English    Türkçe    فارسی   

4
2228-2277

  • بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
  • Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
  • کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
  • Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
  • هم‌چنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست 2230
  • Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
  • گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
  • O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
  • نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
  • Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
  • محرم آن آه کم‌یابست بس ** شب رو و پنهان‌روی کن چون عسس
  • O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
  • سوی دریا عزم کن زین آب‌گیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
  • Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
  • سینه را پا ساخت می‌رفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور 2235
  • Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
  • هم‌چو آهو کز پی او سگ بود ** می‌دود تا در تنش یک رگ بود
  • Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
  • خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
  • Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
  • رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنه‌ی پهنا گرفت
  • O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
  • رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
  • Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
  • خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف 2240
  • Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
  • پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیم‌عاقل را از آن شد تلخ کام
  • Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
  • گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
  • Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
  • ناگهان رفت او ولیکن چونک رفت ** می‌ببایستم شدن در پی بتفت
  • O ansızın gitti... Gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
  • بر گذشته حسرت آوردن خطاست ** باز ناید رفته یاد آن هباست
  • Fakat geçene acınmak hatadır... Gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
  • قصه‌ی آن مرغ گرفته کی وصیت کرد کی بر گذشته پشیمانی مخور تدارک وقت اندیش و روزگار مبر در پشیمانی
  • Tutulan kuşun, geçmiş zamana pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan istifadeye çalış, pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati
  • آن یکی مرغی گرفت از مکر و دام ** مرغ او را گفت ای خواجه‌ی همام 2245
  • Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca.
  • به تو بسی گاوان و میشان خورده‌ای ** تو بسی اشتر به قربان کرده‌ای
  • Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... Birçok develer kurban ettin.
  • تو نگشتی سیر زانها در زمن ** هم نگردی سیر از اجزای من
  • Dünyada onlarla bile doymadın... Benimle de doymazsın sen!
  • هل مرا تا که سه پندت بر دهم ** تا بدانی زیرکم یا ابلهم
  • Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... Bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
  • اول آن پند هم در دست تو ** ثانیش بر بام کهگل بست تو
  • Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
  • وآن سوم پند دهم من بر درخت ** که ازین سه پند گردی نیکبخت 2250
  • Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... Bu üç öğütle bahtın iyileşir.
  • آنچ بر دستست اینست آن سخن ** که محالی را ز کس باور مکن
  • Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
  • بر کفش چون گفت اول پند زفت ** گشت آزاد و بر آن دیوار رفت
  • Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
  • گفت دیگر بر گذشته غم مخور ** چون ز تو بگذشت زان حسرت مبر
  • Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... Fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
  • بعد از آن گفتش که در جسمم کتیم ** ده درمسنگست یک در یتیم
  • Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
  • دولت تو بخت فرزندان تو ** بود آن گوهر به حق جان تو 2255
  • Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... O inci senin hakkındı...
  • فوت کردی در که روزی‌ات نبود ** که نباشد مثل آن در در وجود
  • Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... Öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
  • آنچنان که وقت زادن حامله ** ناله دارد خواجه شد در غلغله
  • Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
  • مرغ گفتش نی نصیحت کردمت ** که مبادا بر گذشته‌ی دی غمت
  • Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
  • چون گذشت و رفت غم چون می‌خوری ** یا نکردی فهم پندم یا کری
  • Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın sen.
  • وان دوم پندت بگفتم کز ضلال ** هیچ تو باور مکن قول محال 2260
  • Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi?
  • من نیم خود سه درمسنگ ای اسد ** ده درمسنگ اندرونم چون بود
  • Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... İçinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
  • خواجه باز آمد به خود گفتا که هین ** باز گو آن پند خوب سیومین
  • Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
  • گفت آری خوش عمل کردی بدان ** تا بگویم پند ثالث رایگان
  • Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
  • پند گفتن با جهول خوابناک ** تخت افکندن بود در شوره خاک
  • Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
  • چاک حمق و جهل نپذیرد رفو ** تخم حکمت کم دهش ای پندگو 2265
  • Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.
  • چاره اندیشیدن آن ماهی نیم‌عاقل و خود را مرده کردن
  • O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
  • گفت ماهی دگر وقت بلا ** چونک ماند از سایه‌ی عاقل جدا
  • Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
  • کو سوی دریا شد و از غم عتیق ** فوت شد از من چنان نیکو رفیق
  • O, denize vardı, gamdan azat oldu... Ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
  • لیک زان نندیشم و بر خود زنم ** خویشتن را این زمان مرده کنم
  • Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... Şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
  • پس برآرم اشکم خود بر زبر ** پشت زیر و می‌روم بر آب بر
  • Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... Su, nereye götürürse gideyim.
  • می‌روم بر وی چنانک خس رود ** نی بسباحی چنانک کس رود 2270
  • Yüzen kişi gibi değil de âdeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim.
  • مرده گردم خویش بسپارم به آب ** مرگ پیش از مرگ امنست از عذاب
  • Kendimi ölüye benzetip suya bırakayım... Ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluştur.
  • مرگ پیش از مرگ امنست ای فتی ** این چنین فرمود ما را مصطفی
  • Ey yiğit ölümden önce ölmek emniyettir... Bize Mustafa böyle buyurdu.
  • گفت موتواکلکم من قبل ان ** یاتی الموت تموتوا بالفتن
  • Dedi ki: Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.
  • هم‌چنان مرد و شکم بالا فکند ** آب می‌بردش نشیب و گه بلند
  • Balık, güya öldü, karnını yukarıya çevirdi... Su, onu gâh yukarıya çıkarıyor, gâh aşağıya alıyordu.
  • هر یکی زان قاصدان بس غصه برد ** که دریغا ماهی بهتر بمرد 2275
  • Balıkçıların her biri eyvah dediler... En iyi balık öldü... Hepsi de pek kederlendi.
  • شاد می‌شد او کز آن گفت دریغ ** پیش رفت این بازیم رستم ز تیغ
  • Balık onların eyvah demelerinden sevindi... Bu oyunla kılıçtan kurtuldum galibi dedi.
  • پس گرفتش یک صیاد ارجمند ** پس برو تف کرد و بر خاکش فکند
  • Balıkçının biri onu yakaladı... Tuh yazıklar olsun deyip fırlattı, toprağa attı.