English    Türkçe    فارسی   

4
3114-3163

  • گر رود سوی فنا این باز باز ** فرخ او گردد ز بعد باز باز
  • Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
  • صورت او باز گر زینجا رود ** معنی او در ولد باقی بود 3115
  • Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi.
  • بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • بهر این معنی همه خلق از شغف ** می‌بیاموزند طفلان را حرف
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش 3120
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım.
  • دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • شد مفازه بادیه‌ی خون‌خوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل 3125
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler.
  • آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • مادر شه‌زاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا 3130
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun?
  • گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • در قناعت می‌گریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل هم‌چون گدا
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
  • حبه‌ای آن گر بیابد سر نهد ** وین ز گنج زر به همت می‌جهد
  • Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
  • شه که او از حرص قصد هر حرام ** می‌کند او را گدا گوید همام 3135
  • Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul derler.
  • گفت کو شهر و قلاع او را جهاز ** یا نثار گوهر و دینار ریز
  • Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler... yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
  • گفت رو هر که غم دین برگزید ** باقی غمها خدا از وی برید
  • Padişah, yürü yahu dedi... kim, din gamına düşerse Tanrı, öbür dertleri artık ondan alır.
  • غالب آمد شاه و دادش دختری ** از نژاد صالحی خوش جوهری
  • Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin soyundan bir kız aldı.
  • در ملاحت خود نظیر خود نداشت ** چهره‌اش تابان‌تر از خورشید چاشت
  • Kızın güzellikte eşi yoktu... yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı!
  • حسن دختر این خصالش آنچنان ** کز نکویی می‌نگنجد در بیان 3140
  • Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi... hasılı ahlâkı o kadar iyiydi ki anlatmaya imkân yok!
  • صید دین کن تا رسد اندر تبع ** حسن و مال و جاه و بخت منتفع
  • Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda veren baht da senin olsun!
  • آخرت قطار اشتر دان به ملک ** در تبع دنیاش هم‌چون پشم و پشک
  • Ahiret, bil ki deve katarıdır; dünya malı devenin yükü ve tüyü.Katara sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir.
  • پشم بگزینی شتر نبود ترا ** ور بود اشتر چه قیمت پشم را
  • Fakat yünü alırsan deve senin olmaz ki... deve senin olursa yünün ne değeri kalır?
  • چون بر آمد این نکاح آن شاه را ** با نژاد صالحان بی مرا
  • Padişah temiz ve riyasız soydan gelen o kızı nikâhla oğluna aldı.
  • از قضا کمپیرکی جادو که بود ** عاشق شه‌زاده‌ی با حسن و جود 3145
  • Fakat kaza ve kader bu ya... o güzelim şehzadeye bir ihtiyar büyücü de âşık olmuştu.
  • جادوی کردش عجوزه‌ی کابلی ** کی برد زان رشک سحر بابلی
  • O Kâbil’li kocakarı, şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki Babil büyücüleri bile bu büyüye haset ederler.
  • شه بچه شد عاشق کمپیر زشت ** تا عروس و آن عروسی را بهشت
  • Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu... gelinden de geçti güveylikten de!
  • یک سیه دیوی و کابولی زنی ** گشت به شه‌زاده ناگه ره‌زنی
  • İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kâbil’li karı ansızın şehzadenin yolunu vuruverdi!
  • آن نودساله عجوزی گنده کس ** نه خرد هشت آن ملک را و نه نس
  • O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
  • تا به سالی بود شه‌زاده اسیر ** بوسه‌جایش نعل کفش گنده پیر 3150
  • Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu... o kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu.
  • صحبت کمپیر او را می‌درود ** تا ز کاهش نیم‌جانی مانده بود
  • Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi... âdeta yarı canlı bir hale gelmişti.
  • دیگران از ضعف وی با درد سر ** او ز سکر سحر از خود بی‌خبر
  • Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile kendisinden bile bihaberdi.
  • این جهان بر شاه چون زندان شده ** وین پسر بر گریه‌شان خندان شده
  • Dünya padişaha zindan kesildi... şehzade ise babası ve akrabası ağlarken gülmekteydi!
  • شاه بس بیچاره شد در برد و مات ** روز و شب می‌کرد قربان و زکات
  • Padişah pek çaresiz kaldı... gece gündüz kurbanlar kestirmede, sadakalar vermekteydi!
  • زانک هر چاره که می‌کرد آن پدر ** عشق کمپیرک همی‌شد بیشتر 3155
  • Ne çare varsa hepsine başvurdu... fakat oğlan, kocakarıya gittikçe daha fazla âşık oluyordu.
  • پس یقین گشتش که مطلق آن سریست ** چاره او را بعد از این لابه گریست
  • Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle ancak yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini iyice anladı.
  • سجده می‌کرد او که هم فرمان تراست ** غیر حق بر ملک حق فرمان کراست
  • Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan başka kimin hükmü geçer ki?
  • لیک این مسکین همی‌سوزد چو عود ** دست گیرش ای رحیم و ای ودود
  • Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli Tanrı, elini tut” demeye başladı.
  • تا ز یا رب یا رب و افغان شاه ** ساحری استاد پیش آمد ز راه
  • Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... yoldan usta bir büyücü çıkageldi.
  • مستجاب شدن دعای پادشاه در خلاص پسرش از جادوی کابلی
  • Padişahın oğlunun Kâbil’li büyücüden kurtulması için ettiği duanın kabul edilmesi
  • او شنیده بود از دور این خبر ** که اسیر پیرزن گشت آن پسر 3160
  • O büyücü uzaktan o çocuğun bir ihtiyar karıya esir olduğunu duymuştu.
  • کان عجوزه بود اندر جادوی ** بی‌نظیر و آمن از مثل و دوی
  • Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin bulunmadığını işitmişti.
  • دست بر بالای دستست ای فتی ** در فن و در زور تا ذات خدا
  • Yiğidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varınca!
  • منتهای دستها دست خداست ** بحر بی‌شک منتهای سیلهاست
  • Ellerin sonu Tanrı elidir... deniz, şüphe yok ki sellerin varıp döküldüğü son yerdir.