English    Türkçe    فارسی   

5
1161-1210

  • سر مدزد از سر فراز تاج‌ده  ** کو ز پای دل گشاید صد گره 
  • Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki yüzlerce düğümü çözer.
  • با کی گویم در همه ده زنده کو  ** سوی آب زندگی پوینده کو 
  • Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerede bir diri? Abıhayatın bulunduğu tarafa koşan kim?
  • تو به یک خواری گریزانی ز عشق  ** تو به جز نامی چه می‌دانی ز عشق 
  • Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki?
  • عشق را صد ناز و استکبار هست  ** عشق با صد ناز می‌آید به دست 
  • Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.
  • عشق چون وافیست وافی می‌خرد  ** در حریف بی‌وفا می‌ننگرد  1165
  • Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
  • چون درختست آدمی و بیخ عهد  ** بیخ را تیمار می‌باید به جهد 
  • İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.
  • عهد فاسد بیخ پوسیده بود  ** وز ثمار و لطف ببریده بود 
  • Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür. Kökü çürümüş ağaç meyve vermez.
  • شاخ و برگ نخل گر چه سبز بود  ** با فساد بیخ سبزی نیست سود 
  • Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kurumuşsa faydası yok.
  • ور ندارد برگ سبز و بیخ هست  ** عاقبت بیرون کند صد برگ دست 
  • Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde yüzlerce yaprak el sallar.
  • تو مشو غره به علمش عهد جو  ** علم چون قشرست و عهدش مغز او  1170
  • İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa benzer, ahitse onun içidir.
  • در بیان آنک مرد بدکار چون متمکن شود در بدکاری و اثر دولت نیکوکاران ببیند شیطان شود و مانع خیر گردد از حسد هم‌چون شیطان کی خرمن سوخته همه را خرمن سوخته خواهد ارایت الذی ینهی عبدا اذا صلی 
  • Kötü işli adam, kötülükte sabit oldu da iyilik edenlerin eriştikleri devleti gördü mü? Şeytan olur, hasedinden hayrı menetmeye kalkışır, Şeytan gibi hani. Harmanı yanan da herkesin harmanının yanmasını ister. “Görmedin mi namaz kılan kulu, namaz kıldırmaya çalışanı?”
  • وافیان را چون ببینی کرده سود  ** تو چو شیطانی شوی آنجا حسود 
  • Vefakarların faydalandığını gördün mü sen, Şeytan gibi haset edersin.
  • هرکرا باشد مزاج و طبع سست  ** او نخواهد هیچ کس را تن‌درست 
  • Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını ister.
  • گر نخواهی رشک ابلیسی بیا  ** از در دعوی به درگاه وفا 
  • Şeytan gibi hasetçi değilsen dava kapısını bırak da vefa tapısına gel.
  • چون وفاات نیست باری دم مزن  ** که سخن دعویست اغلب ما و من 
  • Madem ki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik davasıdır.
  • این سخن در سینه دخل مغزهاست  ** در خموشی مغز جان را صد نماست  1175
  • Bu söz, gönlü geliştiren bir sözdür. Susmakla insan yüzlerce gelişmeye nail olur.
  • چون بیامد در زبان شد خرج مغز  ** خرج کم کن تا بماند مغز نغز 
  • İçteki şey, dile geldi mi iç, harç olur gider. Çok harç etme de o güzelim iç kalsın.
  • مرد کم گوینده را فکرست زفت  ** قشر گفتن چون فزون شد مغز رفت 
  • Az söyleyen adam da derin bir düşünce vardır. Söyleme kabuğu arttı mı iç yok olur.
  • پوست افزون بود لاغر بود مغز  ** پوست لاغر شد چو کامل گشت و نغز 
  • Kabuk kalın olursa iç küçülür, zayıflar. İç kemale geldi, güzelleşti, büyüyüp oldu mu kabuk incelir.
  • بنگر این هر سه ز خامی رسته را  ** جوز را و لوز را و پسته را 
  • Hamlıktan kurtulup yetişen olan cevize, bademe ve fıstığa, şu üç meyveye bir bak.
  • هر که او عصیان کند شیطان شود  ** که حسود دولت نیکان شود  1180
  • Kim isyan ederse Şeytan olur, iyilerin devletine haset eder.
  • چونک در عهد خدا کردی وفا  ** از کرم عهدت نگه دارد خدا 
  • Tanrı ahdine vefa edersen Tanrı da kereminden senin ahdini korur.
  • از وفای حق تو بسته دیده‌ای  ** اذکروا اذکرکم نشنیده‌ای 
  • Sense Tanrı’ya vefa etmekten gözünü yummuşsun. “Beni anın da sizi anayım” ayetini duymadın mı ki?
  • گوش نه اوفوا به عهدی گوش‌دار  ** تا که اوفی عهدکم آید ز یار 
  • “Ahdıma vefa edin” ahdına kulak ver de sevgiliden “Ahdınıza vefa edeyim” vaidi gelsin.
  • عهد و قرض ما چه باشد ای حزین  ** هم‌چو دانه‌ی خشک کشتن در زمین 
  • Ey hüzün sahibi, bizim ahdımız ve borç vermemiz nedir? yere kuru tohum ekmek gibi.
  • نه زمین را زان فروغ و لمتری  ** نه خداوند زمین را توانگری  1185
  • Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir.
  • جز اشارت که ازین می‌بایدم  ** که تو دادی اصل این را از عدم 
  • Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
  • خوردم و دانه بیاوردم نشان  ** که ازین نعمت به سوی ما کشان 
  • Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et demektir.
  • پس دعای خشک هل ای نیک‌بخت  ** که فشاند دانه می‌خواهد درخت 
  • Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
  • گر نداری دانه ایزد زان دعا  ** بخشدت نخلی که نعم ما سعی 
  • Tohumun yoksa Tanrı, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler.
  • هم‌چو مریم درد بودش دانه نی  ** سبز کرد آن نخل را صاحب‌فنی  1190
  • Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden sanat sahibi Tanrı, o kuru hurma ağacını yeşertti.
  • زانک وافی بود آن خاتون راد  ** بی‌مرادش داد یزدان صد مراد 
  • Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Tanrı bu yüzden o istemeden onun yüzlerce muradını vefa etti.
  • آن جماعت را که وافی بوده‌اند  ** بر همه اصنافشان افزوده‌اند 
  • Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
  • گشت دریاها مسخرشان و کوه  ** چار عنصر نیز بنده‌ی آن گروه 
  • Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile onlara kul, köle kesilmiştir.
  • این خود اکرامیست از بهر نشان  ** تا ببینند اهل انکار آن عیان 
  • Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir Tanrı ikramıdır.
  • آن کرامتهای پنهانشان که آن  ** در نیاید در حواس و در بیان  1195
  • Onlar, öyle gizli ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır ki, ne akla, hayale gelir, ne de söze sığar.
  • کار آن دارد خود آن باشد ابد  ** دایما نه منقطع نه مسترد 
  • Zaten iş, ebedi olan, kesilmeyen, tükenmesine imkan bulunmayan ikram ve ihsandır.
  • مناجات 
  • Münacat
  • ای دهنده‌ی قوت و تمکین و ثبات  ** خلق را زین بی‌ثباتی ده نجات 
  • Ey gıda, temkin ve sebat ihsan eden Tanrı, halkı bu sebatsızlıktan kurtar.
  • اندر آن کاری که ثابت بودنیست  ** قایمی ده نفس را که منثنیست 
  • Sabit olmak lazım olan iş de bu iki büklüm olmuş nefse yardım et, onu doğrult.
  • صبرشان بخش و کفه‌ی میزان گران  ** وا رهانشان از فن صورتگران 
  • Sen onlara sabır ver, sen onların terazilerinin iyilik kefelerini ağırlaştır, sen onları suret düzenlerinin hilesinden kurtar.
  • وز حسودی بازشان خر ای کریم  ** تا نباشند از حسد دیو رجیم  1200
  • Ey kerem sahibi, sen onları hasetten geri çek de haset yüzünden taşlanmış Şeytan olmasınlar.
  • در نعیم فانی مال و جسد  ** چون همی‌سوزند عامه از حسد 
  • Halk geçici mal ve beden uğruna hasetten yanıp duruyor.
  • پادشاهان بین که لشکر می‌کشند  ** از حسد خویشان خود را می‌کشند 
  • Padişahlara baksana. Haset yüzünden ordu çekip akrabalarını öldürüyorlar.
  • عاشقان لعبتان پر قذر  ** کرده قصد خون و جان همدگر 
  • Pislikle dolu düzenbaz aşılar, birbirlerinin kanına, canına kastediyorlar.
  • ویس و رامین خسرو و شیرین بخوان  ** که چه کردند از حسد آن ابلهان 
  • Vise’nin, Ramin’in, Husrev’in, Şirin’in hikayelerini oku, o ahmakların haset yüzünden neler yaptıklarını gör.
  • که فنا شد عاشق و معشوق نیز  ** هم نه چیزند و هواشان هم نه چیز  1205
  • Aşık da yok oldu, maşuk da. Zaten onlar da bir şey değillerdi, aşk ve hevesleri de.
  • پاک الهی که عدم بر هم زند  ** مر عدم را بر عدم عاشق کند 
  • O temiz Tanrı’dır ki yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur, işler çıkarır.
  • در دل نه‌دل حسدها سر کند  ** نیست را هست این چنین مضطر کند 
  • Gönlü perişan aşığın gönlünde hasetler baş gösterir. Var olan, yoku bu çeşit güçlüklere sokar, böyle mecbur eder.
  • این زنانی کز همه مشفق‌تراند  ** از حسد دو ضره خود را می‌خورند 
  • Herkesten ziyade merhametli, esirgeyici olan şu kadınlar yok mu? Öyle olduğu halde iki ortak hasetten birbirini yer.
  • تا که مردانی که خود سنگین‌دلند  ** از حسد تا در کدامین منزلند 
  • Taş yürekli erkekleri düşün, artık haset yüzünden onlar da ne hale düşerler, bir kıyas et.
  • گر نکردی شرع افسونی لطیف  ** بر دریدی هر کسی جسم حریف  1210
  • Şeriat, latif afsun okumasaydı herkes, düşmanının bedenini yırtar, paramparça ederdi.