English    Türkçe    فارسی   

5
162-211

  • نعل او هست آن تردد در دو کار  ** این کنم یا آن کنم هین هوش دار 
  • Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
  • آن بکن که هست مختار نبی  ** آن مکن که کرد مجنون و صبی 
  • Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
  • حفت الجنه بچه محفوف گشت  ** بالمکاره که ازو افزود کشت 
  • “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
  • صد فسون دارد ز حیلت وز دغا  ** که کند در سله گر هست اژدها  165
  • Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
  • گر بود آب روان بر بنددش  ** ور بود حبر زمان برخنددش 
  • İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
  • عقل را با عقل یاری یار کن  ** امرهم شوری بخوان و کار کن 
  • Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
  • نواختن مصطفی علیه‌السلام آن عرب مهمان را و تسکین دادن او را از اضطراب و گریه و نوحه کی بر خود می‌کرد در خجالت و ندامت و آتش نومیدی 
  • Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
  • این سخن پایان ندارد آن عرب  ** ماند از الطاف آن شه در عجب 
  • Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
  • خواست دیوانه شدن عقلش رمید  ** دست عقل مصطفی بازش کشید 
  • Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
  • گفت این سو آ بیامد آنچنان  ** که کسی برخیزد از خواب گران  170
  • Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
  • گفت این سو آ مکن هین با خود آ  ** که ازین سو هست با تو کارها 
  • Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
  • آب بر رو زد در آمد در سخن  ** کای شهید حق شهادت عرضه کن 
  • Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
  • تا گواهی بدهم و بیرون شوم  ** سیرم از هستی در آن هامون شوم 
  • Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
  • ما درین دهلیز قاضی قضا  ** بهر دعوی الستیم و بلی 
  • Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
  • که بلی گفتیم و آن را ز امتحان  ** فعل و قول ما شهودست و بیان  175
  • Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
  • از چه در دهلیز قاضی ای گواه  ** حبس باشی ده شهادت از پگاه 
  • Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
  • چند در دهلیز قاضی ای گواه‌  ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
  • Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
  • زان بخواندندت بدین‌جا تا که تو  ** آن گواهی بدهی و ناری عتو 
  • Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
  • از لجاج خویشتن بنشسته‌ای  ** اندرین تنگی کف و لب بسته‌ای 
  • Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
  • تا بندهی آن گواهی ای شهید  ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید  180
  • Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
  • یک زمان کارست بگزار و بتاز  ** کار کوته را مکن بر خود دراز 
  • İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
  • خواه در صد سال خواهی یک زمان  ** این امانت واگزار و وا رهان 
  • İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
  • بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی 
  • Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
  • این نماز و روزه و حج و جهاد  ** هم گواهی دادنست از اعتقاد 
  • Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
  • این زکات و هدیه و ترک حسد  ** هم گواهی دادنست از سر خود 
  • Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
  • خوان و مهمانی پی اظهار راست  ** کای مهان ما با شما گشتیم راست  185
  • İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
  • هدیه‌ها و ارمغان و پیش‌کش  ** شد گواه آنک هستم با تو خوش 
  • Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
  • هر کسی کوشد به مالی یا فسون  ** چیست دارم گوهری در اندرون 
  • Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
  • گوهری دارم ز تقوی یا سخا  ** این زکات و روزه در هر دو گوا 
  • Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
  • روزه گوید کرد تقوی از حلال  ** در حرامش دان که نبود اتصال 
  • Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
  • وان زکاتش گفت کو از مال خویش  ** می‌دهد پس چون بدزدد ز اهل کیش  190
  • Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
  • گر بطراری کند پس دو گواه  ** جرح شد در محکمه‌ی عدل اله 
  • Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
  • هست صیاد ار کند دانه نثار  ** نه ز رحم و جود بل بهر شکار 
  • Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
  • هست گربه‌ی روزه‌دار اندر صیام  ** خفته کرده خویش بهر صید خام 
  • Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
  • کرده بدظن زین کژی صد قوم را  ** کرده بدنام اهل جود و صوم را 
  • Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
  • فضل حق با این که او کژ می‌تند  ** عاقبت زین جمله پاکش می‌کند  195
  • Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır.
  • سبق برده رحمتش وان غدر را  ** داده نوری که نباشد بدر را 
  • Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
  • کوششش را شسته حق زین اختلاط  ** غسل داده رحمت او را زین خباط 
  • Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
  • تا که غفاری او ظاهر شود  ** مغفری کلیش را غافر شود 
  • Bu suretle de Allah’nın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.
  • آب بهر این ببارید از سماک  ** تا پلیدان را کند از خبث پاک 
  • Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.
  • پاک کردن آب همه پلیدیها را و باز پاک کردن خدای تعالی آب را از پلیدی لاجرم قدوس آمد حق تعالی 
  • Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Allah’nın da suyu pislikten arıtması, hasılı ulu Allah’nın kötülüklerden arı, noksanlardan münezzeh oluşu
  • آب چون پیگار کرد و شد نجس  ** تا چنان شد که آب را رد کرد حس  200
  • Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez.
  • حق ببردش باز در بحر صواب  ** تا به شستش از کرم آن آب آب 
  • Allah yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır.
  • سال دیگر آمد او دامن‌کشان  ** هی کجا بودی به دریای خوشان 
  • Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim.
  • من نجس زینجا شدم پاک آمدم  ** بستدم خلعت سوی خاک آمدم 
  • Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım.
  • هین بیایید ای پلیدان سوی من  ** که گرفت از خوی یزدان خوی من 
  • Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Allah huyu ile huylandım.
  • در پذیرم جمله‌ی زشتیت را  ** چون ملک پاکی دهم عفریت را  205
  • Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım.
  • چون شوم آلوده باز آنجا روم  ** سوی اصل اصل پاکیها رو 
  • Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
  • دلق چرکین بر کنم آنجا ز سر  ** خلعت پاکم دهد بار دگر 
  • Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir.
  • کار او اینست و کار من همین  ** عالم‌آرایست رب العالمین 
  • Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
  • گر نبودی این پلیدیهای ما  ** کی بدی این بارنامه آب را 
  • Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?
  • کیسه‌های زر بدزدید از کسی  ** می‌رود هر سو که هین کو مفلسی  210
  • Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer.
  • یا بریزد بر گیاه رسته‌ای  ** یا بشوید روی رو ناشسته‌ای 
  • Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.