English    Türkçe    فارسی   

6
1326-1375

  • این چنین رنجور را گفت ای عمو  ** حق تعالی اعملوا ما شتم 
  • Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
  • گفت رو هین خیر بادت جان عم  ** من تماشای لب جو می‌روم 
  • Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
  • بر مراد دل همی‌گشت او بر آب  ** تا که صحت را بیابد فتح باب 
  • Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.
  • بر لب جو صوفیی بنشسته بود  ** دست و رو می‌شست و پاکی می‌فزود 
  • Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
  • او قفااش دید چون تخییلیی  ** کرد او را آرزوی سیلیی  1330
  • Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu.
  • بر قفای صوفی حمزه‌پرست  ** راست می‌کرد از برای صفع دست 
  • Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
  • کارزو را گر نرانم تا رود  ** آن طبیبم گفت کان علت شود 
  • Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
  • سیلیش اندر برم در معرکه  ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
  • تهلکه‌ست این صبر و پرهیز ای فلان  ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران 
  • Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
  • چون زدش سیلی برآمد یک طراق  ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق  1335
  • Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı.
  • خواست صوفی تا دو سه مشتش زند  ** سبلت و ریشش یکایک بر کند 
  • Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
  • خلق رنجور دق و بیچاره‌اند  ** وز خداع دیو سیلی باره‌اند 
  • Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
  • جمله در ایذای بی‌جرمان حریص  ** در قفای همدگر جویان نقیص 
  • Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
  • ای زننده بی‌گناهان را قفا  ** در قفای خود نمی‌بینی جزا 
  • Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
  • ای هوا را طب خود پنداشته  ** بر ضعیفان صفع را بگماشته  1340
  • Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan!
  • بر تو خندید آنک گفتت این دواست  ** اوست که آدم را به گندم رهنماست 
  • Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
  • که خورید این دانه او دو مستعین  ** بهر دارو تا تکونا خالدین 
  • Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
  • اوش لغزانید و او را زد قفا  ** آن قفا وا گشت و گشت این را جزا 
  • Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın kafasına geldi, ona ceza oldu.
  • اوش لغزانید سخت اندر زلق  ** لیک پشت و دستگیرش بود حق 
  • Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Allah idi, elini tutan Haktı.
  • کوه بود آدم اگر پر مار شد  ** کان تریاقست و بی‌اضرار شد  1345
  • Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi.
  • تو که تریاقی نداری ذره‌ای  ** از خلاص خود چرایی غره‌ای 
  • Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
  • آن توکل کو خلیلانه ترا  ** وآن کرامت چون کلیمت از کجا 
  • Nerede sen de Halil’cesine Allahya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
  • تا نبرد تیغت اسمعیل را  ** تا کنی شه‌راه قعر نیل را 
  • Nerede o Allahya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana cadde yapasın?
  • گر سعیدی از مناره اوفتید  ** بادش اندر جامه افتاد و رهید 
  • Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.
  • چون یقینت نیست آن بخت ای حسن  ** تو چرا بر باد دادی خویشتن  1350
  • Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
  • زین مناره صد هزاران هم‌چو عاد  ** در فتادند و سر و سر باد داد 
  • Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
  • سرنگون افتادگان را زین منار  ** می‌نگر تو صد هزار اندر هزار 
  • Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
  • تو رسن‌بازی نمیدانی یقین  ** شکر پاها گوی و می‌رو بر زمین 
  • İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
  • پر مساز از کاغذ و از که مپر  ** که در آن سودا بسی رفتست سر 
  • Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.
  • گرچه آن صوفی پر آتش شد ز خشم  ** لیک او بر عاقبت انداخت چشم  1355
  • O sofi, kızgınlıktan ateşlendi, ateşe döndü ama işin sonuna göz attı.
  • اول صف بر کسی ماندم به کام  ** کو نگیرد دانه بیند بند دام 
  • Taneyi almayan ve tuzağı gören kişi, ilk saftan adım atar atmaz durur, ileri gitmez.
