English    Türkçe    فارسی   

5
980-1029

  • خویشتن را دید و دید خویشتن  ** زهر قتالست هین ای ممتحن  980
  • Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey sınanan kişi kendine gel!
  • شاهدی کز عشق او عالم گریست  ** عالمش می‌راند از خود جرم چیست 
  • Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes kendinden uzaklaştırır.
  • جرم آنک زیور عاریه بست  ** کرد دعوی کین حلل ملک منست 
  • Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir diye davaya kalkışır.
  • واستانیم آن که تا داند یقین  ** خرمن آن ماست خوبان دانه‌چین 
  • Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
  • تا بداند کان حلل عاریه بود  ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود 
  • Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
  • آن جمال و قدرت و فضل و هنر  ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر  985
  • O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
  • باز می‌گردند چون استارها  ** نور آن خورشید ازین دیوارها 
  • O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
  • پرتو خورشید شد وا جایگاه  ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه 
  • Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
  • آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ  ** نور خورشیدست از شیشه‌ی سه رنگ 
  • Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
  • شیشه‌های رنگ رنگ آن نور را  ** می‌نمایند این چنین رنگین بما 
  • Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
  • چون نماند شیشه‌های رنگ‌رنگ  ** نور بی‌رنگت کند آنگاه دنگ  990
  • Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
  • خوی کن بی‌شیشه دیدن نور را  ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی 
  • Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
  • قانعی با دانش آموخته  ** در چراغ غیر چشم افروخته 
  • Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
  • او چراغ خویش برباید که تا  ** تو بدانی مستعیری نی‌فتا 
  • O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
  • گر تو کردی شکر و سعی مجتهد  ** غم مخور که صد چنان بازت دهد 
  • Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.
  • ور نکردی شکر اکنون خون گری  ** که شدست آن حسن از کافر بری  995
  • Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.
  • امة الکفران اضل اعمالهم  ** امة الایمان اصلح بالهم 
  • Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri temizdir, özleri halistir.
  • گم شد از بی‌شکر خوبی و هنر  ** که دگر هرگز نبیند زان اثر 
  • Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile göremez.
  • خویشی و بی‌خویشی و سکر وداد  ** رفت زان سان که نیاردشان به یاد 
  • Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha aklına bile gelmez.
  • که اضل اعمالهم ای کافران  ** جستن کامست از هر کام‌ران 
  • Ey kafirler, “Yaptıkları işledikleri boştur” ayeti, her murada erişmiş kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.
  • جز ز اهل شکر و اصحاب وفا  ** که مریشان راست دولت در قفا  1000
  • Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
  • دولت رفته کجا قوت دهد  ** دولت آینده خاصیت دهد 
  • Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret, gelecek devletten gelir.
  • قرض ده زین دولت اندر اقرضوا  ** تا که صد دولت ببینی پیش رو 
  • “Borç verin” emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde yüzlerce devlet görürsün.
  • اندکی زین شرب کم کن بهر خویش  ** تا که حوض کوثری یابی به پیش 
  • Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
  • جرعه بر خاک وفا آنکس که ریخت  ** کی تواند صید دولت زو گریخت 
  • Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da kaçabilir?
  • خوش کند دلشان که اصلح بالهم  ** رد من بعد التوی انزالهم  1005
  • Tanrı, onları gönüllerini hoş eder. “Özleri doğrulmuştur halistir” Tanrı, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup bittikten sonra yine ihsan eder.
  • ای اجل وی ترک غارت‌ساز ده  ** هر چه بردی زین شکوران باز ده 
  • Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der.
  • وا دهد ایشان بنپذیرند آن  ** زانک منعم گشته‌اند از رخت جان 
  • Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
  • صوفییم و خرقه‌ها انداختیم  ** باز نستانیم چون در باختیم 
  • Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri almayız.
  • ما عوض دیدیم آنگه چون عوض  ** رفت از ما حاجت و حرص و غرض 
  • Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç, hırs ve garez gitti.
  • ز آب شور و مهلکی بیرون شدیم  ** بر رحیق و چشمه‌ی کوثر زدیم  1010
  • Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır.
  • آنچ کردی ای جهان با دیگران  ** بی‌وفایی و فن و ناز گران 
  • Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik bütün onları, senin başına döktük.
  • بر سرت ریزیم ما بهر جزا  ** که شهیدیم آمده اندر غزا 
  • Çünkü biz savaşa girmiş, savaşa girmiş savaşta şehit olmuş erleriz derler.
  • تا بدانی که خدای پاک را  ** بندگان هستند پر حمله و مری 
  • Sen de bu suretle bil ki pak Tanrı’nın yürekli ve yiğit öyle kulları vardır ki,
  • سبلت تزویر دنیا بر کنند  ** خیمه را بر باروی نصرت زنند 
  • Dünya yalanının bıyığını koparırlar, otağlarını yardım burcunun ta üstüne kurarlar.
  • این شهیدان باز نو غازی شدند  ** وین اسیران باز بر نصرت زدند  1015
  • Bu şehitler yine yeni baştan gazi olurlar. Bu tutsaklar yine yardım elde ederler.
  • سر برآوردند باز از نیستی  ** که ببین ما را گر اکمه نیستی 
  • Sonra yine yeni baştan yokluktan baş gösterirler de anadan doğma kör değilsen gör derler.
  • تا بدانی در عدم خورشیدهاست  ** وآنچ اینجا آفتاب آنجا سهاست 
  • Sen de bu suretle bil ki yoklukta güneşler vardır. Burada güneş sayılan, orada süha yıldızıdır.
  • در عدم هستی برادر چون بود  ** ضد اندر ضد چون مکنون بود 
  • Kardeş yoklukta varlık nasıl olur? Zıt, zıddın içine nasıl girer sığışır?
  • یخرج الحی من المیت بدان  ** که عدم آمد امید عابدان 
  • “Ölüden diri çıkarır” hükmünü bil. Yokluk ibadet edenlerin ümididir.
  • مرد کارنده که انبارش تهیست  ** شاد و خوش نه بر امید نیستیست  1020
  • Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi?
  • که بروید آن ز سوی نیستی  ** فهم کن گر واقف معنیستی 
  • O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi anladıysan düşün bak.
  • دم به دم از نیستی تو منتظر  ** که بیابی فهم و ذوق آرام و بر 
  • Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
  • نیست دستوری گشاد این راز را  ** ورنه بغدادی کنم ابخاز را 
  • Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
  • پس خزانه‌ی صنع حق باشد عدم  ** که بر آرد زو عطاها دم به دم 
  • Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.
  • مبدع آمد حق و مبدع آن بود  ** که برآرد فرع بی‌اصل و سند  1025
  • Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır. Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder.
  • مثال عالم هست نیست‌نما و عالم نیست هست‌نما 
  • Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem
  • نیست را بنمود هست و محتشم  ** هست را بنمود بر شکل عدم 
  • Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
  • بحر را پوشید و کف کرد آشکار  ** باد را پوشید و بنمودت غبار 
  • Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi.
  • چون مناره‌ی خاک پیچان در هوا  ** خاک از خود چون برآید بر علا 
  • Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
  • خاک را بینی به بالا ای علیل  ** باد را نی جز به تعریف دلیل 
  • A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.