English    Türkçe    فارسی   

4
992-1041

  • آن عجایبها که من دیدم برو ** من ندیدم بر ولی و بر عدو
  • Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!
  • آنک فضل تو درین طفلیش داد ** کس نشان ندهد به صد ساله جهاد
  • Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez”, nişanesini bile bulamaz.
  • چون یقین دیدم عنایتهای تو ** بر وی او دریست از دریای تو
  • Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm... Anladım ki o senin denizinin biricik incisi!
  • من هم او را می شفیع آرم به تو ** حال او ای حال‌دان با من بگو 995
  • Ben de işte sana onu şefaatçi getirmedeyim... Onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir!
  • از درون کعبه آمد بانگ زود ** که هم‌اکنون رخ به تو خواهد نمود
  • Kâbe içinden derhal bir ses geldi: “şimdi sana yüz gösterecek!
  • با دو صد اقبال او محظوظ ماست ** با دو صد طلب ملک محفوظ ماست
  • O yüzlerce devletle bizden nasip almıştır... Yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.
  • ظاهرش را شهره‌ی گیهان کنیم ** باطنش را از همه پنهان کنیم
  • Onun zahirini, âleme meşhur edeceğiz... bâtınını da herkes den gizleyeceğiz!
  • زر کان بود آب و گل ما زرگریم ** که گهش خلخال و گه خاتم بریم
  • Su ve toprak altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz... Gâh onu halhal yaparız, gâh yüzük!
  • گه حمایلهای شمشیرش کنیم ** گاه بند گردن شیرش کنیم 1000
  • Gâh kılıç bağı yaparız... Gâh aslanın boynuna tasma!
  • گه ترنج تخت بر سازیم ازو ** گاه تاج فرقهای ملک‌جو
  • Gâh onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gâh devlet isteyen padişahların başına taç ederiz!
  • عشقها داریم با این خاک ما ** زانک افتادست در قعده‌ی رضا
  • Bu toprakla aşklarımız vardır bizim... Çünkü o rıza ka’desine oturmuştur.
  • گه چنین شاهی ازو پیدا کنیم ** گه هم او را پیش شه شیدا کنیم
  • Gâh ondan böyle bir padişah çıkarırız... Gâh o padişahı da bir padişaha âşık ederiz!
  • صد هزاران عاشق و معشوق ازو ** در فغان و در نفیر و جست و جو
  • O topraktan yüz binlerce âşık, yüz binlerce maşuk yaratırız... Hepsi de feryad-ü figandadır, arayıp taramadadır!
  • کار ما اینست بر کوری آن ** که به کار ما ندارد میل جان 1005
  • Bizim işimize candan meyli olmayanın körlüğüne işimiz budur işte!
  • این فضیلت خاک را زان رو دهیم ** که نواله پیش بی‌برگان نهیم
  • Nevaleyi azıksızlar önüne koruz... İşte o yüzden toprağa bu faziletleri veririz biz.
  • زانک دارد خاک شکل اغبری ** وز درون دارد صفات انوری
  • Çünkü toprak, tozlu ve kapkara görünür ama içinde nurlu sıfatlar vardır.
  • ظاهرش با باطنش گشته به جنگ ** باطنش چون گوهر و ظاهر چو سنگ
  • Dış yüzü iç yüzüyle savaştadır... İç yüzü inci gibidir, dışı taşa benzer.
  • ظاهرش گوید که ما اینیم و بس ** باطنش گوید نکو بین پیش و پس
  • Dışı, biz, ancak buyuz der... İçi, dikkat et, işin önüne, ardına iyi bak der!
  • ظاهرش منکر که باطن هیچ نیست ** باطنش گوید که بنماییم بیست 1010
  • Dışı içimizde hiçbir şey yoktur diye inkârda da bulunur... İçi hele dur da sana hakikatimizi gösterelim der.
  • ظاهرش با باطنش در چالش‌اند ** لاجرم زین صبر نصرت می‌کشند
  • Dışıyla içi savaştadır... Ve içi, dışına sabrettiğinden Allah yardımına nail olur.
  • زین ترش‌رو خاک صورتها کنیم ** خنده‌ی پنهانش را پیدا کنیم
  • İşte biz bu ekşi suratlı topraktan suretler düzer onun gizli gülümsemesini meydana çıkarırız.
  • زانک ظاهر خاک اندوه و بکاست ** در درونش صد هزاران خنده‌هاست
  • Çünkü toprağın dışı kederden, ağlayıştan ibarettir ama içinde yüz binlerce gülüşler vardır.
  • کاشف السریم و کار ما همین ** کین نهانها را بر آریم از کمین
  • Biz sırları açığa vururuz... İşimiz budur bizim! Bu gizli şeyleri pusudan çıkarır dururuz!
  • گرچه دزد از منکری تن می‌زند ** شحنه آن از عصر پیدا می‌کند 1015
  • Hırsız inkârdan gelir, susar bir şey söylemez ama sahne onu sıkıştırır, hırsızlığını meydana çıkarır!
  • فضلها دزدیده‌اند این خاکها ** تا مقر آریمشان از ابتلا
  • Bu topraklarda da nice nimetler çalmıştır... Onu belâlara uğratır, ikrar ettirir.
  • بس عجب فرزند کو را بوده است ** لیک احمد بر همه افزوده است
  • Onun nice şaşılacak çocukları var... Fakat Ahmet hepsinden üstün!
  • شد زمین و آسمان خندان و شاد ** کین چنین شاهی ز ما دو جفت زاد
  • Yerle gök, bizim gibi iki çiftten böyle bir tek padişah doğdu diye gülmekte, sevinip neşelenmektedir.
