English    Türkçe    فارسی   

5
1799-1848

  • لحظه لحظه امتحانها می‌رسد  ** سر دلها می‌نماید در جسد 
  • Anbean sınamalar gelmede, bedende gönül sırları görünmede.
  • چون ز قندیل آب و روغن گشته فاش  ** یا چو خاکی که بروید سرهاش  1800
  • Kandil nasıl suyla yağla görünür, aydınlanıp meydana çıkarsa, yahut toprak, nasıl mahsul verir, sırlarını meydana korsa öyle.
  • از پیاز و گندنا و کوکنار  ** سر دی پیدا کند دست بهار 
  • Baharın eli, soğanı, safranı, haşhaşı çıkarır, kışın sırrını nasıl meydana korsa öyle.
  • آن یکی سرسبز نحن المتقون  ** وآن دگر هم‌چون بنفشه سرنگون 
  • Biri “Biz Tanrıdan çekinenleriz” diye yemyeşil, öbürü menekşe gibi başı aşağıda. Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada.
  • چشمها بیرون جهید از خطر  ** گشته ده چشمه ز بیم مستقر 
  • Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada.
  • باز مانده دیده‌ها در انتظار  ** تا که نامه ناید از سوی یسار 
  • Gözler, defterler sol yandan gelmesin diye açılmış, bekleyip durmada.
  • چشم گردان سوی راست و سوی چپ  ** زانک نبود بخت نامه‌ی راست زپ  1805
  • Amel defterinin sağdan verilmesi kolay iş değil. Bunun için gözler sağı solu gözlemede.
  • نامه‌ای آید به دست بنده‌ای  ** سر سیه از جرم و فسق آگنده‌ای 
  • Derken bir kulun eline kapkara, suçlarla kötülüklerle dolu bir defter verilir.
  • اندرو یک خیر و یک توفیق نه  ** جز که آزار دل صدیق نه 
  • İçinde ne bir hayır var, ne bir iyi işte bulunma. Ancak doğru özlülerin gönlünü incitme var.
  • پر ز سر تا پای زشتی و گناه  ** تسخر و خنبک زدن بر اهل راه 
  • Baştan ayağa kadar kötülükle, suçla, yol ehline çaldığı ıslıklarla, onlarla ettiği alaylarla dopdolu.
  • آن دغل‌کاری و دزدیهای او  ** و آن چو فرعونان انا و انای او 
  • Hileleri, hırsızlıkları, Firavunlar gibi ben, biz demeleri, defteri kaplamış.
  • چون بخواند نامه‌ی خود آن ثقیل  ** داند او که سوی زندان شد رحیل  1810
  • O kötü amelli kul, defterini okudu mu analar ki zindandan başka göçecek yer yok.
  • پس روان گردد چو دزدان سوی دار  ** جرم پیدا بسته راه اعتذار 
  • Suç meydanda özür yolu bağlı. Artık hırsızlar gibi darağacına yürümeye baslar.
  • آن هزاران حجت و گفتار بد  ** بر دهانش گشته چون مسمار بد 
  • O binlerce delili, o binlerce kötü sözü, pis bir çivi gibi ağzını kapatmış.
  • رخت دزدی بر تن و در خانه‌اش  ** گشته پیدا گم شده افسانه‌اش 
  • Üstünde, evinde, çaldığı şeyler çıkmış, okuduğu masal dinlenmez olmuş.
  • پس روان گردد به زندان سعیر  ** که نباشد خار را ز آتش گزیر 
  • Cehennem zindanına doğru yürümeye koyulur. Çünkü ateşten kaçmasına imkan yok.
  • چون موکل آن ملایک پیش و پس  ** بوده پنهان گشته پیدا چون عسس  1815
  • Melekler de memurlar gibi önüne ardına düşerler. Evvelce gizliydiler şimdi asesler gibi meydana çıkarlar.
  • می‌برندش می‌سپوزندش به نیش  ** که برو ای سگ به کهدانهای خویش 
  • Onu, yürü ey köpek, samanlığına gir diye sürerler, ellerindeki mızraklarla dürterler.
  • می‌کشد پا بر سر هر راه او  ** تا بود که بر جهد زان چاه او 
  • O, her yol basında ayağını sürür, belki o kuyudan kurtulurum ümidine düşer.
  • منتظر می‌ایستد تن می‌زند  ** در امیدی روی وا پس می‌کند 
  • Bekleyerek durur, susar, bir ümide kapılıp yüzünü geriye çevirir.
  • اشک می‌بارد چون باران خزان  ** خشک اومیدی چه دارد او جز آن 
  • Güz yağmurları gibi gözyaşı döker, ümidi kurumuştur, ondan başka elinden ne gelir?
  • هر زمانی روی وا پس می‌کند  ** رو به درگاه مقدس می‌کند  1820
  • Her an yüzünü geriye çevirir, Tanrı’nın mukaddes tapısına yönelir.
