English    Türkçe    فارسی   

5
2795-2844

  • رو ید الله فوق ایدیهم تو باش  ** هم‌چو دست حق گزافی رزق پاش  2795
  • Yürü, "Tanrı eli, onların elleri üstündedir" sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç.
  • وام داران را ز عهده وا رهان  ** هم‌چو باران سبز کن فرش جهان 
  • Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
  • بود یک سال دگر کارش همین  ** که بدادی زر ز کیسه‌ی رب دین 
  • Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
  • زر شدی خاک سیه اندر کفش  ** حاتم طایی گدایی در صفش 
  • Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
  • دانستن شیخ ضمیر سایل را بی گفتن و دانستن قدر وام وام‌داران بی گفتن کی نشان آن باشد کی اخرج به صفاتی الی خلقی 
  • Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
  • حاجت خود گر نگفتی آن فقیر  ** او بدادی و بدانستی ضمیر 
  • Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
  • آنچ در دل داشتی آن پشت‌خم  ** قدر آن دادی بدو نه بیش و کم  2800
  • O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona.
  • پس بگفتندی چه دانستی که او  ** این قدر اندیشه دارد ای عمو 
  • Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
  • او بگفتی خانه‌ی دل خلوتست  ** خالی از کدیه مثال جنتست 
  • Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
  • اندرو جز عشق یزدان کار نیست  ** جز خیال وصل او دیار نیست 
  • Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok.
  • خانه را من روفتم از نیک و بد  ** خانه‌ام پرست از عشق احد 
  • Ben evi, iyi kötü, her şeyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
  • هرچه بینم اندرو غیر خدا  ** آن من نبود بود عکس گدا  2805
  • Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malan değildir, benden bit şey isteyen yoksulun malıdır.
  • گر در آبی نخل یا عرجون نمود  ** جز ز عکس نخله‌ی بیرون نبود 
  • Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir.
  • در تگ آب ار ببینی صورتی  ** عکس بیرون باشد آن نقش ای فتی 
  • Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim.
  • لیک تا آب از قذی خالی شدن  ** تنقیه شرطست در جوی بدن 
  • Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır.
  • تا نماند تیرگی و خس درو  ** تا امین گردد نماید عکس رو 
  • Bu suretle onda bir bulanıklık ve çerçöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin, görünsün.
  • جز گلابه در تنت کو ای مقل  ** آب صافی کن ز گل ای خصم دل  2810
  • A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu, topraktan arıt.
  • تو بر آنی هر دمی کز خواب و خور  ** خاک ریزی اندرین جو بیشتر 
  • Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın.
  • سبب دانستن ضمیرهای خلق 
  • Şeyhin, herkesin içinden geçeni bilmesinin sebebi
  • چون دل آن آب زینها خالیست  ** عکس روها از برون در آب جست 
  • O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığında " yüzler, ona akseder, orada görünür.
  • پس ترا باطن مصفا ناشده  ** خانه پر از دیو و نسناس و دده 
  • Halbuki senin için temizlenmemiş. Evin, Şeytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu.
  • ای خری ز استیزه ماند در خری  ** کی ز ارواح مسیحی بو بری 
  • A eşek, inadından eşeklikte kalakaldın. Nerden Mesih'e ait ruhlardan bir koku alacaksın?
  • کی شناسی گر خیالی سر کند  ** کز کدامین مکمنی سر بر کند  2815
  • Orada bir hayal başgösterse hangi pusudan çıktığını nerden bileceksin?
  • چون خیالی می‌شود در زهد تن  ** تا خیالات از درونه روفتن 
  • İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
  • غالب شدن مکر روبه بر استعصام خر 
  • Eşeğin hile yüzünden tilkiye alet olması
  • خر بسی کوشید و او را دفع گفت  ** لیک جوع الکلب با خر بود جفت 
  • Eşek bir hayli çalıştı, tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlı kendisine eş olmuştu.
  • غالب آمد حرص و صبرش بد ضعیف  ** بس گلوها که برد عشق رغیف 
  • Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası, nice boğazlan yırtmıştır.
  • زان رسولی کش حقایق داد دست  ** کاد فقر ان یکن کفر آمدست 
  • Kendisine hakikatler keşfedilen Peygamber, onun için "Az kaldı yoksulluk, küfür olayazdi" dedi.
  • گشته بود آن خر مجاعت را اسیر  ** گفت اگر مکرست یک ره مرده گیر  2820
  • O eşek, açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi, tut ki öldüm.
  • زین عذاب جوع باری وا رهم  ** گر حیات اینست من مرده بهم 
  • Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi.
  • گر خر اول توبه و سوگند خورد  ** عاقبت هم از خری خبطی بکرد 
  • Önce tövbe etmiş, and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da.
  • حرص کور و احمق و نادان کند  ** مرگ را بر احمقان آسان کند 
  • Hırs, insanı kör, ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır.
  • نیست آسان مرگ بر جان خران  ** که ندارند آب جان جاودان 
  • Halbuki ölüm, eşeklere kolay değildir. Çünkü ebedî canları yoktur ki.
  • چون ندارد جان جاوید او شقیست  ** جرات او بر اجل از احمقیست  2825
  • Ebedî canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti, ahmaklıktandır.
  • جهد کن تا جان مخلد گردد  ** تا به روز مرگ برگی باشدت 
  • Çalış da ebedî cana ulaş, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun.
  • اعتمادش نیز بر رازق نبود  ** که بر افشاند برو از غیب جود 
  • Kötü kişinin rızık veren Tanrıya güveni yoktur. Gayıptan ona rızkının cömertçe saçıldığına inanmaz.
  • تاکنونش فضل بی‌روزی نداشت  ** گرچه گه‌گه بر تنش جوعی گماشت 
  • Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı ihsanı, şimdiye kadar onu rızıksız bırakmadı.
  • گر نباشد جوع صد رنج دگر  ** از پی هیضه بر آرد از تو سر 
  • Eğer açlık olmasaydı imtilâya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet başgösterirdi.
  • رنج جوع اولی بود خود زان علل  ** هم به لطف و هم به خفت هم عمل  2830
  • Açlık illeti, hem lâtif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Tanrı'ya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir.
  • رنج جوع از رنجها پاکیزه‌تر  ** خاصه در جوعست صد نفع و هنر 
  • Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
  • در بیان فضیلت احتما و جوع 
  • Az yeyiş ve açlığın iyiliği
  • جوع خود سلطان داروهاست هین  ** جوع در جان نه چنین خوارش مبین 
  • Kendine gel, açlık, ilâçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme.
  • جمله ناخوش از مجاعت خوش شدست  ** جمله خوشها بی‌مجاعتها ردست 
  • Bütün hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilâçlar, aç olmadıkça sana tesir etmez.
  • مثل 
  • Örnek
  • آن یکی می‌خورد نان فخفره  ** گفت سایل چون بدین استت شره 
  • Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
  • گفت جوع از صبر چون دوتا شود  ** نان جو در پیش من حلوا شود  2835
  • Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
  • پس توانم که همه حلوا خورم  ** چون کنم صبری صبورم لاجرم 
  • Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
  • خود نباشد جوع هر کس را زبون  ** کین علف‌زاریست ز اندازه برون 
  • Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
  • جوع مر خاصان حق را داده‌اند  ** تا شوند از جوع شیر زورمند 
  • Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
  • جوع هر جلف گدا را کی دهند  ** چون علف کم نیست پیش او نهند 
  • Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
  • که بخور که هم بدین ارزانیی  ** تو نه‌ای مرغاب مرغ نانیی  2840
  • Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
  • حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق 
  • Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması
  • شیخ می‌شد با مریدی بی‌درنگ  ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ 
  • Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
  • ترس جوع و قحط در فکر مرید  ** هر دمی می‌گشت از غفلت پدید 
  • Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
  • شیخ آگه بود و واقف از ضمیر  ** گفت او را چند باشی در زحیر 
  • Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
  • از برای غصه‌ی نان سوختی  ** دیده‌ی صبر و توکل دوختی 
  • Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamışsın.