English    Türkçe    فارسی   

4
2548-2597

  • خانه‌ی اجرت گرفتی و کری ** نیست ملک تو به بیعی یا شری
  • Meselâ; sen ücretle bir ev kiralarsın, fakat o evi satın alsan bile senin mülkün değildir ki!
  • این کری را مدت او تا اجل ** تا درین مدت کنی در وی عمل
  • Bu evde iş işleyesin diye kira müddeti, eceline kadardır.
  • پاره‌دوزی می‌کنی اندر دکان ** زیر این دکان تو مدفون دو کان 2550
  • Dükkânda eskicilik, yamacılık edersin, fakat bu dükkânının altında iki maden gömülüdür!
  • هست این دکان کرایی زود باش ** تیشه بستان و تکش را می‌تراش
  • Bu dükkân kiralıktır. Çabuk ol, kazmayı al da dibini kaz!
  • تا که تیشه ناگهان بر کان نهی ** از دکان و پاره‌دوزی وا رهی
  • Birdenbire kazma madene rastlasın da dükkândan da kurtul, yamacılıktan da!
  • پاره‌دوزی چیست خورد آب و نان ** می‌زنی این پاره بر دلق گران
  • Yamacılık dediğin nedir? Su içmek, yemek yemek, bu yamalarla köhne hırkanı yamar durursun!
  • هر زمان می‌درد این دلق تنت ** پاره بر وی می‌زنی زین خوردنت
  • Bu beden hırkası daima yırtılır. Sen de bu yemekle, içmekle onu yamarsın!
  • ای ز نسل پادشاه کامیار ** با خود آ زین پاره‌دوزی ننگ دار 2555
  • Ey talihi yaver padişah soyundan gelen, kendine gel de yamacılıktan utan!
  • پاره‌ای بر کن ازین قعر دکان ** تا برآرد سر به پیش تو دو کان
  • Bu dükkânın dibini bir parçacık kaz da o iki maden, başını yüceltsin!
  • پیش از آن کین مهلت خانه‌ی کری ** آخر آید تو نخورده زو بری
  • Bu kiralık evin kira müddeti bitmeden kendine gel. Yoksa bu müddet biter, sen de ondan bir fayda elde edemezsin!
  • پس ترا بیرون کند صاحب دکان ** وین دکان را بر کند از روی کان
  • Sonra dükkân sahibi, seni dükkândan çıkarır; bu dükkânı da hazineyi elde etmek için yıkar.
  • تو ز حسرت گاه بر سر می‌زنی ** گاه ریش خام خود بر می‌کنی
  • Sen gâh hasretle başına vurursun; gâh ham sakalını yolar durursun!
  • کای دریغا آن من بود این دکان ** کور بودم بر نخوردم زین مکان 2560
  • Yazıklar olsun; bu dükkân benimdi. Kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim!
  • ای دریغا بود ما را برد باد ** تا ابد یا حسرتا شد للعباد
  • Yazıklar olsun, bu bizimdi yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düşüp eyvahlar olsun demek kaldı dersin!
  • غره شدن آدمی به ذکاوت و تصویرات طبع خویشتن و طلب ناکردن علم غیب کی علم انبیاست
  • İnsanın, yaradılışında olan zekâ ve düşüncelerine aldanarak peygamberlerin bilgisi olan gayb bilgisini istememesi
  • دیدم اندر خانه من نقش و نگار ** بودم اندر عشق خانه بی‌قرار
  • Ben evde bir süs, bir nakış gördüm de o evin sevgisiyle kararsız bir hale geldim;
  • بودم از گنج نهانی بی‌خبر ** ورنه دستنبوی من بودی تبر
  • Gizli hazineden haberim bile olmadı., yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi!
  • آه گر داد تبر را دادمی ** این زمان غم را تبرا دادمی
  • Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum!
  • چشم را بر نقش می‌انداختم ** هم‌چو طفلان عشقها می‌باختم 2565
  • Gözümü nakşa, takmış, çocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım!
  • پس نکو گفت آن حکیم کامیار ** که تو طفلی خانه پر نقش و نگار
  • O muradına erişmiş hakim, sen bir çocuksun. Evde nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de güzel söylemiştir.
  • در الهی‌نامه بس اندرز کرد ** که بر آر دودمان خویش گرد
  • İlâhiname de çok vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kökünü kazı demiştir.
  • بس کن ای موسی بگو وعده‌ی سوم ** که دل من ز اضطرابش گشت گم
  • Firavun ey Musa dedi; kâfi, gönlüm, ıstıraptan eridi gitti., artık üçüncü vadini söyle!
  • گفت موسی آن سوم ملک دوتو ** دو جهانی خالص از خصم و عدو
  • Musa dedi ki; üçüncüsü şu: Devletin iki kat artar, iki âlemin de düşmandan arınmış devlet ve saltanatına nail olursun!
  • بیشتر زان ملک که اکنون داشتی ** کان بد اندر جنگ و این در آشتی 2570
  • Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun. Şimdiki devletin savaş içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde!
  • آنک در جنگت چنان ملکی دهد ** بنگر اندر صلح خوانت چون نهد
  • Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak, sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
  • آن کرم که اندر جفا آنهات داد ** در وفا بنگر چه باشد افتقاد
  • Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar, bir bak da gör!
  • گفت ای موسی چهارم چیست زود ** بازگو صبرم شد و حرصم فزود
  • Firavun, ey Musa, dördüncüsü nedir? Çabuk söyle, çünkü sabrım yetti, hırsım arttı dedi.
  • گفت چارم آنک مانی تو جوان ** موی هم‌چون قیر و رخ چون ارغوان
  • Musa dedi ki: Daima genç kalırsın, daima saçın, sakalın katran gibi siyah, yüzün erguvan gibi kırmızı olur.
  • رنگ و بو در پیش ما بس کاسدست ** لیک تو پستی سخن کردیم پست 2575
  • Bizce rengin, kokunun değeri yoktur. Fakat sen aşağılıksın, onun için aşağı âlemden konuşuyorum!
  • افتخار از رنگ و بو و از مکان ** هست شادی و فریب کودکان
  • Renkle, kokuyla, mevkile öğünmek, çocukları sevindirir, aldatır!
  • بیان این خبر کی کلموا الناس علی قدر عقولهم لا علی قدر عقولکم حتی لا یکذبوا الله و رسوله
  • Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyin ki Allah’a ve Peygamber'ine yalan demesinler hadisi
  • چونک با کودک سر و کارم فتاد ** هم زبان کودکان باید گشاد
  • İşim çocuğa düştü., gayri çocukların ağzını kullanmam lâzım!
  • که برو کتاب تا مرغت خرم ** یا مویز و جوز و فستق آورم
  • Mektebe git de sana kuş alayım yahut kuru "üzüm, ceviz ve fıstık getireyim diyeyim!
  • جز شباب تن نمی‌دانی به کیر ** این جوانی را بگیر ای خر شعیر
  • Sen beden gençliğinden başka bir şey bilmiyorsun ya, al işte bu gençliği, a eşek, nah sana arpa
  • هیچ آژنگی نیفتد بر رخت ** تازه ماند آن شباب فرخت 2580
  • Yüzün hiç buruşmaz, pörsümez. Kutlu gençliğin hep bu halde kalır.
  • نه نژند پیریت آید برو ** نه قد چون سرو تو گردد دوتو
  • Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir, ne de selvi ye benzeyen boyun iki kat olur!
  • نه شود زور جوانی از تو کم ** نه به دندانها خللها یا الم
  • Ne sendeki gençliğin kuvveti azalır, ne dişlerin, ağrır, sallanır!
  • نه کمی در شهوت و طمث و بعال ** که زنان را آید از ضعفت ملال
  • Kadınların erkekten nefretine sebep olan gevşekliği, kadına yaklaşmamak derdini görmezsin!
  • آنچنان بگشایدت فر شباب ** که گشود آن مژده‌ی عکاشه باب
  • Gençlik çağının parlaklığı seni öyle bir açar, neşelendirir ki Ukâşe'nin müjdesi de Peygamber'i öyle-açmış, öyle neşelendirmişti işte!
  • قوله علیه السلام من بشرنی بخروج صفر بشرته بالجنة
  • Saferin çıktığını kim müjdelerse ona cennet müjdesi vereceğim buyurması
  • احمد آخر زمان را انتقال ** در ربیع اول آید بی جدال 2585
  • Ahir zaman Peygamberi Ahmed, Rebiyülevvel ayında göçtü, bunda hiç ihtilâf yoktur.
  • چون خبر یابد دلش زین وقت نقل ** عاشق آن وقت گردد او به عقل
  • Gönlü, bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakta âşık oldu.
  • چون صفر آید شود شاد از صفر ** که پس این ماه می‌سازم سفر
  • Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye-neşelendi.
  • هر شبی تا روز زین شوق هدی ** ای رفیق راه اعلی می‌زدی
  • Her gece bu buluşmanın iştiyakıyla sabahlara kadar "Ey yücelerden yüce arkadaş!" der dururdu!
  • گفت هر کس که مرا مژده دهد ** چون صفر پای از جهان بیرون نهد
  • "Bana kim safer ayı çıktı diye müjde verirse._x000D_
  • که صفر بگذشت و شد ماه ربیع ** مژده‌ور باشم مر او را و شفیع 2590
  • Kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatçi olurum dedi."
  • گفت عکاشه صفر بگذشت و رفت ** گفت که جنت ترا ای شیر زفت
  • Ukâşe gelip müjde dedi., safer çıktı gitti. Peygamber de "Ey ulu aslan, cennet senindir" buyurdu
  • دیگری آمد که بگذشت آن صفر ** گفت عکاشه ببرد از مژده بر
  • Başka birisi de gelip safer çıktı dedi., bet dedi ki: O müjdeyi Ukâşe aldı!
  • پس رجال از نقل عالم شادمان ** وز بقااش شادمان این کودکان
  • Erler, görüyorsun ya, âlemden göçmeden neşeleniyorlar, şu çocuklarsa âlemde kalmalarına seviniyorlar!
  • چونک آب خوش ندید آن مرغ کور ** پیش او کوثر نیامد آب شور
  • İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su, kevser görünür.
  • هم‌چنین موسی کرامت می‌شمرد ** که نگردد صاف اقبال تو درد 2595
  • Musa da, senin saf ikbaline bir dert erişmez diye bu tarzda kerametler sayıp dökmekteydi.
  • گفت احسنت و نکو گفت ولیک ** تا کنم من مشورت با یار نیک
  • Firavun, pek güzel, iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüşeyim, danışayım dedi.
  • مشورت کردن فرعون با ایسیه در ایمان آوردن به موسی علیه‌السلام
  • Firavun'un, Masa aleyhisselâm'a inanma hususunda Asiye'ye danışması
  • باز گفت او این سخن با ایسیه ** گفت جان افشان برین ای دل‌سیه
  • Firavun, bu sözü Asiye'ye açtı. Asiye dedi ki: A gönlü kararmış, bu vaatlere can ver!