English    Türkçe    فارسی   

4
2935-2984

  • هیچ کس را زهره نه تا دم زند ** یا شفیعی بر شفاعت بر تند 2935
  • Kimsede bir şey söyleme, yahut birisinin şefaat edip bağışlanmasını dilemeye kudret yoktu.
  • جز عمادالملک نامی در خواص ** در شفاعت مصطفی‌وارانه خاص
  • Yalnız padişah yakınlarından İmadülmülk adlı birisi, Mustafa’casına şefaate kalkıştı;
  • بر جهید و زود در سجده فتاد ** در زمان شه تیغ قهر از کف نهاد
  • Yerinden sıçrayıp hemen secdeye kapandı... padişah da derhal kılıcını elinden bıraktı..
  • گفت اگر دیوست من بخشیدمش ** ور بلیسی کرد من پوشیدمش
  • Dedi ki: “İfrit bile olsa bağışladım... Şeytan bile olsa suçunu örttüm.
  • چونک آمد پای تو اندر میان ** راضیم گر کرد مجرم صد زیان
  • Ayağını ortaya attın mı atmadın mı? Yüzlerce ziyanda bulunmuş olsa razıyım.
  • صد هزاران خشم را توانم شکست ** که ترا آن فضل و آن مقدار هست 2940
  • Yüz binlerce kızgınlıktan geçebilirim... senin benim yanımda o derece bir değerin vardır.
  • لابه‌ات را هیچ نتوانم شکست ** زآنک لابه‌ی تو یقین لابه‌ی منست
  • Senin yalvarmana aldırış etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim yalvarmam demektir.
  • گر زمین و آسمان بر هم زدی ** ز انتقام این مرد بیرون نامدی
  • Yerle gök birbirine karışsaydı bu adamı yine affetmezdim.
  • ور شدی ذره به ذره لابه‌گر ** او نبردی این زمان از تیغ سر
  • Vücudunun her zerresi, ayrı, ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.
  • بر تو می‌ننهیم منت ای کریم ** لیک شرح عزت تست ای ندیم
  • Fakat bağışladım diye seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnız benim yanımdaki değerinin anlatıyorum ey benim yanımdaki değerini anlatıyorum ey benim nedimim!
  • این نکردی تو که من کردم یقین ** ایی صفاتت در صفات ما دفین 2945
  • Bunu sen yapmadın, ben yaptım... ey sıfatları, bizim sıfatlarımızda görülmüş, ey varlığını bize vermiş olan nedim!
  • تو درین مستعملی نی عاملی ** زانک محمول منی نی حاملی
  • Bu işi sen dileyerek yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk eden biziz... Çünkü ben, sana kendimi vermiş değilim, sen varlığını bana vermişsin!
  • ما رمیت اذ رمیت گشته‌ای ** خویشتن در موج چون کف هشته‌ای
  • “Sen atmadın o taşları... hakikatte Tanrı attı” ayetine mazhar olmuşsun... kendini köpük gibi dalgaya salıvermiş, bırakmışsın!
  • لا شدی پهلوی الا خانه‌گیر ** این عجب که هم اسیری هم امیر
  • Mademki lâ oldun, illânın yanında ev kur... şaşılacak şey şu: Hem esirsin hem bey!
  • آنچ دادی تو ندای شاه داد ** اوست بس الله اعلم بالرشاد
  • Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Tanrı daha iyi bilir ya, ortada var olan ancak odur.
  • وآن ندیم رسته از زخم و بلا ** زین شفیع آزرد و برگشت از ولا 2950
  • O nedim zahmetten belâdan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir incindi ki selâm bile vermez oldu.
  • دوستی ببرید زان مخلص تمام ** رو به حایط کرد تا نارد سلام
  • O ihlâs sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda rastlasa yüzünü duvara döner, selâm vermezdi!
  • زین شفیع خویشتن بیگانه شد ** زین تعجب خلق در افسانه شد
  • Kendisini kurtaran arkadaşına âdeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye başlandı.
  • که نه مجنونست یاری چون برید ** از کسی که جان او را وا خرید
  • Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan vazgeçti.
  • وا خریدش آن دم از گردن زدن ** خاک نعل پاش بایستی شدن
  • O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi.
  • بازگونه رفت و بیزاری گرفت ** با چنین دلدار کین‌داری گرفت 2955
  • Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı diyordu.
