yeni otun bitmiş olduğunu gördü.
  • دید بس نادر گیاهی سبز و تر ** می‌ربود آن سبزیش نور از بصر
  • Yeşil, taze, görülmedik bir ottu bu... Âdeta yeşilliği göz alıyordu.
  • پس سلامش کرد در حال آن حشیش ** او جوابش گفت و بشکفت از خوشیش 1375
  • Süleyman, o ota derhal selam verdi; o da selamını aldı; Süleyman, otun güzelliğine şaştı kaldı.
  • گفت نامت چیست برگو بی‌دهان ** گفت خروبست ای شاه جهان
  • Dedi ki: adın ne... Dilsiz dudaksız söyle bakalım! Ot ey âlem padişahı bana keçiboynuzu derler, dedi.
  • گفت اندر تو چه خاصیت بود ** گفت من رستم مکان ویران شود
  • Süleyman, sen de ne haysiyet var? Dedi. Ot dedi ki: Bittiğim yer yıkılır viran olur.
  • من که خروبم خراب منزلم ** هادم بنیاد این آب و گلم
  • Ben keçiboynuzuyum... Bittiğim yer perişan olur; şu suyun, toprağın yıkıcısıyım ben!
  • پس سلیمان آن زمان دانست زود ** که اجل آمد سفر خواهد نمود
  • Süleyman, derhal ecelinin geldiğini, göçme vaktinin göründüğünü anladı.
  • گفت تا من هستم این مسجد یقین ** در خلل ناید ز آفات زمین 1380
  • Dedi ki: ben hayatta oldukça şüphe yok ki bu mescit, yeryüzündeki afetlerden bozulup yıkılmaz.
  • تا که من باشم وجود من بود ** مسجداقصی مخلخل کی شود
  • Ben yaşadıkça nasıl olurda Mescid-i Aksâ perişan olur, yıkılır gider?
  • پس که هدم مسجد ما بی‌گمان ** نبود الا بعد مرگ ما بدان
  • Şu halde şüphe yok, mescidimiz, ölümümüzden sonra yıkılacak!
  • مسجدست آن دل که جسمش ساجدست ** یار بد خروب هر جا مسجدست
  • Bedenin secdegâhı olan mescit, gönüldür... Kötü dost da her yerde mescitte biten keçiboynuzudur!
  • یار بد چون رست در تو مهر او ** هین ازو بگریز و کم کن گفت وگو
  • Sende kötü dostun sevgisi peydahlandı mı kendine gel... Ondan kaç, onunla az konuş, görüş!
  • برکن از بیخش که گر سر بر زند ** مر ترا و مسجدت را بر کند 1385
  • Onu kökünden sök, çıkar... Çünkü biter, boy verirse seni de kökünden söker, mahveder, mescidini de!
  • عاشقا خروب تو آمد کژی ** هم‌چو طفلان سوی کژ چون می‌غژی
  • Ey âşık, eğrilik, sana keçiboynuzu gibidir... Çocuklar gibi niye eğriliğe doğru gider, sürtünürsün?