English    Türkçe    فارسی   

4
2296-2345

  • آن ندامت از نتیجه‌ی رنج بود ** نه ز عقل روشن چون گنج بود
  • O, nedamet zahmetinin sonucudur... Define gibi aydın olan aklıdan gelmez.
  • چونک شد رنج آن ندامت شد عدم ** می‌نیرزد خاک آن توبه و ندم
  • Zahmet geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak değerinde bile değildir.
  • آن ندم از ظلمت غم بست بار ** پس کلام اللیل یمحوه النهار
  • O nedamet, gam ve elem karanlığı yüzünden yükünü bağladı... Fakat gündüz geldi mi gecenin sözünü mahveder!
  • چون برفت آن ظلمت غم گشت خوش ** هم رود از دل نتیجه و زاده‌اش
  • O gam karanlığı gitti de hoşluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin doğurduğu nedamet geçip gider!
  • می‌کند او توبه و پیر خرد ** بانگ لو ردوا لعادوا می‌زند 2300
  • O adam, tövbe eder ama akıl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma denen şeylere bulaşırlar. Onları yaparlar” diye bağırıp durur.
  • در بیان آنک وهم قلب عقلست و ستیزه‌ی اوست بدو ماند و او نیست و قصه‌ی مجاوبات موسی علیه‌السلام کی صاحب عقل بود با فرعون کی صاحب وهم بود
  • Vehim aklın zıddıdır, onunla savaşır durur. Ona benzer ama o değildir. Akla sahip olan Musa aleyhsselâm’ın vehim sahibi olan Firavunla soru ve cevabı
  • عقل ضد شهوتست ای پهلوان ** آنک شهوت می‌تند عقلش مخوان
  • Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır... Şehveti dokuyan akla akıl deme.
  • وهم خوانش آنک شهوت را گداست ** وهم قلب نقد زر عقلهاست
  • Şehvete mağlûp olana vehim de... Vehim, halis akıllar altınının kalpıdır.
  • بی‌محک پیدا نگردد وهم و عقل ** هر دو را سوی محک کن زود نقل
  • Vehimle akıl, mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur.
  • این محک قرآن و حال انبیا ** چون منحک مر قلب را گوید بیا
  • Bu mihenk de Kur’an’dır. Peygamberlerin halidir... Mihenk kalpa gel der.
  • تا ببینی خویش را ز آسیب من ** که نه‌ای اهل فراز و شیب من 2305
  • Gel de benim yüzümden ne hale girdiğini gör... Çünkü sen benim ne inişimin ehlisin ne çıkışımın!
  • عقل را گر اره‌ای سازد دو نیم ** هم‌چو زر باشد در آتش او بسیم
  • Aklı bir testere ikiye biçse o ateşteki altın gibi yine gülümser.
  • وهم مر فرعون عالم‌سوز را ** عقل مر موسی به جان افروز را
  • Vehim, âlemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır.
  • رفت موسی بر طریق نیستی ** گفت فرعونش بگو تو کیستی
  • Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin?
  • گفت من عقلم رسول ذوالجلال ** حجةالله‌ام امانم از ضلال
  • Musa, ben akılım... Ululuk ıssı Allah’ın elçisiyim... Allah’ın ulu bürhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben!
  • گفت نی خامش رها کن های هو ** نسبت و نام قدیمت را بگو 2310
  • Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını söyle!
  • گفت که نسبت مر از خاکدانش ** نام اصلم کمترین بندگانش
  • Musa dedi ki: Benim nispetim, Allah’ın şu toprak yurdunadır... Asıl adım da onun kullarının en aşağısı.
  • بنده‌زاده‌ی آن خداوند وحید ** زاده از پشت جواری و عبید
  • Ben o Allah’ın kulunun oğluyum... Onun cariyesiyle kulundan doğmuşum.
  • نسبت اصلم ز خاک و آب و گل ** آب و گل را داد یزدان جان و دل
  • Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balçıktır... Allah suya toprağa canla gönül vermiştir.
  • مرجع این جسم خاکم هم به خاک ** مرجع تو هم به خاک ای سهمناک
  • Bu toprak bedenimin dönüp gideceği yer de yine topraktır... Senin gideceğin yer de topraktır a mağrur.
  • اصل ما و اصل جمله سرکشان ** هست از خاکی و آن را صد نشان 2315
  • Bizim de bütün serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... Buna da yüz türlü nişane var.
  • که مدد از خاک می‌گیرد تنت ** از غذایی خاک پیچد گردنت
  • Bedenine topraktan yardım gelmededir... Boynun topraktan biten gıdalarla düzelip kalınlaşmadadır.
  • چون رود جان می‌شود او باز خاک ** اندر آن گور مخوف سهمناک
  • Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider.
  • هم تو و هم ما و هم اشباه تو ** خاک گردند و نماند جاه تو
  • Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... Senin mevkiin rütben de kalmaz.
  • گفت غیر این نسب نامیت هست ** مر ترا آن نام خود اولیترست
  • Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... Sana ne ad daha âlâ yaraşır.
  • بنده‌ی فرعون و بنده‌ی بندگانش ** که ازو پرورد اول جسم و جانش 2320
  • Firavunun kulu kullarının kulu... Bedeni, canı, önce onun nimetleriyle beslenip yetişen kul.
  • بنده‌ی یاغی طاغی ظلوم ** زین وطن بگریخته از فعل شوم
  • Âsi, azgın ve pek zalim kul... Kötü işi yüzünden yurttan kaçan kul.
  • خونی و غداری و حق‌ناشناس ** هم برین اوصاف خود می‌کن قیاس
  • Kanlı katil, gaddar, hak bilmez kul... Artık sen bu sıfatlara bak da var kıyas et nesin?
  • در غریبی خوار و درویش و خلق ** که ندانستی سپاس ما و حق
  • Gariplikte hor, yoksul, çıplak bir kul, öyle bir kul ki ne bizim hakkımızı tanır, ne bize şükreder.
  • گفت حاشا که بود با آن ملیک ** در خداوندی کسی دیگر شریک
  • Musa şöyle cevap verdi: Haşa... O padişaha, padişahlıkta kimse şerik olamaz.
  • واحد اندر ملک او را یار نی ** بندگانش را جز او سالار نی 2325
  • Mülk ve devlette tektir, eşi yok. Kullarına ondan başka başbuğ yoktur.
  • نیست خلقش را دگر کس مالکی ** شرکتش دعوی کند جز هالکی
  • Halkına ondan başka kimse sahip değildir. helâke düşmüş kişiden başka kimse ona şeriklik davasına kalkışamaz.
  • نقش او کردست و نقاش من اوست ** غیر اگر دعوی کند او ظلم‌جوست
  • Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... Başkası bu dâvaya kalkışırsa zalimdir.
  • تو نتوانی ابروی من ساختن ** چون توانی جان من بشناختن
  • Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... Böyleyken nasıl olur da beni yarattığını söyleyebilirsin?
  • بلک آن غدار و آن طاغی توی ** که کنی با حق دعوی دوی
  • Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allah’a şerik olmak davasına düşmüşsün.
  • گر بکشتم من عوانی را به سهو ** نه برای نفس کشتم نه به لهو 2330
  • Ben bir kötü kişiyi öldürdüysem ne nefsime uyduğumdan öldürdüm, ne de eğlence için!
  • من زدم مشتی و ناگاه اوفتاد ** آنک جانش خود نبد جانی بداد
  • Ben bir yumruk indirdim o da derhal ölüverdi... Zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
  • من سگی کشتم تو مرسل‌زادگان ** صدهزاران طفل بی‌جرم و زیان
  • Ben bir köpek öldürdüm... Fakat sen peygamber oğullarını, yüz binlerce suçsuz, ziyansız çocukları öldürdün ya!
  • کشته‌ای و خونشان در گردنت ** تا چه آید بر تو زین خون خوردنت
  • Onları öldürdün; hepsinin kanı senin boynundadır... Bakalım hele, bu kan içmeden başına neler gelecek?
  • کشته‌ای ذریت یعقوب را ** بر امید قتل من مطلوب را
  • Yakup soyunu öldürdün... Maksadın da hep beni öldürmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen!
  • کوری تو حق مرا خود برگزید ** سرنگون شد آنچ نفست می‌پزید 2335
  • Allah, seni kör etti de beni seçti... Nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi.
  • گفت اینها را بهل بی‌هیچ شک ** این بود حق من و نان و نمک
  • Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... Şüphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha!
  • که مرا پیش حشر خواری کنی ** روز روشن بر دلم تاری کنی
  • Beni halkın önünde rezil rüsvay edesin... Aydın günü gönlüme karartasın... Sen de olan hakkıma karşılık yapacağın bu mu senin?
  • گفت خواری قیامت صعب‌تر ** گر نداری پاس من در خیر و شر
  • Musa, kıyamet gününün horluğu daha güçtür... Hayırda, şerde bana riayet etmezsen kıyamette halin bundan beter olur.
  • زخم کیکی را نمی‌توانی کشید ** زخم ماری را تو چون خواهی چشید
  • Bir pirenin acısına tahammülün yok; yılanın acısına nasıl tahammül edeceksin?
  • ظاهرا کار تو ویران می‌کنم ** لیک خاری را گلستان می‌کنم 2340
  • Görünüşte senin işini yıkıyorum ama bir dikeni gül bahçesi haline getiriyorum dedi.
  • بیان آنک عمارت در ویرانیست و جمعیت در پراکندگیست و درستی در شکست‌گیست و مراد در بی‌مرادیست و وجود در عدم است و علی هذا بقیة الاضداد والازواج
  • Yapılma yıkılmadadır; topluluk dağınıklıkta; düzeltme kırılmada… Murat muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey, buna benzer. Öbür zıtlar ve eşlerde hep bunlar gibidir.
  • آن یکی آمد زمین را می‌شکافت ** ابلهی فریاد کرد و بر نتافت
  • Birisi geldi yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti.
  • کین زمین را از چه ویران می‌کنی ** می‌شکافی و پریشان می‌کنی
  • Dedi ki: Bu yeri neden yıkıyorsun... Neden yarıyor dağıtıyorsun?
  • گفت ای ابله برو و بر من مران ** تو عمارت از خرابی باز دان
  • Adam dedi ki: A ahmak, yürü git... Benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil! (189.sayfa-223.sayfaya kadar bulunamadı)
  • کی شود گلزار و گندم‌زار این ** تا نگردد زشت و ویران این زمین
  • Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe nasıl olur da olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir.
  • کی شود بستان و کشت و برگ و بر ** تا نگردد نظم او زیر و زبر 2345
  • Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiştirir?