English    Türkçe    فارسی   

5
4138-4187

  • از انایی ازل دل دنگ شد  ** این انایی سرد گشت و ننگ شد 
  • Ezel benliğinden gönül hayretlere düştü; bu benlik, soğuk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi.
  • زان انای بی‌انا خوش گشت جان  ** شد جهان او از انایی جهان 
  • Can, o bensiz benlikten hoş bir hal aldı, âlem benliğinden sıçrayıp çıktı.
  • از انا چون رست اکنون شد انا  ** آفرینها بر انای بی عنا  4140
  • Benden kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benliğe!
  • کو گریزان و انایی در پیش  ** می‌دود چون دید وی را بی ویش 
  • O kaçmada, benlikse peşine düşmüş. Onu, onsuz gördüğünden ardını bırakmamakta, koşup durmakta.
  • طالب اویی نگردد طالبت  ** چون بمردی طالبت شد مطلبت 
  • Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istediğini elde edersin.
  • زنده‌ای کی مرده‌شو شوید ترا  ** طالبی کی مطلبت جوید ترا 
  • Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istediğin seni arar mı?
  • اندرین بحث ار خرده ره‌بین بدی  ** فخر رازی رازدان دین بدی 
  • Bu bahiste akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razı, din sırrını bilirdi.
  • لیک چون من لمن یذق لم یدر بود  ** عقل و تخییلات او حیرت فزود  4145
  • Fakat "Tatmıyan bilmez." Onun için onun aklı ve kurduğu hayaller de, ancak hayretini artırdı.
  • کی شود کشف از تفکر این انا  ** آن انا مکشوف شد بعد از فنا 
  • Bu ben, nerde düşünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur.
  • می‌فتد این عقلها در افتقاد  ** در مغا کی حلول و اتحاد 
  • Bu akıllar, araştırma yüzünden ittihat ve hulul uçurumuna düşer.
  • ای ایاز گشته فانی ز اقتراب  ** هم‌چو اختر در شعاع آفتاب 
  • Ey yakınlaşma yüzünden yokluğa erişmiş, yıldız gibi güneş nurlarına dalmış olan Eyaz!
  • بلک چون نطفه مبدل تو به تن  ** نه از حلول و اتحادی مفتتن 
  • Hattâ ittihat ve hululle değil de meni gibi beden haline gelmiş olan dost!
  • عفو کن ای عفو در صندوق تو  ** سابق لطفی همه مسبوق تو  4150
  • Ey af etmeyi sandığına almış, kendine mal edinmiş zat, affet. Sen lûtufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin ardındadır.
  • من کی باشم که بگویم عفو کن  ** ای تو سلطان و خلاصه‌ی امر کن 
  • Ben kim oluyorum ki af et diyeyim? Ey padişahım, ey Kün emrinin hulâsası!
  • من کی باشم که بوم من با منت  ** ای گرفته جمله منها دامنت 
  • Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, eteğine sarılmış olan padişahım, benliğimden geçmeden seninle beraber bulunayım?..
  • مجرم دانستن ایاز خود را درین شفاعت‌گری و عذر این جرم خواستن و در آن عذرگویی خود را مجرم دانستن و این شکستگی از شناخت و عظمت شاه خیزد کی انا اعلمکم بالله و اخشیکم لله و قال الله تعالی انما یخشی الله من عباده العلما 
  • Eyaz'in şefaat etmede kendisini suçlu sayması ve bu suçtan özür dilemesi, özür dilemede de yine kendini suçlu bilmesi. Bu sınıklık, padişahın ululuğunu bilmekten ilerigelir. Peygamber, "Ben, Tanrıyı en iyi bileniniz ve Tanrı'dan en çok korkanınızım” dedi. Ulu Tanrı da "Söz budur, bundan ötesi yok; Tanrı'dan, onu bilen kulları korkar" buyurmuştur.
  • من کی آرم رحم خلم آلود را  ** ره نمایم حلم علم‌اندود را 
  • Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı öğretmeye kalkışır, bilgi sahibine nasıl olur da bilim yolunu gösterebilirim?
  • صد هزاران صفع را ارزانیم  ** گر زبون صفعها گردانیم 
  • Beni sillelerle, tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben, yüz binlerce tokata lâyık bir kulum.
  • من چه گویم پیشت اعلامت کنم  ** یا که وا یادت دهم شرط کرم  4155
  • Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir şey anlatmaya kalkışayım? Yahut da ne yüzle kerem şartını sana hatırlatmaya girişeyim?
  • آنچ معلوم تو نبود چیست آن  ** وآنچ یادت نیست کو اندر جهان 
  • Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki?
  • ای تو پاک از جهل و علمت پاک از آن  ** که فراموشی کند بر وی نهان 
  • Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de âlemde bulunan şeylerden herhangi birini unutmadan arıdır.
  • هیچ کس را تو کسی انگاشتی  ** هم‌چو خورشیدش به نور افراشتی 
  • Bir hiç olanı tuttun, adam ettin; onu güneş gibi nurlarla parlattın.
  • چون کسم کردی اگر لابه کنم  ** مستمع شو لابه‌ام را از کرم 
  • Mademki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarışımı kerem et, dinle.
