English    Türkçe    فارسی   

5
3948-3997

  • یادش آمد مردی آن پهلوان  ** که بکشت او شیر و اندامش چنان 
  • O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı.
  • غالب آمد خنده‌ی زن شد دراز  ** جهد می‌کرد و نمی‌شد لب فراز 
  • Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
  • سخت می‌خندید هم‌چون بنگیان  ** غالب آمد خنده بر سود و زیان  3950
  • Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da.
  • هرچه اندیشید خنده می‌فزود  ** هم‌چو بند سیل ناگاهان گشود 
  • Ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı.
  • گریه و خنده غم و شادی دل  ** هر یکی را معدنی دان مستقل 
  • Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
  • هر یکی را مخزنی مفتاح آن  ** ای برادر در کف فتاح دان 
  • Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
  • هیچ ساکن می‌نشد آن خنده زو  ** پس خلیفه طیره گشت و تندخو 
  • Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
  • زود شمشیر از غلافش بر کشید  ** گفت سر خنده واگو ای پلید  3955
  • Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle.
  • در دلم زین خنده ظنی اوفتاد  ** راستی گو عشوه نتوانیم داد 
  • Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. Hileye kalkışma, doğru söyle.
  • ور خلاف راستی بفریبیم  ** یا بهانه‌ی چرب آری تو به دم 
  • Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen,
  • من بدانم در دل من روشنیست  ** بایدت گفتن هر آنچ گفتنیست 
  • Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.'
  • در دل شاهان تو ماهی دان سطبر  ** گرچه گه گه شد ز غفلت زیر ابر 
  • Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
  • یک چراغی هست در دل وقت گشت  ** وقت خشم و حرص آید زیر طشت  3960
  • Gönülde gezip dolaşma zamanı bir ışık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde liğen altında gizlenir.
  • آن فراست این زمان یار منست  ** گر نگویی آنچ حق گفتنست 
  • O anlayış, şimdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
  • من بدین شمشیر برم گردنت  ** سود نبود خود بهانه کردنت 
  • Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
  • ور بگویی راست آزادت کنم  ** حق یزدان نشکنم شادت کنم 
  • Doğru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neşeni kırmam.
  • هفت مصحف آن زمان برهم نهاد  ** خورد سوگند و چنین تقریر داد 
  • Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacağına yemin etti.
  • فاش کردن آن کنیزک آن راز را با خلیفه از زخم شمشیر و اکراه خلیفه کی راست گو سبب این خنده را و گر نه بکشمت 
  • Cariyeceğizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması, Halifenin doğru söyle, bu gülüşün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
  • زن چو عاجز شد بگفت احوال را  ** مردی آن رستم صد زال را  3965
  • Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erliğini söyledi.
  • شرح آن گردک که اندر راه بود  ** یک به یک با آن خلیفه وا نمود 
  • Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
  • شیر کشتن سوی خیمه آمدن  ** وان ذکر قایم چو شاخ کرگدن 
  • Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi.
  • باز این سستی این ناموس‌کوش  ** کو فرو مرد از یکی خش خشت موش 
  • Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
  • رازها را می‌کند حق آشکار  ** چون بخواهد رست تخم بد مکار 
  • Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
  • آب و ابر و آتش و این آفتاب  ** رازها را می برآرد از تراب  3970
  • Su, bulut, ateş ve bu güneş, sırlan toprağın altından çıkarır.
  • این بهار نو ز بعد برگ‌ریز  ** هست برهان وجود رستخیز 
  • Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlığına bir delildir.
  • در بهار آن سرها پیدا شود  ** هر چه خوردست این زمین رسوا شود 
  • Bahar, o sırları meydana kor, şu yeryüzü ne yediyse rüsvay olur;
  • بر دمد آن از دهان و از لبش  ** تا پدید آید ضمیر و مذهبش 
  • Yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
  • سر بیخ هر درختی و خورش  ** جملگی پیدا شود آن بر سرش 
  • Her ağacın kökündeki sır ve o ağacın yemişi tamamiyle üstünde görünür.
  • هر غمی کز وی تو دل آزرده‌ای  ** از خمار می بود کان خورده‌ای  3975
  • Gönlünü inciten her gam, içtiğin şarabın tesiriyledir.
  • لیک کی دانی که آن رنج خمار  ** از کدامین می بر آمد آشکار 
  • Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o baş ağrısı, hangi şaraptan meydana geldi?