  • حبذا دو چشم پایان بین راد  ** که نگه دارند تن را از فساد 
  • İşin sonunu gören gözlere ne mutlu. Onlar, bedenin bozulup çürüyüşünü görürler.
  • آن ز پایان‌دید احمد بود کو  ** دید دوزخ را همین‌جا مو به مو 
  • Ahmed’in gözü de onu görmüş, cehennemi buradayken kıldan kıla seyretmişti.
  • دید عرش و کرسی و جنات را  ** تا درید او پرده‌ی غفلات را 
  • Arşı, kürsüyü, cennetleri görmüş, gaflet perdelerini yırtmıştı.
  • گر همی‌خواهی سلامت از ضرر  ** چشم ز اول بند و پایان را نگر  1360
  • Zarardan kurtulmak istiyorsan gözünü işin önünde kapa, sonuna bak.
  • تا عدمها ار ببینی جمله هست  ** هستها را بنگری محسوس پست 
  • Sona bak da yokları var gör, varları, duyguyla duyulan aşağılık bir şey bul.
  • این ببین باری که هر کش عقل هست  ** روز و شب در جست و جوی نیستست 
  • Bâri şunu gör:Akıllı olan herkes gece gündüz yoku aramadadır.
  • در گدایی طالب جودی که نیست  ** بر دکانها طالب سودی که نیست 
  • Yoksulluğa düşüp de cömertliği kim aramaz, dükkânlarda bir kâr elde etmeyi kim istemez?
  • در مزارع طالب دخلی که نیست  ** در مغارس طالب نخلی که نیست 
  • Tarlalarda kim mahsul istemez, fidanlıklardan kim bir fidan ummaz?
  • در مدارس طالب علمی که نیست  ** در صوامع طالب حلمی که نیست  1365
  • Medreselerde bilgi elde etmeyi istemeyen, ibadet yurtlarında Allah lütfunu dilemeyen var mı?
  • هستها را سوی پس افکنده‌اند  ** نیستها را طالبند و بنده‌اند 
  • Bütün bunlar varları, ardlarına atmışlar yokları istemekte, yoklara kul olmaktadırlar.
  • زانک کان و مخزن صنع خدا  ** نیست غیر نیستی در انجلا 
  • Çünkü Allah sanatının madeni mahzeni, yokluktan başka bir yerde tecelli etmez.
  • پیش ازین رمزی بگفتستیم ازین  ** این و آن را تو یکی بین دو مبین 
  • Bundan önce bir remizdir söylemiştik. Sakın bunu ve onu iki görme.
  • گفته شد که هر صناعت‌گر که رست  ** در صناعت جایگاه نیست جست 
  • Demiştik ki her sanat sahibi, sanatını meydana getirmek için yokluk arar.
  • جست بنا موضعی ناساخته  ** گشته ویران سقفها انداخته  1370
  • Mimar, yapılmamış bir yer, yıkılmış, tavanları çökmüş bir yurt arar.
  • جست سقا کوزای کش آب نیست  ** وان دروگر خانه‌ای کش باب نیست 
  • Saka, içinde su olmayan kap peşindedir. Dülger, kapısı bulunmayan bir ev aramaktadır.
  • وقت صید اندر عدم بد حمله‌شان  ** از عدم آنگه گریزان جمله‌شان 
  • Avlanma zamanında hepsi de yokluğa saldırırlar. Ondan sonra da hepsi yokluktan kaçarlar.
  • چون امیدت لاست زو پرهیز چیست  ** با انیس طمع خود استیز چیست 
  • Mademki ümidin yoklukta, neden çekiniyorsun ondan? Tamahının enis olduğu şeyden bu çekinme nedir?
  • چون انیس طمع تو آن نیستیست  ** از فنا و نیست این پرهیز چیست 
  • Mademki tamahın o yokluktur, yokluktan, yok oluştan bu kaçışın neden?
  • گر انیس لا نه‌ای ای جان به سر  ** در کمین لا چرایی منتظر  1375
  • Eğer bir yuvaya enis olmuşsan neden yokluk pususunda bekliyorsun a canım?