  • زانک از نقشم چو بیرون برده‌ای  ** آن شفاعت هم تو خود را کرده‌ای  4160
  • Benim suretimden izhar ettiğin şefaati da yine sen ediyorsun demektir.
  • چون ز رخت من تهی گشت این وطن  ** تر و خشک خانه نبود آن من 
  • Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bomboş, burada benim hiçbir şeyim yok. Evde kuru, yaş, ne varsa benim değil.
  • هم دعا از من روان کردی چو آب  ** هم نباتش بخش و دارش مستجاب 
  • Duamı su gibi akıttın, sebatını da bağışla ve o duayı kabul et.
  • هم تو بودی اول آرنده‌ی دعا  ** هم تو باش آخر اجابت را رجا 
  • Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et.
  • تا زنم من لاف کان شاه جهان  ** بهر بنده عفو کرد از مجرمان 
  • Kabul et de o âlem padişahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.
  • درد بودم سر به سر من خودپسند  ** کرد شاهم داروی هر دردمند  4165
  • Ben kendimi beğenmekteydim, baştanbaşa dertten ibarettim. Padişahım, her dertliye deva verdi.
  • دوزخی بودم پر از شور و شری  ** کرد دست فضل اویم کوثری 
  • Cehennemliktim, kötülüklerle, serlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi.
  • هر که را سوزید دوزخ در قود  ** من برویانم دگر بار از جسد 
  • Cehennem kimi yakar, yandınrsa ben o yanan şeyleri cesette tekrar çıkarır, bitiririm.
  • کار کوثر چیست که هر سوخته  ** گردد از وی نابت و اندوخته 
  • Kevserin işi nedir? Her yanan, onun vasıtasiyle biter, yenilenir.
  • قطره قطره او منادی کرم  ** کانچ دوزخ سوخت من باز آورم 
  • Kevser, katra katta keremlerini ilân eder; cehennemin yaktığı şeyleri ben yine yerine getiririm der.
  • هست دوزخ هم‌چو سرمای خزان  ** هست کوثر چون بهار ای گلستان  4170
  • Cehennem, güz mevsiminin soğuğuna benzer. Keserse ey gül bahçesi, bahar gibidir.
  • هست دوزخ هم‌چو مرگ و خاک گور  ** هست کوثر بر مثال نفخ صور 
  • Cehennem, ölüme, mezar toprağına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir.
  • ای ز دوزخ سوخته اجسامتان  ** سوی کوثر می‌کشد اکرامتان 
  • Ey cehennemde bedenleri yananlar, Tanrı keremi, sizi kevsere çağırmadadır.
  • چون خلقت الخلق کی یربح علی  ** لطف تو فرمود ای قیوم حی 
  • Ey daima faal olan diri Tanrı, lütfen "halkı, benden faydalansınlar diye yarattım;
  • لالان اربح علیهم جود تست  ** که شود زو جمله ناقصها درست 
  • Ben onlardan faydalanayım diye değil" buyurmuştur. Bu, senin cömertliğindir; bütün noksanlar, o cömertlikle düzelir.
  • عفو کن زین بندگان تن‌پرست  ** عفو از دریای عفو اولیترست  4175
  • Bedene tapan şu kullarını affet. Af denizinin af edişi, yerinde bir iştir.
  • عفو خلقان هم‌چو جو و هم‌چو سیل  ** هم بدان دریای خود تازند خیل 
  • Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
  • عفوها هر شب ازین دل‌پاره‌ها  ** چون کبوتر سوی تو آید شها 
  • Aflar, her gece şu gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulaşır.
  • بازشان وقت سحر پران کنی  ** تا به شب محبوس این ابدان کنی 
  • Seher çağı yine onları uçurur, geceye kadar şu bedenlere hapsedersin.
  • پر زنان بار دگر در وقت شام  ** می‌پرند از عشق آن ایوان و بام 
  • Yine akşam çağı, o sayvanın, o damın aşkı ile kanat çırparak uçarlar.
  • تا که از تن تار وصلت بسکلند  ** پیش تو آیند کز تو مقبلند  4180
  • Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erişmişlerdir.
  • پر زنان آمن ز رجع سرنگون  ** در هوا که انا الیه راجعون 
  • Baş aşağı geri dönmeden emin olarak "Biz, şüphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
  • بانگ می‌آید تعالوا زان کرم  ** بعد از آن رجعت نماند از حرص و غم 
  • O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüşten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
  • بس غریبیها کشیدیت از جهان  ** قدر من دانسته باشید ای مهان 
  • Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
  • زیر سایه‌ی این درختم مست ناز  ** هین بیندازید پاها را دراز 
  • Bu ağacın gölgesinde nazla sarhoş olarak ayaklarınızı uzatınız.
  • پایهای پر عنا از راه دین  ** بر کنار و دست حوران خالدین  4185
  • Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın.
  • حوریان گشته مغمز مهربان  ** کز سفر باز آمدند این صوفیان 
  • Huriler, merhametli bir halde birbirlerine işaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
  • صوفیان صافیان چون نور خور  ** مدتی افتاده بر خاک و قذر 
  • Güneş nuru gibi saf sofiler, bir müddet toprağa düştüler, pisliğe karıştılar.