English    Türkçe    فارسی   

6
1704-1753

  • پس سوم بار از قبا دزدید شاخ  ** که ز خنده‌ش یافت میدان فراخ 
  • Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.
  • چون چهارم بار آن ترک خطا  ** لاغ از آن استا همی‌کرد اقتضا  1705
  • Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince,
  • رحم آمد بر وی آن استاد را  ** کرد در باقی فن و بیداد را 
  • Herif rahme geldi, hilesini,düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
  • گفت مولع گشت این مفتون درین  ** بی‌خبر کین چه خسارست و غبین 
  • Amma da gülünecek şeye harîs ha dedi, zararından, ziyanından haberi bile yok.
  • بوسه‌افشان کرد بر استاد او  ** که بمن بهر خدا افسانه گو 
  • Türk, ustayı öperek; Allah aşkına bir hikâye daha söyle diye yalvarıyordu.
  • ای فسانه گشته و محو از وجود  ** چند افسانه بخواهی آزمود 
  • Ey masal, hikâye olmuş, varlıktan geçmiş adam, masalı ne zamana kadar deneyeceksin?
  • خندمین‌تر از تو هیچ افسانه نیست  ** بر لب گور خراب خویش ایست  1710
  • Senden daha ziyade gülünecek masal yok. Yıkık kabrinin başına git de bir güzelce dur.
  • ای فرو رفته به گور جهل و شک  ** چند جویی لاغ و دستان فلک 
  • Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi, feleğin lâtifesini, masalını niceye bir arayacaksın?
  • تا بکی نوشی تو عشوه‌ی این جهان  ** که نه عقلت ماند بر قانون نه جان 
  • Ne vaktedek şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzenin de kaldı, ne canın.
  • لاغ این چرخ ندیم کرد و مرد  ** آب روی صد هزاران چون تو برد 
  • Hor ve zalim bir arkadaş olan şu felek, senin gibi yüz binlerce kişinin yüz suyunu döktü.
  • می‌درد می‌دوزد این درزی عام  ** جامه‌ی صدسالگان طفل خام 
  • Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki ham bebeklerin elbiselerini yırtar, diker!
  • لاغ او گر باغها را داد داد  ** چون دی آمد داده را بر باد داد  1715
  • Lâtifesi, bahçelere bir letafet verir ama kış gelince verdiğin şeylerin hepsini yele verir!
  • پیره‌طفلان شسته پیشش بهر کد  ** تا به سعد و نحس او لاغی کند 
  • Halbuki ihtiyar oğlancıklar, ihtiyaçları yüzünden onun kutlu, kutsuz devriyle alay etmek, eğlenmek için önüne oturmuşlardır!
  • گفتن درزی ترک را هی خاموش کی اگر مضاحک دگر گویم قبات تنگ آید 
  • Terzinin,kendine gel,sus,yoksa bir gülünecek şey daha söylersem kaftanın dar gelir demesi.
  • گفت درزی ای طواشی بر گذر  ** وای بر تو گر کنم لاغی دگر 
  • Terzi dedi ki: A hadım ağası, vazgeç. Bir lâtife daha söylersem vay haline.
  • پس قبایت تنگ آید باز پس  ** این کند با خویشتن خود هیچ کس 
  • Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi?
  • خنده‌ی چه رمزی ار دانستیی  ** تو به جای خنده خون بگرستیی 
  • Gülüyorsun ama gülmenin yeri mi?Eğer bilseydin güleceğin yerde kan ağlardın.
  • بیان آنک بی‌کاران و افسانه‌جویان مثل آن ترک‌اند و عالم غرار غدار هم‌چو آن درزی و شهوات و زبان مضاحک گفتن این دنیاست و عمر هم‌چون آن اطلس پیش این درزی جهت قبای بقا و لباس تقوی ساختن 
  • İşsizlerle masal arayanlar, o Türk’e benzerler, gaddar ve aldatıcı âlem de o terziye benzer. Şehvetler ve kadınlar,bu dünyanın gülünç şey söylemesidir .Ömür, ebedilik kaftanı ve takva elbisesi dikilmek üzere o terzinin önüne verilmiş atlas kumaştır.
  • اطلس عمرت به مقراض شهور  ** برد پاره‌پاره خیاط غرور  1720
  • Ömrünün atlasını, ay makasıyla gurur terzisi kesip parça parça ediyor.
  • تو تمنا می‌بری که اختر مدام  ** لاغ کردی سعد بودی بر دوام 
  • Sense yıldızım, hep beni güldürseydi, hep kutlu olsaydı der, bunu istersin.
  • سخت می‌تولی ز تربیعات او  ** وز دلال و کینه و آفات او 
  • Onun terbilerine pek kızar, cilvesinden, kininden, aletlerinden hiddetlenirsin.
  • سخت می‌رنجی ز خاموشی او  ** وز نحوس و قبض و کین‌کوشی او 
  • Susmasından, kutsuzluğundan, tutukluluğundan, kinciliğinden incinirsin.
  • که چرا زهره‌ی طرب در رقص نیست  ** بر سعود و رقص سعد او مه‌ایست 
  • Neden Zühre çalıp çığırmıyor dersin. Fakat onun kutluluğuna, oynayışına, çağırışına pek güvenme.
  • اخترت گوید که گر افزون کنم  ** لاغ را پس کلیت مغبون کنم  1725
  • Yıldızın der ki: Lâtifeyi biraz daha fazlalaştırırsam seni tamamı ile aldatır, borçlu çıkarırım.
  • تو مبین قلابی این اختران  ** عشق خود بر قلب‌زن بین ای مهان 
  • Bu yıldızların işvesine bakma da ey hor hakîr kişi, erkeklere olan aşkına bak!
  • مثل 
  • آن یکی می‌شد به ره سوی دکان  ** پیش ره را بسته دید او از زنان 
  • Birisi yola düşmüş, dükkâna gidiyordu. Gördü ki kadınlar yolu kapamış.
  • پای او می‌سوخت از تعجیل و راه  ** بسته از جوق زنان هم‌چو ماه 
  • Hızlı yürümeden ayağı yanmaktaydı. Yolsa ay gibi kadınlarla doluydu, yol açmaya âdeta imkân yoktu.
  • رو به یک زن کرد و گفت ای مستهان  ** هی چه بسیارید ای دخترچگان 
  • Bir kadına yüz çevirdi de dedi ki: A bayağı mahlûklar, a kızcağızlar, ne de çoksunuz.
  • رو بدو کرد آن زن و گفت ای امین  ** هیچ بسیاری ما منکر مبین  1730
  • Kadın, ona yüzünü döndü, ey emniyet sahibi dedi, bizim bolluğumuzu kötü görme.
  • بین که با بسیاری ما بر بساط  ** تنگ می‌آید شما را انبساط 
  • Bu kadar çoğuz ama öyle olduğu halde size bu çokluk bile az gelmede.
  • در لواطه می‌فتید از قحط زن  ** فاعل و مفعول رسوای زمن 
  • Kadın kıtlığından oğlancılığa düşüyorsunuz da yapan da dünyaya rezil rüsva oluyor, yaptıran da!
  • تو مبین این واقعات روزگار  ** کز فلک می‌گردد اینجا ناگوار 
  • Zamanın hâdiselerine bakma. Feleğin acılıklarını, hazım olunmaz şeylerini görme.
  • تو مبین تحشیر روزی و معاش  ** تو مبین این قحط و خوف و ارتعاش 
  • Rızkın, geçimin darlığına, şu kıtlığına, korkuya, titreyişe bakma.
  • بین که با این جمله تلخیهای او  ** مرده‌ی اویید و ناپروای او  1735
  • Şuna bak sen: Bu kadar acılıklarıyla beraber yine de onun için ölüyor, ondan bir türlü kendinizi çekemiyorsunuz.
  • رحمتی دان امتحان تلخ را  ** نقمتی دان ملک مرو و بلخ را 
  • Acı imtihanı bir rahmet bil, Belh ve Merv ülkelerine sahip olmayı bir gazap say.
  • آن براهیم از تلف نگریخت و ماند  ** این براهیم از شرف بگریخت و راند 
  • O İbrahim, telef olmaktan çekinmedi, ateşe atıldı, fakat yanmadı, bu İbrahim, şereften saltanattan kaçtı, kendisini ateşe attı.
  • آن نسوزد وین بسوزد ای عجب  ** نعل معکوس است در راه طلب 
  • Şaşılacak şey. Ateş onu yakmadı, bunu yaktı. İstek yolunda böyle tersine nallar vardır işte!
  • باز مکرر کردن صوفی سال را 
  • Sofinin tekrar sual sorması
  • گفت صوفی قادرست آن مستعان  ** که کند سودای ما را بی زیان 
  • Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
  • آنک آتش را کند ورد و شجر  ** هم تواند کرد این را بی‌ضرر  1740
  • Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir.
  • آنک گل آرد برون از عین خار  ** هم تواند کرد این دی را بهار 
  • Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
  • آنک زو هر سرو آزادی کند  ** قادرست ار غصه را شادی کند 
  • Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
  • آنک شد موجود از وی هر عدم  ** گر بدارد باقیش او را چه کم 
  • Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
  • آنک تن را جان دهد تا حی شود  ** گر نمیراند زیانش کی شود 
  • Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
  • خود چه باشد گر ببخشد آن جواد  ** بنده را مقصود جان بی‌اجتهاد  1745
  • O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar?
  • دور دارد از ضعیفان در کمین  ** مکر نفس و فتنه‌ی دیو لعین 
  • Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
  • جواب دادن قاضی صوفی را 
  • Kadının sofiye cevap vermesi
  • گفت قاضی گر نبودی امر مر  ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در 
  • Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
  • ور نبودی نفس و شیطان و هوا  ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا 
  • Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
  • پس به چه نام و لقب خواندی ملک  ** بندگان خویش را ای منهتک 
  • A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?
  • چون بگفتی ای صبور و ای حلیم  ** چون بگفتی ای شجاع و ای حکیم  1750
  • Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi?
  • صابرین و صادقین و منفقین  ** چون بدی بی ره‌زن و دیو لعین 
  • Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
  • رستم و حمزه و مخنث یک بدی  ** علم و حکمت باطل و مندک بدی 
  • Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.
  • علم و حکمت بهر راه و بی‌رهیست  ** چون همه ره باشد آن حکمت تهیست 
  • Bilgi ve hikmet, doğru yolla yolsuzluğu göstermek içindir. Her taraf yoldan ibaret olsaydı hikmet, abes ve boş bir şey olurdu.