  • پس ملامت کرد او را مصلحی ** کیین جفا چون می‌کنی با ناصحی
  • Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü dosta neden bu cefada bulunuyorsun?
  • جان تو بخرید آن دلدار خاص ** آن دم از گردن زدن کردت خلاص
  • Padişahın o has dostu, senin canını satın aldı, boynun vurulmadı, kurtuldun, fakat seni o kurtardı!
  • گر بدی کردی نبایستی رمید ** خاصه نیکی کرد آن یار حمید
  • Kötülük bile yapsaydı kaçmaman gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu!
  • گفت بهر شاه مبذولست جان ** او چرا آید شفیع اندر میان
  • Nedim dedi ki: Ben, canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya girdi de şefaatte bulundu?
  • لی مع‌الله وقت بود آن دم مرا ** لا یسع فیه نبی مجتبی 2960
  • O anda ben Tanrıyla öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir peygamber bile giremezdi!
  • من نخواهم رحمتی جز زخم شاه ** من نخواهم غیر آن شه را پناه
  • Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye sığınamam.
  • غیر شه را بهر آن لا کرده‌ام ** که به سوی شه تولا کرده‌ام
  • Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
  • گر ببرد او به قهر خود سرم ** شاه بخشد شصت جان دیگرم
  • Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar!
  • کار من سربازی و بی‌خویشی است ** کار شاهنشاه من سربخشی است
  • Benim işim başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır.
  • فخر آن سر که کف شاهش برد ** ننگ آن سر کو به غیری سر برد 2965
  • Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa !
  • شب که شاه از قهر در قیرش کشید ** ننگ دارد از هزاران روز عید
  • Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanır!
  • خود طواف آنک او شه‌بین بود ** فوق قهر و لطف و کفر و دین بود
  • Padişahı gören kimsenin padişahın etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lûtfun da; küfürden de üstündür, dinden de!
  • زان نیامد یک عبارت در جهان ** که نهانست و نهانست و نهان
  • Buna ait âlemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli!
  • زانک این اسما و الفاظ حمید ** از گلابه‌ی آدمی آمد پدید
  • Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
  • علم الاسما بد آدم را امام ** لیک نه اندر لباس عین و لام 2970
  • “Allemel’esma” Âdem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil!
  • چون نهاد از آب و گل بر سر کلاه ** گشت آن اسمای جانی روسیاه
  • Âdem başına sudan,topraktan bir külâh koyunca o cana ait adların yüzü karardı.
  • که نقاب حرف و دم در خود کشید ** تا شود بر آب و گل معنی پدید
  • Suyla topraktan mâna zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler.
  • گرچه از یک وجه منطق کاشف است ** لیک از ده وجه پرده و مکنف است
  • Söz, gerçi bir bakımdan mânayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
  • گفتن خلیل مر جبرئیل را علیهماالسلام چون پرسیدش کی الک حاجة خلیل جوابش داد کی اما الیک فلا
  • Halil’e Cebrail aleyhisselâm’ın “Hacetin var mı? Diye sorması,onun da “Var..var ama senden değil“ diye cevap vermesi
  • من خلیل وقتم و او جبرئیل ** من نخواهم در بلا او را دلیل
  • Ben, zamanın Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem ben!
  • او ادب ناموخت از جبریل راد ** که بپرسید از خیل حق مراد 2975
  • O, Halil’e şefaat eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Tanrı Halil’ine
  • که مرادت هست تا یاری کنم ** ورنه بگریزم سبکباری کنم
  • “Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
  • گفت ابراهیم نی رو از میان ** واسطه زحمت بود بعد العیان
  • İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
  • بهر این دنیاست مرسل رابطه ** مومنان را زانک هست او واسطه
  • Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
  • هر دل ار سامع بدی وحی نهان ** حرف و صوتی کی بدی اندر جهان
  • Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne lüzum kalırdı?
  • گرچه او محو حقست و بی‌سرست ** لیک کار من از آن نازکترست 2980
  • Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince!
  • کرده‌ی او کرده‌ی شاهست لیک ** پیش ضعفم بد نماینده‌ست نیک
  • Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü görünmede!
  • آنچ عین لطف باشد بر عوام ** قهر شد بر نازنینان کرام
  • Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
  • بس بلا و رنج می‌باید کشید ** عامه را تا فرق را توانند دید
  • Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
  • کین حروف واسطه ای یار غار ** پیش واصل خار باشد خار خار
  • Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş adama göre dikendir, hordur hakîrdir!