  • می‌شکافد آسمان از شادیش ** خاک چون سوسن شده ز آزادیش
  • Gökyüzü neşesinden yarılmada... Yeryüzü, azadeliğinden süsene dönmektedir!
  • ظاهرت با باطنت ای خاک خوش ** چونک در جنگ‌اند و اندر کش‌مکش 1020
  • Ey güzel toprak, mademki dış yüzün iç yüzünle savaşta, çekişte...
  • هر که با خود بهر حق باشد به جنگ ** تا شود معنیش خصم بو و رنگ
  • Kim kendisiyle savaşa girişirse nihayet hakikati, bulur, rengin, kokunun ( görünüşün ) düşmanı olur.
  • ظلمتش با نور او شد در قتال ** آفتاب جانش را نبود زوال
  • Karanlığı nuruyla muharebeye girişenin can güneşine zeval yoktur.
  • هر که کوشد بهر ما در امتحان ** پشت زیر پایش آرد آسمان
  • Bizim için sınamalara giren, bizim için çalışan kişinin ayağına gök bile sırt verir!
  • ظاهرت از تیرگی افغان کنان ** باطن تو گلستان در گلستان
  • Zahirin karanlıklardan feryat etmede ama içyüzün gül bahçesi içinde için de gül bahçesi!
  • قاصد او چون صوفیان روترش ** تا نیامیزند با هر نورکش 1025
  • O, ekşi suratlı sofiler gibi nur söndüren kişilerle karışıp uzlaşmamak niyetinde.
  • عارفان روترش چون خارپشت ** عیش پنهان کرده در خار درشت
  • Ekşi suratlı arifler, kirpiye benzerler... Sert dikenlerin dibinde gizlice zevki safâdadır onlar.
  • باغ پنهان گرد باغ آن خار فاش ** کای عدوی دزد زین در دور باش
  • Bahçe gizlidir de bahçenin çevresindeki diken meydanda... Yani ey düşman hırsız, bu kapıdan uzaklaş derler!
  • خارپشتا خار حارس کرده‌ای ** سر چو صوفی در گریبان برده‌ای
  • Ey kirpi, kendine dikeni bekçi yapmışsın... Başını, sofiler gibi içine çekmişsin.
  • تا کسی دوچار دانگ عیش تو ** کم شود زین گلرخان خارخو
  • İstiyorsun ki şu gül yüzlü, fakat diken huylu kişilerden hiç kimse, senin azıcık bir zevkine bile ilişmesin!
  • طفل تو گرچه که کودک‌خو بدست ** هر دو عالم خود طفیل او بدست 1030
  • Senin çocuğun, çocuk huylu ama iki âlem de onun yavrucağı... Onun için yaratılmış!
  • ما جهانی را بدو زنده کنیم ** چرخ را در خدمتش بنده کنیم
  • Biz, âlemi onunla diriltir, feleği onun hizmetine kul, köle ederiz!
  • گفت عبدالمطلب کین دم کجاست ** ای علیم السر نشان ده راه راست
  • Abdülmuttalip “şimdi nerede ey gizlileri bilen, bana ona varacak doğru yolu göster” dedi.
  • نشان خواستن عبدالمطلب از موضع محمد علیه‌السلام کی کجاش یابم و جواب آمدن از اندرون کعبه و نشان یافتن
  • Abdülmuttalib’in, Muhammed aleyhisselâm nerede onu bildir de bulayım diye niyaz etmesi, Kâbe içinden ses gelip yerinin bildirilmesi
  • از درون کعبه آوازش رسید ** گفت ای جوینده آن طفل رشید
  • Kâbe içinden Abdülmuttalib’e ses geldi: “Ey o aklı başında olan çocuğu arayan,
  • در فلان وادیست زیر آن درخت ** پس روان شد زود پیر نیکبخت
  • Filan vadide, falan ağacın altında!” O iyi bahtlı, bu sesi duyunca hemen yürüdü.
  • در رکاب او امیران قریش ** زانک جدش بود ز اعیان قریش 1035
  • Ardınca da Kureyş emirleri gidiyorlardı. Çünkü Peygamber’in atası Kureyş ulularındandı.
  • تا به پشت آدم اسلافش همه ** مهتران بزم و رزم و ملحمه
  • Âdem Peygamber’e kadar bütün geçmişleri, mecliste de en ulu kişilerdi, savaşta da!
  • این نسب خود پوست او را بوده است ** کز شهنشاهان مه پالوده است
  • Bu soy, zahiri soyuydu... Ulu padişahlar padişahından süzülmeydi.
  • مغز او خود از نسب دورست و پاک ** نیست جنسش از سمک کس تا سماک
  • İçiyse zaten soydan, soptan uzaktı, paktı... Balıktan “simak” denilen yıldıza kadar onunla cins ve eşit olacak kimse yoktu!
  • نور حق را کس نجوید زاد و بود ** خلعت حق را چه حاجت تار و پود
  • Hak nurunun kimden doğduğunu, nasıl vücut bulduğunu kimse aramaz. Allah halkının nescini arayıp sormaya ne lüzum var?
  • کمترین خلعت که بدهد در ثواب ** بر فزاید بر طراز آفتاب 1040
  • Allah’ın sevap karşılığı olarak verdiği en bayağı hil’at bile güneş ziyasından daha parlak, daha üstündür!
  • بقیه‌ی قصه‌ی دعوت رحمت بلقیس را
  • Belkıs’ı rahmete çağırma hikâyesinin arta kalanı
  • خیز بلقیسا بیا و ملک بین ** بر لب دریای یزدان در بچین
  • Kalk ey Belkıs, gel de devleti, saltanatı gör... Allah denizi kıyısında inciler topla!