English    Türkçe    فارسی   

5
2986-3035

  • وقت تحلیل نماز ای با نمک  ** زان سلام آورد باید بر ملک 
  • A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helâl olması için namazdan çıkarken meleklere selâm vermek gerektir.
  • که ز الهام و دعای خوبتان  ** اختیار این نمازم شد روان 
  • Bu selâm, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir.
  • باز از بعد گنه لعنت کنی  ** بر بلیس ایرا کزویی منحنی 
  • Suçtan sonra da tutar, İblise lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün.
  • این دو ضد عرضه کننده‌ت در سرار  ** در حجاب غیب آمد عرضه‌دار 
  • Şeytanla melek, gayıp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.
  • چونک پرده‌ی غیب برخیزد ز پیش  ** تو ببینی روی دلالان خویش  2990
  • Fakat gözünün önünden gayıp perdesi kalktı mı seni hayıra, şerre sevk edenlerin yüzlerini görürsün.
  • وآن سخنشان وا شناسی بی‌گزند  ** که آن سخن‌گویان نهان اینها بدند 
  • Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.
  • دیو گوید ای اسیر طبع و تن  ** عرضه می‌کردم نکردم زور من 
  • Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki.
  • وآن فرشته گویدت من گفتمت  ** که ازین شادی فزون گردد غمت 
  • Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi ?
  • آن فلان روزت نگفتم من چنان  ** که از آن سویست ره سوی جنان 
  • Falan günde ben sana şöyle demedim mi? Cinler yolu, o tarafa giden yoldur.
  • ما محب جان و روح افزای تو  ** ساجدان مخلص بابای تو  2995
  • Biz, senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlâsla secde etmişiz.
  • این زمانت خدمتی هم می‌کنیم  ** سوی مخدومی صلایت می‌زنیم 
  • Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çağırmadayız.
  • آن گره بابات را بوده عدی  ** در خطاب اسجدوا کرده ابا 
  • Bu şeytanlar, babana da düşmandı. "Secde edin" emrine uymadılar.
  • آن گرفتی آن ما انداختی  ** حق خدمتهای ما نشناختی 
  • Fakat sen ona uydun da bizi dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile.
  • این زمان ما را و ایشان را عیان  ** در نگر بشناس از لحن و بیان 
  • Şimdi biz de meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.
  • نیم شب چون بشنوی رازی ز دوست  ** چون سخن گوید سحر دانی که اوست  3000
  • Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost olduğunu anlarsın.
  • ور دو کس در شب خبر آرد ترا  ** روز از گفتن شناسی هر دو را 
  • Geceleyin iki kişi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın.
  • بانگ شیر و بانگ سگ در شب رسید  ** صورت هر دو ز تاریکی ندید 
  • Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama,
  • روز شد چون باز در بانگ آمدند  ** پس شناسدشان ز بانگ آن هوشمند 
  • Gündüz olunca yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırdeder, hangi hayvanlara ait olduğunu anlarsın.
  • مخلص این که دیو و روح عرضه‌دار  ** هر دو هستند از تتمه‌ی اختیار 
  • Hâsılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.
  • اختیاری هست در ما ناپدید  ** چون دو مطلب دید آید در مزید  3005
  • Bizde bir gizli ihtiyar vardır, iki şey gördün mü, artar, harekete gelir.
  • اوستادان کودکان را می‌زنند  ** آن ادب سنگ سیه را کی کنند 
  • Hocalar, çocukları döverler, hiç karataş terbiye kabul eder mi?
  • هیچ گویی سنگ را فردا بیا  ** ور نیایی من دهم بد را سزا 
  • Hiç taşa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette cezalandırırım der mi?
  • هیچ عاقل مر کلوخی را زند  ** هیچ با سنگی عتابی کس کند 
  • Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver, bir taşı azarlar mı ?
  • در خرد جبر از قدر رسواترست  ** زانک جبری حس خود را منکرست 
  • Akıl bakımından cebir, kadere inanmamaktan da daha rezilce bir iştir. Çünkü Cebrî olan, kendi duygusunu inkâr ediyor demektir.
  • منکر حس نیست آن مرد قدر  ** فعل حق حسی نباشد ای پسر  3010
  • Kaderi inkâr eden hiç olmazsa duyguyu inkâr etmiyor. Oğul, Tanrı işi, duyguya sığmaz ya.
  • منکر فعل خداوند جلیل  ** هست در انکار مدلول دلیل 
  • Fakat ulu Tanrının işini inkâr edense âdeta delilin delâlet ettiği şeyi inkâr ediyor demektir.
  • آن بگوید دود هست و نار نی  ** نور شمعی بی ز شمعی روشنی 
  • Kaderi inkâr eden, duman vardır da ateş yoktur, kandilin ışığı,, hiçbir ışık olmaksızın aydındır demektir.
  • وین همی‌بیند معین نار را  ** نیست می‌گوید پی انکار را 
  • Cebri ise ateşi görür de inadina ateş yok der.
  • جامه‌اش سوزد بگوید نار نیست  ** جامه‌اش دوزد بگوید تار نیست 
  • Ateş, eteğini tutuşturur, yakar, yine ateş yoktur der. Karanlik, eteğini dolaştırır, yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.
  • پس تسفسط آمد این دعوی جبر  ** لاجرم بدتر بود زین رو ز گبر  3015
  • Hâsılı bu Cebir dâvası, Sofistliktir. Onun için de Tann'yı inkâr edişten beterdir.
