English    Türkçe    فارسی   

4
207-256

  • باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
  • Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
  • به ز ما می‌داند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
  • Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
  • ظاهرا او بی‌جهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
  • Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
  • شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست 210
  • Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’.
  • این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
  • Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
  • مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
  • A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
  • چون زن صوفی تو خاین بوده‌ای ** دام مکر اندر دغا بگشوده‌ای
  • Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
  • که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
  • Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
  • غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
  • Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
  • از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر 215
  • Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi.
  • از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
  • Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
  • از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
  • Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
  • نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
  • Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
  • اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
  • Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
  • ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا 220
  • Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu.
  • یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
  • Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
  • طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
  • Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
  • گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
  • Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
  • تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
  • Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
  • من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال 225
  • Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen!
  • من همی دانستمت پیش از لقا ** کز ستیزه راسخی اندر شقا
  • Ben seni görmeden de inatçı bir adam olduğunu, kötülükte ayak diremiş, kötülüğe alışmış bulunduğunu biliyordum.
  • چونک چشمم سرخ باشد در غمش ** دانمش زان درد گر کم بینمش
  • Gözüm kızarırsa, az görsem bile yine o illete tutulduğumu bilirim ya!
  • تو مرا چون بره دیدی بی شبان ** تو گمان بردی ندارم پاسبان
  • Sen beni çobansız bir kuzu gibi yapayalnız gördün de bekçim, gözcüm yok sandın.
  • عاشقان از درد زان نالیده‌اند ** که نظر ناجایگه مالیده‌اند
  • Âşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler.
  • بی‌شبان دانسته‌اند آن ظبی را ** رایگان دانسته‌اند آن سبی را 230
  • O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar.
  • تا ز غمزه تیر آمد بر جگر ** که منم حارس گزافه کم نگر
  • Nihayet “Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!” diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!
  • کی کم از بره کم از بزغاله‌ام ** که نباشد حارس از دنباله‌ام
  • Ben, bir kuzudan da, keçiden de aşağı mıyım ki ardımda gözcüm, bekçim olmasın?
  • حارسی دارم که ملکش می‌سزد ** داند او بادی که آن بر من وزد
  • Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır... Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
  • سرد بود آن باد یا گرم آن علیم ** نیست غافل نیست غایب ای سقیم
  • O yel soğuk mudur, sıcak mı? O bilen Allah, gafil değildir... Bilir a kötü kişi!
  • نفس شهوانی ز حق کرست و کور ** من به دل کوریت می‌دیدم ز دور 235
  • Fakat şehvete mensup olan nefis, Hak’tan sağırdır, kördür. Ben de senin körlüğünü ta uzaktan gördüm.
  • هشت سالت زان نپرسیدم به هیچ ** که پرت دیدم ز جهل پیچ پیچ
  • Onun için sekiz yıldır hiç seni sormadım... Çünkü seni bilgisizlikle kat kat dolu gördüm ben.
  • خود چه پرسم آنک او باشد بتون ** که تو چونی چون بود او سرنگون
  • Külhandaki adama nasılsın diye neye sorayım? Nasıl olacak; baş aşağı bir halde işte!
  • مثال دنیا چون گولخن و تقوی چون حمام
  • Dünya külhana benzer, takva da hamama
  • شهوت دنیا مثال گلخنست ** که ازو حمام تقوی روشنست
  • Dünya şehveti, külhana benzer. Takva hamamı da onunla aydınlanır.
  • لیک قسم متقی زین تون صفاست ** زانک در گرمابه است و در نقاست
  • Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... Çünkü onlar, hamama girmiş, yunup arınmışlardır.
  • اغنیا ماننده‌ی سرگین‌کشان ** بهر آتش کردن گرمابه‌بان 240
  • Zenginlerse hamamdakileri ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler.
  • اندریشان حرص بنهاده خدا ** تا بود گرمابه گرم و با نوا
  • Allah, hamam ısınsın, tavlansın diye onlara bir hırs vermiştir.
  • ترک این تون گوی و در گرمابه ران ** ترک تون را عین آن گرمابه دان
  • Bu külhandan vazgeç de hamama git... Külhanı terk etmek, bil ki hamama girmenin ta kendisidir.
  • هر که در تونست او چون خادمست ** مر ورا که صابرست و حازمست
  • Külhanda kalan dünya şehvetine sabreden, dünyadan el etek çeken kişiye hizmetçi mesabesindedir.
  • هر که در حمام شد سیمای او ** هست پیدا بر رخ زیبای او
  • Hamamda olan, yüzünden, yüzünün temizliğinden, güzelliğinden anlaşılır.
  • تونیان را نیز سیما آشکار ** از لباس و از دخان و از غبار 245
  • Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve tozdan belli olurlar.
  • ور نبینی روش بویش را بگیر ** بو عصا آمد برای هر ضریر
  • Yüzünü görmezsen kokusuna dikkat et... Koku, her köre sopa gibidir!
  • ور نداری بو در آرش در سخن ** از حدیث نو بدان راز کهن
  • Kokusunu da alamadıysan onu konuştur; yeni sözden eski sırrı anla!
  • پس بگوید تونیی صاحب ذهب ** بیست سله چرک بردم تا به شب
  • Altın babası külhancı der ki: Bugün akşama kadar tam yirmi küfe tezek taşıdım.
  • حرص تو چون آتشست اندر جهان ** باز کرده هر زبانه صد دهان
  • Bunun gibi senin hırsın da, bu dünyada ateşe benzer... Her alevi, yüzlerce ağız açmıştır!
  • پیش عقل این زر چو سرگین ناخوشست ** گرچه چون سرگین فروغ آتشست 250
  • 250.Gerçi tezek, ateşi alevler, kuvvetlendirir ama akla göre bu altın, hiç de hoşa gitmeyen fışkıdır, tezektir.
  • آفتابی که دم از آتش زند ** چرک تر را لایق آتش کند
  • Ateşten dem vuran güneş, yaş fışkıyı ateşe atılmaya değer bir hale getirir.
  • آفتاب آن سنگ را هم کرد زر ** تا بتون حرص افتد صد شرر
  • İşte bunun gibi hırs külhanı yüzlerce kıvılcımla kıvılcımlansın, alevlensin diye o taşı altın haline getiren de yine güneştir.
  • آنک گوید مال گرد آورده‌ام ** چیست یعنی چرک چندین برده‌ام
  • Mal topladım diyen ne diyor yani? Bu kadar fışkı, bu kadar tezek getirdim diyor!
  • این سخن گرچه که رسوایی‌فزاست ** در میان تونیان زین فخرهاست
  • Bu söz, rezilliği arttıran bir sözdür ama külhandakiler, aralarında bununla övünürler!
  • که تو شش سله کشیدی تا به شب ** من کشیدم بیست سله بی کرب 255
  • Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin... Hâlbuki ben, hiç zahmet çekmeden tamam yirmi küfe tezek taşıdım, derler.
  • آنک در تون زاد و پاکی را ندید ** بوی مشک آرد برو رنجی پدید
  • Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişiye mis koklatsın incinir, hasta olur!
  • قصه‌ی آن دباغ کی در بازار عطاران از بوی عطر و مشک بیهوش و رنجور شد
  • Güzel koku satanların pazarında güzel kokularla mis kokusundan bayılan ve hasta düşen derici