  • پس ز حق امر آید از اقلیم نور  ** که بگوییدش کای بطال عور 
  • Derken Tanrı’dan “Ey nur ülkesinin melekleri, ona ey iyi huylardan çırılçıplak tembel” deyin.
  • انتظار چیستی ای کان شر  ** رو چه وا پس می‌کنی ای خیره‌سر 
  • Ey şer madeni, ne bekliyorsun? A şaşkın neden yüzünü geriye çeviriyorsun?
  • نامه‌ات آنست کت آمد به دست  ** ای خدا آزار و ای شیطان‌پرست 
  • İşte defterin, eline gelen defter a Tanrı inciten a Şeytana tapan!
  • چون بدیدی نامه‌ی کردار خویش  ** چه نگری پس بین جزای کار خویش 
  • Yaptığın şeylerin yazılı olduğu defteri gördün ya. Ne bakıyorsun Artık, yaptığının cezasını gör.
  • بیهده چه مول مولی می‌زنی  ** در چنین چه کو امید روشنی  1825
  • Beyhude yere emekleyip duruyorsun? Böyle bir kuyuda aydınlık ümidi nerede?
  • نه ترا از روی ظاهر طاعتی  ** نه ترا در سر و باطن نیتی 
  • Ne görünüşte bir ibadetin var, ne içinde gizli bir iyilik niyeti.
  • نه ترا شبها مناجات و قیام  ** نه ترا در روز پرهیز و صیام 
  • Ne geceleri münacatta bulundun, namaz kıldın; ne gündüzleri haramdan çekindin oruç tuttun!
  • نه ترا حفظ زبان ز آزار کس  ** نه نظر کردن به عبرت پیش و پس 
  • Ne kimseyi incitmemek için dilini tuttun, ne ibretle önüne ardına baktın.
  • پیش چه بود یاد مرگ و نزع خویش  ** پس چه باشد مردن یاران ز پیش 
  • Önünde ölüm anlayışı ile can çekişmeden, ardında dostlarının ölümünden başka ne var ki?
  • نه ترا بر ظلم توبه‌ی پر خروش  ** ای دغا گندم‌نمای جوفروش  1830
  • Ne zulmünle yana yakıla coşarak bir tövbe ettin, ne ağlayıp sızlandın ey buğday gösterip arpa satan adı adam!
  • چون ترازوی تو کژ بود و دغا  ** راست چون جویی ترازوی جزا 
  • Terazin eğriydi azgındı. Artık mükafat terazisinin doğru olmasını neye beklersin?
  • چونک پای چپ بدی در غدر و کاست  ** نامه چون آید ترا در دست راست 
  • Hıyanette eksik tartmada adeta sol ayak kesilmiştin, nasıl olur da terazin sağ yanından gelir?
  • چون جزا سایه‌ست ای قد تو خم  ** سایه‌ی تو کژ فتد در پیش هم 
  • A boyu bükülmüş, mükafat ve mücazat, gölge gibidir, elbet gölgen de önüne iki büküm düşecek.
  • زین قبل آید خطابات درشت  ** که شود که را از آن هم کوز پشت 
  • Tanrıdan bu çeşit sert hitaplar gelir. Öyle ki bu sözleri dağ duysa kamburlaşır.
  • بنده گوید آنچ فرمودی بیان  ** صد چنانم صد چنانم صد چنان  1835
  • Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü.
  • خود تو پوشیدی بترها را به حلم  ** ورنه می‌دانی فضیحتها به علم 
  • Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
  • لیک بیرون از جهاد و فعل خویش  ** از ورای خیر و شر و کفر و کیش 
  • Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
  • وز نیاز عاجزانه‌ی خویشتن  ** وز خیال و وهم من یا صد چو من 
  • Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
  • بودم اومیدی به محض لطف تو  ** از ورای راست باشی یا عتو 
  • Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.
  • بخشش محضی ز لطف بی‌عوض  ** بودم اومید ای کریم بی‌عوض  1840
  • Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım.
  • رو سپس کردم بدان محض کرم  ** سوی فعل خویشتن می‌ننگرم 
  • Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
  • سوی آن اومید کردم روی خویش  ** که وجودم داده‌ای از پیش بیش 
  • O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
  • خلعت هستی بدادی رایگان  ** من همیشه معتمد بودم بر آن 
  • Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
  • چون شمارد جرم خود را و خطا  ** محض بخشایش در آید در عطا 
  • Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Tanrı ihsanı ile Tanrı bağışlaması gelip yetişir.
  • کای ملایک باز آریدش به ما  ** که بدستش چشم دل سوی رجا  1845
  • Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda.
  • لاابالی وار آزادش کنیم  ** وآن خطاها را همه خط بر زنیم 
  • Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
  • لا ابالی مر کسی را شد مباح  ** کش زیان نبود ز غدر و از صلاح 
  • Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
  • آتشی خوش بر فروزیم از کرم  ** تا نماند جرم و زلت بیش و کم 
  • Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.