  • گبر گوید هست عالم نیست رب  ** یا ربی گوید که نبود مستحب 
  • Tanrı'yı inkâr eden, âlem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette bulunamaz, yoktur ki der.
  • این همی گوید جهان خود نیست هیچ  ** هسته سوفسطایی اندر پیچ پیچ 
  • Halbuki bu, dünya hiç yoktur der. Sofist, tereddütler, ıstıraplar içindedir.
  • جمله‌ی عالم مقر در اختیار  ** امر و نهی این میار و آن بیار 
  • Bütün âlem, ihtiyarı ikrar eder, emrin nehyin, şunu getir, onu getirme demenin hak olduğunu söyler de,
  • او همی گوید که امر و نهی لاست  ** اختیاری نیست این جمله خطاست 
  • O, daima emir ve nehiy yoktur. Yapılan işler, dileğimizle değildir deyip durur.
  • حس را حیوان مقرست ای رفیق  ** لیک ادراک دلیل آمد دقیق  3020
  • Arkadaş, duyguyu hayvan bile ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir.
  • زانک محسوسست ما را اختیار  ** خوب می‌آید برو تکلیف کار 
  • Zira biz, ihtiyarımızı duyarız. Bize bir işi teklif etmek, yerindedir.
  • درک وجدانی چون اختیار و اضطرار و خشم و اصطبار و سیری و ناهار به جای حس است کی زرد از سرخ بداند و فرق کند و خرد از بزرگ و طلخ از شیرین و مشک از سرگین و درشت از نرم به حس مس و گرم از سرد و سوزان از شیر گرم و تر از خشک و مس دیوار از مس درخت پس منکر وجدانی منکر حس باشد و زیاده که وجدانی از حس ظاهرترست زیرا حس را توان بستن و منع کردن از احساس و بستن راه و مدخل وجدانیات را ممکن نیست و العاقل تکفیه الاشارة 
  • Bir şey dileyerek yapıp yapmamak, yahut zorda kalmak, öfke, dayanıp hoş görmek, tokluk ve açlık gibi vicdani idrâk, sarıyı o kırmızıdan fark etmek, küçüğü büyükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten, dokunma duygusu ile katıyı yumuşaktan, sıcağı soğuktan, yakıcıyı, çok sıcak şeyden, yaşı kurudan ve yine dokunarak duvarı ağaçtan ayırdetme gibi duygu yerine kaimdir. Şu halde vicdanî anlayışı inkâr eden, duyguyu inkâr eder, hattâ bundan da beterdir. Vicdani anlayış, duygudan daha açıktır. Çünkü duyguyu bağlamak ve duymadan menetmek, duygunun meydana geleceği yolu bağlamak mümkündür. Fakat vicdanî anlayışı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir işaret yeter.
  • درک وجدانی به جای حس بود  ** هر دو در یک جدول ای عم می‌رود 
  • Vicdanî anlayış, duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar.
  • نغز می‌آید برو کن یا مکن  ** امر و نهی و ماجراها و سخن 
  • Onun için bu anlayışa yap, yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir.
  • این که فردا این کنم یا آن کنم  ** این دلیل اختیارست ای صنم 
  • Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara delildir güzelim.
  • وان پشیمانی که خوردی زان بدی  ** ز اختیار خویش گشتی مهتدی  3025
  • Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da ihtiyarına delâlet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pişman oldun, doğru yolu buldun.
  • جمله قران امر و نهیست و وعید  ** امر کردن سنگ مرمر را کی دید 
  • Bütün Kur'an, emirdir, nehiydir, korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür?
  • هیچ دانا هیچ عاقل این کند  ** با کلوخ و سنگ خشم و کین کند 
  • Akıllı bilgili adam, toprak parçasına, taşa hükmeder mi ?
  • که بگفتم کین چنین کن یا چنان  ** چون نکردید ای موات و عاجزان 
  • Ey ölüler, âcizler, böyle yapın, şöyle edin dedim, neden yapmadınız der mi?
  • عقل کی حکمی کند بر چوب و سنگ  ** عقل کی چنگی زند بر نقش چنگ 
  • Akıl, tahta parçasına taşa hükmeder mi? Akıl sahibi, resme,
  • کای غلام بسته دست اشکسته‌پا  ** نیزه برگیر و بیا سوی وغا  3030
  • Be hey eli bağlı, ayağı kırık yiğit, mızrağı al; da savaşa gel diye el atar, buyruk yürütmeye kalkar mı?
  • خالقی که اختر و گردون کند  ** امر و نهی جاهلانه چون کند 
  • Peki... Yıldızları ve gökyüzünü yaratan Tanrı,, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur?
  • احتمال عجز از حق راندی  ** جاهل و گیج و سفیهش خواندی 
  • Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrı'dan güya âciz ihtimalini gidermeye kalkıştın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın.
  • عجز نبود از قدر ور گر بود  ** جاهلی از عاجزی بدتر بود 
  • Kader yoktur, kul, kendi ihtiyariyle iş yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hattâ olsa bile cahillik, acizlikten beterdir.
  • ترک می‌گوید قنق را از کرم  ** بی‌سگ و بی‌دلق آ سوی درم 
  • Türk, kereminden konuğa der ki, kapıma köpeksiz gel, yırtık hırkayla gelme.
  • وز فلان سوی اندر آ هین با ادب  ** تا سگم بندد ز تو دندان و لب  3035
  • Falan yerden edeplice gel de köpeğim, senden ağzını, dudağını bağlasın.