English    Türkçe    فارسی   

5
2490-2539

  • آسمان شو ابر شو باران ببار  ** ناودان بارش کند نبود به کار  2490
  • Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok.
  • آب اندر ناودان عاریتیست  ** آب اندر ابر و دریا فطرتیست 
  • Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve denizde yaradılıştan vardır.
  • فکر و اندیشه‌ست مثل ناودان  ** وحی و مکشوفست ابر و آسمان 
  • Düşünce, oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir.
  • آب باران باغ صد رنگ آورد  ** ناودان همسایه در جنگ آورد 
  • Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.
  • خر دو سه حمله به روبه بحث کرد  ** چون مقلد بد فریب او بخورد 
  • Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.
  • طنطنه‌ی ادراک بینایی نداشت  ** دمدمه‌ی روبه برو سکته گماشت  2495
  • Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi, onu kandırdı.
  • حرص خوردن آنچنان کردش ذلیل  ** که زبونش گشت با پانصد دلیل 
  • Yemek hırsı onu öyle bir alçaktı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.
  • حکایت آن مخنث و پرسیدن لوطی ازو در حالت لواطه کی این خنجر از بهر چیست گفت از برای آنک هر کی با من بد اندیشد اشکمش بشکافم لوطی بر سر او آمد شد می‌کرد و می‌گفت الحمدلله کی من بد نمی‌اندیشم با تو «بیت من بیت نیست اقلیمست هزل من هزل نیست تعلیمست» ان الله یستحیی ان یضرب مثلا ما بعوضة فما فوقها ای فما فوقها فی تغییر النفوس بالانکار ان ما ذا ا راد الله بهذا مثلا و آنگه جواب می‌فرماید کی این خواستم یضل به کثیرا و یهدی به کثیرا کی هر فتنه‌ای هم‌چون میزانست بسیاران ازو سرخ‌رو شوند و بسیاران بی‌مراد شوند و لو تاملت فیه قلیلا وجدت من نتایجه الشریفة کثیرا 
  • Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu. "Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir* Alayım, alay değil, bir şey öğretmektir." "Şüphe yok ki Tanrı ne sivrisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları." Yani ondan üstün olanların inkâr yüzünden ruhlarının değişmesini, denemiştir. Kâfirler "Tanrı bu örnekle neyi murat ediyor yani?" derler. Bu söze cevap olarak da "Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler" buyurur. Çünkü her sınama, teraziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kızarır, benizlerine kan gelir, çok kişiler de muratlarına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azıcık düsünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun
  • کنده‌ای را لوطیی در خانه برد  ** سرنگون افکندش و در وی فشرد 
  • Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
  • بر میانش خنجری دید آن لعین  ** پس بگفتش بر میانت چیست این 
  • Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
  • گفت آنک با من ار یک بدمنش  ** بد بیندیشد بدرم اشکمش 
  • Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.
  • گفت لوطی حمد لله را که من  ** بد نه اندیشیده‌ام با تو به فن  2500
  • Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
  • چون که مردی نیست خنجرها چه سود  ** چون نباشد دل ندارد سود خود 
  • Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
  • از علی میراث داری ذوالفقار  ** بازوی شیر خدا هستت بیار 
  • Tutalım Aliden Zülfikar'ı miras aldın, Tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster.
  • گر فسونی یاد داری از مسیح  ** کو لب و دندان عیسی ای قبیح 
  • Mesih'ten bir nefes bellediğini farzedelim, İsa'nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam?
  • کشتیی سازی ز توزیع و فتوح  ** کو یکی ملاح کشتی هم‌چو نوح 
  • Kazanmak, bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani?
  • بت شکستی گیرم ابراهیم‌وار  ** کو بت تن را فدی کردن بنار  2505
  • Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerde?
  • گر دلیلت هست اندر فعل آر  ** تیغ چوبین را بدان کن ذوالفقار 
  • Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delille Zülfikar haline getir.
  • آن دلیلی که ترا مانع شود  ** از عمل آن نقمت صانع بود 
  • Bir delil, seni amelden alıkorsa o Tanrının gazabıdır.
  • خایفان راه را کردی دلیر  ** از همه لرزان‌تری تو زیر زیر 
  • Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin.
  • بر همه درس توکل می‌کنی  ** در هوا تو پشه را رگ می‌زنی 
  • Herkese Tanrı'ya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.
  • ای مخنث پیش رفته از سپاه  ** بر دروغ ریش تو کیرت گواه  2510
  • A oğlan, askerin önünde gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede.
  • چون ز نامردی دل آکنده بود  ** ریش و سبلت موجب خنده بود 
  • Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür.
  • توبه‌ای کن اشک باران چون مطر  ** ریش و سبلت را ز خنده باز خر 
  • Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar.
  • داروی مردی بخور اندر عمل  ** تا شوی خورشید گرم اندر حمل 
  • Erlik ilâcını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön.
  • معده را بگذار و سوی دل خرام  ** تا که بی‌پرده ز حق آید سلام 
  • Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Tanrıdan sana perdesiz bir selâm gelsin.
  • یک دو گامی رو تکلف ساز خوش  ** عشق گیرد گوش تو آنگاه کش  2515
  • Kendine çekidüzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.
  • غالب شدن حیله‌ی روباه بر استعصام و تعفف خر و کشیدن روبه خر را سوی شیر به بیشه 
  • Eşek, her ne kadar çekindiyse de nihayet tilki üstün oldu, onu aslanın bulunduğu ormana çekti
  • روبه اندر حیله پای خود فشرد  ** ریش خر بگرفت و آن خر را ببرد 
  • Tilki, hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti.
  • مطرب آن خانقه کو تا که تفت  ** دف زند که خر برفت و خر برفت 
  • Nerde o tekkenin ilâhicisi ki hararetle defe vurup "Eşek gitti, eşek gitti" desin?
  • چونک خرگوشی برد شیری به چاه  ** چون نیارد روبهی خر تا گیاه 
  • Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez?
  • گوش را بر بند و افسونها مخور  ** جز فسون آن ولی دادگر 
  • Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma.
  • آن فسون خوشتر از حلوای او  ** آنک صد حلواست خاک پای او  2520
  • Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hattâ o öyle bir erdir ki ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer.
  • خنبهای خسروانی پر ز می  ** مایه برده از می لبهای وی 
  • Şarapla dolu koca küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır.
  • عاشق می باشد آن جان بعید  ** کو می لبهای لعلش را ندید 
  • Ondan uzakta kalan can, lâ'al dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba âşıktır.
  • آب شیرین چون نبیند مرغ کور  ** چون نگردد گرد چشمه‌ی آب شور 
  • Kör kuş, tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın!
  • موسی جان سینه را سینا کند  ** طوطیان کور را بینا کند 
  • Can Musası, gönlü Sina haline getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar.
  • خسرو شیرین جان نوبت زدست  ** لاجرم در شهر قند ارزان شدست  2525
  • Can Şirininin Hüsrev'i nöbet urmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır.
  • یوسفان غیب لشکر می‌کشند  ** تنگهای قند و شکر می‌کشند 
  • Gayp Yusufları ordularını çekmede, şeker denklerini getirmede.
  • اشتران مصر را رو سوی ما  ** بشنوید ای طوطیان بانگ درا 
  • Mısır'dan gelen develerin yüzü bizim tarafa yönelmiş, ey dudu kuşları, şenlik seslerini duyun!
  • شهر ما فردا پر از شکر شود  ** شکر ارزانست ارزان‌تر شود 
  • Şehrimiz, yarın şekerle dolacak. Şeker zaten ucuz ama daha da ucuzlayacak.
  • در شکر غلطید ای حلواییان  ** هم‌چو طوطی کوری صفراییان 
  • Ey tatlı sevenler, şekerlere bulanın, sofrası olanların körlüklerine rağmen dudu gibi şekerlere bakın.
  • نیشکر کوبید کار اینست و بس  ** جان بر افشانید یار اینست و بس  2530
  • Şeker kamışını dövün, iş ancak bundan ibaret Canlar feda edin, işte sevgili!
  • یک ترش در شهر ما اکنون نماند ** چونکه شیرین خسروان را بر نشاند
  • نقل بر نقلست و می بر می هلا  ** بر مناره رو بزن بانگ صلا 
  • Ya hey! Şarap üstüne şarap, meze üstüne meze. Artık minareye çık da sala ver!
  • سرکه‌ی نه ساله شیرین می‌شود  ** سنگ و مرمر لعل و زرین می‌شود 
  • Dokuz yıllık sirke tatlılaşıyor. Taş ve mermer, lâ'al ve altın haline geliyor.
  • آفتاب اندر فلک دستک‌زنان  ** ذره‌ها چون عاشقان بازی‌کنان 
  • Güneş, gökyüzünde elceğizlerini çırpmada. Zerreler, âşıklar gibi birbirleriyle oynaşmada.
  • چشمها مخمور شد از سبزه‌زار  ** گل شکوفه می‌کند بر شاخسار  2535
  • Kaynaklar, yeşilliklerden, çayırlık, çimenliklerden mahmurlaştı. Gül, dallar üstünde çiçekler açıyor.
  • چشم دولت سحر مطلق می‌کند  ** روح شد منصور انا الحق می‌زند 
  • Devlet gözü, tam bir büyü yapmada; ruh Mansur oldu, Enel Hak diye bağırmada.
  • گر خری را می‌برد روبه ز سر  ** گو ببر تو خر مباش و غم مخور 
  • Tilki bir eşeği baştan çıkarırsa ko çıkarsın. Sen eşek olma da gani yeme.
  • حکایت آن شخص کی از ترس خویشتن را در خانه‌ای انداخت رخها زرد چون زعفران لبها کبود چون نیل دست لرزان چون برگ درخت خداوند خانه پرسید کی خیرست چه واقعه است گفت بیرون خر می‌گیرند به سخره گفت مبارک خر می‌گیرند تو خر نیستی چه می‌ترسی گفت خر به جد می‌گیرند تمییز برخاسته است امروز ترسم کی مرا خر گیرند 
  • Birisi, korkusundan kendisini bir eve attı. Benzi safran gibi sararmış, dudakları gömgök olmuş, elleri söğüt yaprağı gibi tirtii- titriyordu. Ev sahibi hayrola, ne oldu? dedi. Adam, dışarıda eşekleri tutup yük yüklüyorlar diye cevap verdi. Ev sahibi : Peki a mübarek dedi, etekleri tutuyorlar Sen eşek değilsin ya, ne korkuyorsun? Adam dedi ki: öyle bir kızışmışlar, işe öyle bir sarılmışlar ki fark etmelerine imkân yok, korktum, ya beni de eşek diye tutarlarsa!
  • آن یکی در خانه‌ای در می‌گریخت  ** زرد رو و لب کبود و رنگ ریخت 
  • Birisi kaçıp bir eve sığındı. Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş, dudakları gövermişti.
  • صاحب خانه بگفتش خیر هست  ** که همی لرزد ترا چون پیر دست 
  • Ev sahibi, peki dedi, A amcasının canı, eşekleri titremede.