  • این خمار اشکوفه‌ی آن دانه است  ** آن شناسد کاگه و فرزانه است 
  • Bu baş ağrısının, o tanenin meyvasından olduğunu aklı, fikri olan anlar.
  • شاخ و اشکوفه نماند دانه را  ** نطفه کی ماند تن مردانه را 
  • Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
  • نیست مانندا هیولا با اثر  ** دانه کی ماننده آمد با شجر 
  • Heyula, esere benzemezken tohum, hiç ağaca benzer mi?
  • نطفه از نانست کی باشد چو نان  ** مردم از نطفه‌ست کی باشد چنان  3980
  • Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir?
  • جنی از نارست کی ماند به نار  ** از بخارست ابر و نبود چون بخار 
  • Cin, ateşten yaratılmıştır, fakat nerden ateşe benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi değildir ki.
  • از دم جبریل عیسی شد پدید  ** کی به صورت هم‌چو او بد یا ندید 
  • İsa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
  • آدم از خاکست کی ماند به خاک  ** هیچ انگوری نمی‌ماند به تاک 
  • Âdem, topraktan yaratılmıstır, toprağa benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotuğu gibi değildir.
  • کی بود دزدی به شکل پای‌دار  ** کی بود طاعت چو خلد پایدار 
  • Hırsız, darağacının ayağı gibi midir? İbadet, ebedî cennete benzer mi?
  • هیچ اصلی نیست مانند اثر  ** پس ندانی اصل رنج و درد سر  3985
  • Hiçbir asıl esere benzemez. Şu halde zahmetin ve baş ağrısını aslını bilemezsin.
  • لیک بی‌اصلی نباشدت این جزا  ** بی‌گناهی کی برنجاند خدا 
  • Fakat bu mücazat, mükâfat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Tanrı, hiçbir suçsuz kulunu incitmez.
  • آنچ اصلست و کشنده‌ی آن شی است  ** گر نمی‌ماند بوی هم از وی است 
  • Asıl neyse, o şeyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.
  • پس بدان رنجت نتیجه‌ی زلتیست  ** آفت این ضربتت از شهوتیست 
  • Şu halde bil ki çektiğin zahmet, yaptığın suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir şehvetten ötürüdür.
  • گر ندانی آن گنه را ز اعتبار  ** زود زاری کن طلب کن اغتفار 
  • İbret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal ağlayıp sızlamaya koyul, yarlıganma dile.
  • سجده کن صد بار می‌گوی ای خدا  ** نیست این غم غیر درخورد و سزا  3990
  • Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptığım suçun karşılığıdır ancak!
  • ای تو سبحان پاک از ظلم و ستم  ** کی دهی بی‌جرم جان را درد و غم 
  • Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
  • من معین می‌ندانم جرم را  ** لیک هم جرمی بباید گرم را 
  • Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
  • چون بپوشیدی سبب را ز اعتبار  ** دایما آن جرم را پوشیده دار 
  • Sebebi örttüğün gibi o suçu da ört.
  • که جزا اظهار جرم من بود  ** کز سیاست دزدیم ظاهر شود 
  • Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlığım meydana çıkar.
  • عزم کردن شاه چون واقف شد بر آن خیانت کی بپوشاند و عفو کند و او را به او دهد و دانست کی آن فتنه جزای او بود و قصد او بود و ظلم او بر صاحب موصل کی و من اساء فعلیها و ان ربک لبالمرصاد و ترسیدن کی اگر انتقام کشد آن انتقام هم بر سر او آید چنانک این ظلم و طمع بر سرش آمد 
  • Padişahın, işi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padişahına zulmettiği için "Kim kötülük ederse kendine eder" ve "Şüphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüğe uğradığını anlayıp intikam almaya kalkışırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektiği gibi o intikamın cezasına da uğrayacağını kestirerek cariyeyi o beye vermeyi kurması
  • شاه با خود آمد استغفار کرد  ** یاد جرم و زلت و اصرار کرد  3995
  • Padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak diledi.
  • گفت با خود آنچ کردم با کسان  ** شد جزای آن به جان من رسان 
  • Dedi ki: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
  • قصد جفت دیگران کردم ز جاه  ** بر من آمد آن و افتادم به چاه 
  • Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düştüm.