English    Türkçe    فارسی   

5
1754-1803

  • ای پدر الانتظار الانتظار  ** از برای خوان بالا مردوار 
  • Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle.
  • هر گرسنه عاقبت قوتی بیافت  ** آفتاب دولتی بر وی بتافت  1755
  • Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur.
  • ضیف با همت چو ز آشی کم خورد  ** صاحب خوان آش بهتر آورد 
  • Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir.
  • جز که صاحب خوان درویشی لیم  ** ظن بد کم بر به رزاق کریم 
  • Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi Rızk vericiye kötü zanda bulunma.
  • سر برآور هم‌چو کوهی ای سند  ** تا نخستین نور خور بر تو زند 
  • Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da günesin ilk ışığı sana vursun.
  • که آن سر کوه بلند مستقر  ** هست خورشید سحر را منتظر 
  • Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.
  • جواب آن مغفل کی گفته است کی خوش بودی این جهان اگر مرگ نبودی وخوش بودی ملک دنیا اگر زوالش نبودی و علی هذه الوتیرة من الفشارات 
  • Ne hoştu bu dünya, ölüm olmasaydı: ne hoştu dünya mülk, zevali gelmeseydi diyen ve bu çeşit abes sözler söyleyen gafil kişiye cevap
  • آن یکی می‌گفت خوش بودی جهان  ** گر نبودی پای مرگ اندر میان  1760
  • Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi.
  • آن دگر گفت ار نبودی مرگ هیچ  ** که نیرزیدی جهان پیچ‌پیچ 
  • Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı.
  • خرمنی بودی به دشت افراشته  ** مهمل و ناکوفته بگذاشته 
  • Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi.
  • مرگ را تو زندگی پنداشتی  ** تخم را در شوره خاکی کاشتی 
  • Halbuki sen asil ölümü dirilik sandın, tohumu çorak yere ektin.
  • عقل کاذب هست خود معکوس‌بین  ** زندگی را مرگ بیند ای غبین 
  • Yalancı akıl, her şeyi aksi görür, diriliği de ölüm sanır a ahmak!
  • ای خدا بنمای تو هر چیز را  ** آنچنان که هست در خدعه‌سرا  1765
  • Ey Tanrı, sen bize her şeyi, o hile yurdunda nasılsa öylece göster.
  • هیچ مرده نیست پر حسرت ز مرگ  ** حسرتش آنست کش کم بود برگ 
  • Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, azığın azlığına hayıflanır.
  • ورنه از چاهی به صحرا اوفتاد  ** در میان دولت و عیش و گشاد 
  • Yoksa ölen, bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar.
  • زین مقام ماتم و ننگین مناخ  ** نقل افتادش به صحرای فراخ 
  • Bu yas konağından, şu daracık deve yatağından geniş bir ovaya göçer.
  • مقعد صدقی نه ایوان دروغ  ** باده‌ی خاصی نه مستیی ز دوغ 
  • Orası doğruluk makamıdır, yalan sayvanı değil. Orada hususi bir şarap vardır, adam onunla sarhoş olur ayranla değil.
  • مقعد صدق و جلیسش حق شده  ** رسته زین آب و گل آتشکده  1770
  • Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki orada onunla oturan Tanrıdır. Ateşe tapanların mabedi olan su balçıktan kurtulmuştur.
  • ور نکردی زندگانی منیر  ** یک دو دم ماندست مردانه بمیر 
  • Aydın bir suretle yaşamadıysan, bir iki nefeslik ömrün kaldı bari ercesine öl!
  • فیما یرجی من رحمة الله تعالی معطی النعم قبل استحقاقها و هو الذی ینزل الغیث من بعد ما قنطوا و رب بعد یورث قربا و رب معصیة میمونة و رب سعادة تاتی من حیث یرجی النقم لیعلم ان الله یبدل سیاتهم حسنات 
  • Kul,müstahak olmadan nimetler veren Tanrının rahmetinden dilenen şeyler. Tanrı, bir Tanrı ki, insanlar, ümitsizliğe düştükten sonra yağmur yağdırır. Nice uzaklık vardır, yakınlığa sebep olur. Nice kutluluklar vardır, kötülük istediğinden gelip çatar. Bu suretle de Tanrının, kulların kötülüklerini, iyiliklere döndürdüğü bilinir.
  • در حدیث آمد که روز رستخیز  ** امر آید هر یکی تن را که خیز 
  • Hadiste gelmiştir ki kıyamet günü, her bedene “kalk” diye emir gelir.
  • نفخ صور امرست از یزدان پاک  ** که بر آرید ای ذرایر سر ز خاک 
  • Sur’un üfürülmesi, pak Tanri’nin ey zerreler yerden bas kaldırın diye emretmesidir.
  • باز آید جان هر یک در بدن  ** هم‌چو وقت صبح هوش آید به تن 
  • Herkesin canı, sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza gelirse tıpkı öyle, kendi bedenine girer.
  • جان تن خود را شناسد وقت روز  ** در خراب خود در آید چون کنوز  1775
  • Can, kıyamet günü, kendi bedenini tanır, define gibi kendine mahsus olan o yıkık yere girer.
  • جسم خود بشناسد و در وی رود  ** جان زرگر سوی درزی کی رود 
  • Her can, kendi bedenini tanır, o bedene girer. Kuyumcunu canı, nasıl olur da terzinin bedenine girer?
  • جان عالم سوی عالم می‌دود  ** روح ظالم سوی ظالم می‌دود 
  • Bilgi sahibinin canı, bilgi sahibinin bedenine girer, zulmedenin canı, zulmedenin bedenine.
  • که شناسا کردشان علم اله  ** چونک بره و میش وقت صبحگاه 
  • Sabah çağı kuzu anasını, koyun kuzusunu nasıl tanırsa Tanrı bilgisi de bedenleri tanıma hususunda ruhlara böyle bir bilgi vermiştir.
  • پای کفش خود شناسد در ظلم  ** چون نداند جان تن خود ای صنم 
  • Ayak bile karanlıkta ayakkabısını tanırken a güzelim can kendi bedenini nasıl tanımaz?
  • صبح حشر کوچکست ای مستجیر  ** حشر اکبر را قیاس از وی بگیر  1780
  • Ey Tanrıya sığınan, sabah küçük mahşerdir. Büyük mahşeri de var ondan kıyas et.
  • آنچنان که جان بپرد سوی طین  ** نامه پرد تا یسار و تا یمین 
  • Can, nasıl toprağa uçarsa amel defteri de sağa, sola öyle uçar.
  • در کفش بنهند نامه‌ی بخل و جود  ** فسق و تقوی آنچ دی خو کرده بود 
  • İyiliğe kötülüğe dair dün ne yaptıysa onların yazılı olduğu nekeslik ve cömertlik defterini, insanın avucuna koyarlar.
  • چون شود بیدار از خواب او سحر  ** باز آید سوی او آن خیر و شر 
  • Seher çağı uykudan uyandı mı o hayır ve şer, ona gelip çatar.
  • گر ریاضت داده باشد خوی خویش  ** وقت بیداری همان آید به پیش 
  • Riyazatı huy edinmişse uyandığı zaman yanına o gelir.
  • ور بد او دی خام و زشت و در ضلال  ** چون عزا نامه سیه یابد شمال  1785
  • Dün, hamlık etmiş, kötülükte, azgınlıkta bulunmuşsa sol yanından verilen defteri, yas mektubuna döner.
  • ور بد او دی پاک و با تقوی و دین  ** وقت بیداری برد در ثمین 
  • Dün, temiz, kötülükten çekingen ve dindar olarak yaşamışsa uyanınca değerli inciyi elde eder.
  • هست ما را خواب و بیداری ما  ** بر نشان مرگ و محشر دو گوا 
  • Bizim uykumuz ve uyanmamız, ölümle mahşere iki tanıktır.
  • حشر اصغر حشر اکبر را نمود  ** مرگ اصغر مرگ اکبر را زدود 
  • Küçük haşir büyük hasrı gösterir; küçük ölüm, büyük ölümü aydınlatır.
  • لیک این نامه خیالست و نهان  ** وآن شود در حشر اکبر بس عیان 
  • Fakat bu defter, hayalidir, gizlidir. Büyük haşirde o defter meydana çıkar.
  • این خیال اینجا نهان پیدا اثر  ** زین خیال آنجا برویاند صور  1790
  • Bu hayal, burada gizlidir, eseri görünür. Fakat bu hayal, orada suretlere bürünür.
  • در مهندس بین خیال خانه‌ای  ** در دلش چون در زمینی دانه‌ای 
  • Mühendise bak yere tohum eker gibi gönlüne bir ev yapma hayali kor.
  • آن خیال از اندرون آید برون  ** چون زمین که زاید از تخم درون 
  • O hayal, dışarıda zahir olur, adeta yerden tohum biter gibi.
  • هر خیالی کو کند در دل وطن  ** روز محشر صورتی خواهد شدن 
  • Gönülde yurt tutan her hayal, mahşer gününde bir surete bürünecektir.
  • چون خیال آن مهندس در ضمیر  ** چون نبات اندر زمین دانه‌گیر 
  • Mühendisin gönlünde kurduğu hayali, tohum bitirme kabiliyetindeki bir yere ekilmiş, orada bitmiş mahsul tut.
  • مخلصم زین هر دو محشر قصه‌ایست  ** مومنان را در بیانش حصه‌ایست 1795
  • Bu iki mahşeri hulâsa etmeden maksadım bir kısastır, inananların bundan hisse almasıdır.
  • چون بر آید آفتاب رستخیز  ** بر جهند از خاک زشت و خوب تیز 
  • Kıyamet gününün güneşi doğdu mu çirkin, güzel herkes yerden derhal kalkar.
  • سوی دیوان قضا پویان شوند  ** نقد نیک و بد به کوره می‌روند 
  • Herkes kaza ve kader divanına koşar, geçer para da potaya girer, kalp para da.
  • نقد نیکو شادمان و ناز ناز  ** نقد قلب اندر زحیر و در گداز 
  • Geçer para neşelenerek, nazlana,nazlana kalp para, yanıp eriyerek.
  • لحظه لحظه امتحانها می‌رسد  ** سر دلها می‌نماید در جسد 
  • Anbean sınamalar gelmede, bedende gönül sırları görünmede.
  • چون ز قندیل آب و روغن گشته فاش  ** یا چو خاکی که بروید سرهاش  1800
  • Kandil nasıl suyla yağla görünür, aydınlanıp meydana çıkarsa, yahut toprak, nasıl mahsul verir, sırlarını meydana korsa öyle.
  • از پیاز و گندنا و کوکنار  ** سر دی پیدا کند دست بهار 
  • Baharın eli, soğanı, safranı, haşhaşı çıkarır, kışın sırrını nasıl meydana korsa öyle.
  • آن یکی سرسبز نحن المتقون  ** وآن دگر هم‌چون بنفشه سرنگون 
  • Biri “Biz Tanrıdan çekinenleriz” diye yemyeşil, öbürü menekşe gibi başı aşağıda. Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada.
  • چشمها بیرون جهید از خطر  ** گشته ده چشمه ز بیم مستقر 
  • Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada.