English    Türkçe    فارسی   

6
2319-2368

  • این دعا تو امر کردی ز ابتدا  ** ورنه خاکی را چه زهره‌ی این بدی 
  • Bu duayı da önce sen emrettin, yoksa bir toprak parçasında sana dua etmeye kudret mi olurdu?
  • چون دعامان امر کردی ای عجاب  ** این دعای خویش را کن مستجاب  2320
  • Ey hikmetine hayran olduğumun Tanrısı, mademki dua etmemizi emrettin, bu emrettiğin duayı sen kabul et.
  • شب شکسته کشتی فهم و حواس  ** نه امیدی مانده نه خوف و نه یاس 
  • Geceleyin anlayış ve duygular gemisi kırılır. Ne bir ümit kalır, ne korku, ne yeis.
  • برده در دریای رحمت ایزدم  ** تا ز چه فن پر کند بفرستدم 
  • Tanrım, beni rahmet denizine daldırır, bakalım, ne hünerle doldurup geri gönderecek?
  • آن یکی را کرده پر نور جلال  ** وآن دگر را کرده پر وهم و خیال 
  • Birisini ululuk nuru ile doldurur, öbürünü vehimlerle, hayallerle.
  • گر بخویشم هیچ رای و فن بدی  ** رای و تدبیرم به حکم من بدی 
  • Kendimde bir rey, bir tedbir olsaydı her yaptığım, her giriştiğim iş, kendi hükmümce olurdu.
  • شب نرفتی هوش بی‌فرمان من  ** زیر دام من بدی مرغان من  2325
  • Geceleyin aklım, benim buyruğum olmadan gitmezdi. Kuşlarım, tuzağımda dururdu.
  • بودمی آگه ز منزلهای جان  ** وقت خواب و بیهشی و امتحان 
  • Can duraklarını bilir, uykumda da, uyanıkken de, sınandığım zaman da onları anlardım.
  • چون کفم زین حل و عقد او تهیست  ** ای عجب این معجبی من ز کیست 
  • Bu işleri bağlayıp çözmek elimde değil, değil de yine de bu ululanmam, bu kendimi beğenmem nedir?
  • دیده را نادیده خود انگاشتم  ** باز زنبیل دعا برداشتم 
  • Gördüğümü görmemiş sandım da yine dua zembilini kaldırdım.
  • چون الف چیزی ندارم ای کریم  ** جز دلی دلتنگ‌تر از چشم میم 
  • Ey kerem sahibi, elif gibi hiçbir şeyim yok... Mimin gözünden daha dar bir gönlüm var ancak.
  • این الف وین میم ام بود ماست  ** میم ام تنگست الف زو نر گداست  2330
  • Bu elif, bu mim, varlığımızın anasıdır. Anamız olan mimin eli dardır, elifse ondan daha yoksul!
  • آن الف چیزی ندارد غافلیست  ** میم دلتنگ آن زمان عاقلیست 
  • Elifin bir şeyi yok demek gaflettir, mim gibi gönlü daralmış bir hale gelmek akıl alâmetidir.
  • در زمان بیهشی خود هیچ من  ** در زمان هوش اندر پیچ من 
  • Kendimden geçtiğim zaman hiçim. Fakat aklım başıma geldi mi ıstıraplara düşer, kıvranır dururum.
  • هیچ دیگر بر چنین هیچی منه  ** نام دولت بر چنین پیچی منه 
  • Artık böyle bir hiçe bir şey yükleme. Böyle kıvrandıran şeye devlet adını takma.
  • خود ندارم هیچ به سازد مرا  ** که ز وهم دارم است این صد عنا 
  • Zaten beni iyileştirecek bir şeyim yok. Bu yüzlerce derde de vehimden uğradım.
  • در ندارم هم تو داراییم کن  ** رنج دیدم راحت‌افزاییم کن  2335
  • Hiçbir şeyim yok, o haldeyim işte. Bana lûtfet. Zahmetler çektim, rahatlaştır beni, rahatımı arttır benim.
  • هم در آب دیده عریان بیستم  ** بر در تو چونک دیده نیستم 
  • Göz yaşlarıma gark oldum, üryan bir halde durmadayım. Senin kapını görecek göz yok bende.
  • آب دیده‌ی بنده‌ی بی‌دیده را  ** سبزه‌ای بخش و نباتی زین چرا 
  • Gözsüz kuluna rahmet et de gözyaşları, şu yazıda bir yeşillik, bir ot bitirsin.
  • ور نمانم آب آبم ده ز عین  ** هم‌چو عینین نبی هطالتین 
  • Gözyaşım kalmazsa gözyaşı ihsan et. Peygamberin yaş dökücü gözleri gibi hani.
  • او چو آب دیده جست از جود حق  ** با چنان اقبال و اجلال و سبق 
  • O bile bunca devletiyle, bunca ululuğuyla, bunca ileri oluşuyla beraber Tanrı kereminden gözyaşı istedi.
  • چون نباشم ز اشک خون باریک‌ریس  ** من تهی‌دست قصور کاسه‌لیس  2340
  • Artık benim gibi eli boş bir kâse yalayıcı, nasıl olur da kanlı gözyaşlarını iplik gibi salmaz?
  • چون چنان چشم اشک را مفتون بود  ** اشک من باید که صد جیحون بود 
  • Öyle bir göz bile gözyaşına meftun olduktan sonra benim göz yaşlarım, yüzlerce ırmak olmalı.
  • قطره‌ای زان زین دو صد جیحون به است  ** که بدان یک قطره انس و جن برست 
  • Onun göz yaşlarının bir katrası, benim iki yüz ırmağımdan yeğdir. Çünkü o bir katrayla insanlar da kurtuldu, cinler de.
  • چونک باران جست آن روضه‌ی بهشت  ** چون نجوید آب شوره‌خاک زشت 
  • O cennet bahçesi bile yağmur isteyince çorak ve çirkin toprak nasıl istemez?
  • ای اخی دست از دعا کردن مدار  ** با اجابت یا رد اویت چه کار 
  • Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?
  • نان که سد و مانع این آب بود  ** دست از آن نان می‌بباید شست زود  2345
  • Ekmek bile bu göz yaşına mâni olursa elini ekmekten yumak gerek.
  • خویش را موزون و چست و سخته کن  ** ز آب دیده نان خود را پخته کن 
  • Kendine çeki düzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekmeğini göz yaşlarınla pişir!
  • آواز دادن هاتف مر طالب گنج را و اعلام کردن از حقیقت اسرار آن 
  • Hatifin, define arayan yoksula seslenmesi ve definenin hakikatini bildirmesi
  • اندرین بود او که الهام آمدش  ** کشف شد این مشکلات از ایزدش 
  • O böyle dua edip dururken Tanrı’dan ilham geldi, bu müşküller açıldı.
  • کو بگفتت در کمان تیری بنه  ** کی بگفتندت که اندر کش تو زه 
  • Dendi ki: Hatif sana yaya bir ok koy, at dedi, yayın zıhını adamakıllı çek demedi ki.
  • او نگفتت که کمان را سخت‌کش  ** در کمان نه گفت او نه پر کنش 
  • Yayı iyice ta kulağına kadar çek demedi, bir ok koy,atıver dedi.
  • از فضولی تو کمان افراشتی  ** صنعت قواسیی بر داشتی  2350
  • Sen, ukalâlığından yayı çekmeye okçuluk hünerini göstermeye kalkıştın.
  • ترک این سخته کمانی رو بگو  ** در کمان نه تیر و پریدن مجو 
  • Bu katı yayı bırak da yürü, alelâde yaya bir ok koy, fazla gitmesine savaşma.
  • چون بیفتد بر کن آنجا می‌طلب  ** زور بگذار و بزاری جو ذهب 
  • Düştüğü yeri kaz, defineyi orada bulmaya çalış, altınları elde et.
  • آنچ حقست اقرب از حبل الورید  ** تو فکنده تیر فکرت را بعید 
  • Tanrı, şah damarından yakındır insana. Halbuki sen ok gibi olan düşünceni uzaklara atmadasın.
  • ای کمان و تیرها بر ساخته  ** صید نزدیک و تو دور انداخته 
  • Ey yayı kurup oku atan! Av yakında, sen uzağa düşmüşsün.
  • هرکه دوراندازتر او دورتر  ** وز چنین گنجست او مهجورتر  2355
  • Kim daha uzağa ok atarsa daha uzaktadır. Böyle bir defineden daha uzağa düşer o.
  • فلسفی خود را از اندیشه بکشت  ** گو بدو کوراست سوی گنج پشت 
  • Filozof kendisini düşünceyle öldürdü. Koş de ona, zaten defineye arkasını çevirmiştir o.
  • گو بدو چندانک افزون می‌دود  ** از مراد دل جداتر می‌شود 
  • Koş de. Ne kadar fazla koşarsa gönlünün muradından o kadar uzaklaşır.
  • جاهدوا فینا بگفت آن شهریار  ** جاهدوا عنا نگفت ای بی‌قرار 
  • Padişah, “Bizim için savaşanlar” dedi, bizden uzaklaşmaya çalışanlar demedi a kararsız adam!
  • هم‌چو کنعان کو ز ننگ نوح رفت  ** بر فراز قله‌ی آن کوه زفت 
  • Kenan gibi hani. O da Nuh’dan arlandı da o koca dağın tepesine çıkmaya kalkıştı.
  • هرچه افزون‌تر همی‌جست او خلاص  ** سوی که می‌شد جداتر از مناص  2360
  • Kurtulmak için dağa ne kadar koştu, tırmandıysa kurtuluştan o kadar uzaklaştı.
  • هم‌چو این درویش بهر گنج و کان  ** هر صباحی سخت‌تر جستی کمان 
  • Her sabah, daha katı bir yayla daha uzağa ok atıp define arayan bu yoksul gibi.
  • هر کمانی کو گرفتی سخت‌تر  ** بود از گنج و نشان بدبخت‌تر 
  • Daha katı olan her yayı, eline aldıkça defineden o derece mahrum olmaktaydı.
  • این مثل اندر زمانه جانی است  ** جان نادانان به رنج ارزانی است 
  • Bu atalar sözü, âlemde söylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek.
  • زانک جاهل ننگ دارد ز اوستاد  ** لاجرم رفت و دکانی نو گشاد 
  • Çünkü bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dükkân açar.
  • آن دکان بالای استاد ای نگار  ** گنده و پر کزدمست و پر ز مار  2365
  • Ustana danışmadan açtığın o dükkân, bil ki kokmuş bir dükkândır, akreplerle, yılanlarla doludur o suretten ibaret adam!
  • زود ویران کن دکان و بازگرد  ** سوی سبزه و گلبنان و آب‌خورد 
  • Çabuk yık bu dükkânı da yeşilliğe, gül fidanlarına, içilecek suların bulunduğu yere dön!
  • نه چو کنعان کو ز کبر و ناشناخت  ** از که عاصم سفینه‌ی فوز ساخت 
  • Kibrinden, işin iç yüzünü bilmediğinden gûya kendisini kurtaracak dağı kurtuluş gemisi yapmaya kalkışan Kenan’a benzemez.
  • علم تیراندازیش آمد حجاب  ** وان مراد او را بده حاضر به جیب 
  • O define arayana da okçuluğu hicap oldu. Halbuki isteği hazırdı, koynundaydı.