English    Türkçe    فارسی   

6
2386-2435

  • پر گشاید هر دمی با اشک و آه  ** لیک پریدن ندارد روی و راه 
  • Kafeste ve zindan da iken de her an ağlayıp inleyerek kanat açar ama uçmaya yol ve imkân yoktur.
  • راه شد هر یک پرد مانند باد  ** سوی آن کز یاد آن پر می‌گشاد 
  • Fakat yol oldu mu her biri, anarak kanat açtığı yere uçar, yel gibi uçup gider.
  • آن طرف که بود اشک و آه او  ** چونک فرصت یافت باشد راه او 
  • Ağlayıp ah ettiği tarafa fırsat buldu mu koşar, uçup kavuşur.
  • در تن خود بنگر این اجزای تن  ** از کجاها گرد آمد در بدن 
  • Bedenine bak. Bu cüzüler, nereden toplanıp bedenine geldi.
  • آبی و خاکی و بادی و آتشی  ** عرشی و فرشی و رومی و گشی  2390
  • Kimisi suya, kimisi toprağa, kimisi yele, kimisi ateşe mensup. Kimi arştan gelmiş, kimi ferşten. Kimisi güzel, kimisi çirkin.
  • از امید عود هر یک بسته طرف  ** اندرین کاروانسرا از بیم برف 
  • Her biri kar korkusundan bu kervansaraya sinmiş, geldikleri yere tekrar dönmeyi umuyor.
  • برف گوناگون جمود هر جماد  ** در شتای بعد آن خورشید داد 
  • Çeşit çeşit kar var, her taraf donmuş, hiçbir yerde hayat kalmamış. O adalet güneşinden uzak kalmışlar, o uzaklık kışından buz kesilmişler.
  • چون بتابد تف آن خورشید جشم  ** کوه گردد گاه ریگ و گاه پشم 
  • Fakat o kızgın güneşin harareti bir geldi mi dağ bile kum ve yün kesilir.
  • در گداز آید جمادات گران  ** چون گداز تن به وقت نقل جان 
  • Can verirken beden nasıl erirse kendilerinde candan eser olmayan cansızlar bile öyle erir.
  • چون رسیدند این سه همره منزلی  ** هدیه‌شان آورد حلوا مقبلی  2395
  • Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti.
  • برد حلوا پیش آن هر سه غریب  ** محسنی از مطبخ انی قریب 
  • Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım”, sofrasından her üç garibe de helva götürdü.
  • نان گرم و صحن حلوای عسل  ** برد آنک در ثوابش بود امل 
  • Tanrı’dan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.
  • الکیاسه والادب لاهل المدر  ** الضیافه والقری لاهل الوبر 
  • Şehirliler, edep ve zekâ ehli olurlar. Toy vermek yoksul doyurmak da köylülere verilmiştir.
  • الضیافة للغریب والقری  ** اودع الرحمن فی اهل القری 
  • Tanrı, garibe ziyafet çekmeyi köylülere vermiştir.
  • کل یوم فی القری ضیف حدیث  ** ما له غیر الاله من مغیث  2400
  • Köylerde her gün Tanrı’dan başka imdadına yetişecek hiç kimsesi olmayan yeni bir misafir vardır.
  • کل لیل فی القری وفد جدید  ** ما لهم ثم سوی الله محید 
  • Köylerde her gece yeni bir topluluk vardır ki onların Tanrı’dan başka kimseleri yoktur.
  • تخمه بودند آن دو بیگانه ز خور  ** بود صایم روز آن مومن مگر 
  • O iki yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilâya uğramışlardı. O Müslüman ise oruçluydu.
  • چون نماز شام آن حلوا رسید  ** بود مومن مانده در جوع شدید 
  • Akşam namazı vakti o helva gelince Mümin, pek aç olduğundan yemek istediyse de,
  • آن دو کس گفتند ما از خور پریم  ** امشبش بنهیم و فردایش خوریم 
  • İkisi de biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın yeriz.
  • صبر گیریم امشب از خور تن زنیم  ** بهر فردا لوت را پنهان کنیم  2405
  • Bu gece sabredelim, yemeyelim de helvayı yarına saklayalım dediler.
  • گفت مومن امشب این خورده شود  ** صبر را بنهیم تا فردا بود 
  • Mümin dedi ki: Sabrı bırakalım da bu gece yiyelim yarının sahibi var.
  • پس بدو گفتند زین حکمت‌گری  ** قصد تو آن است تا تنها خوری 
  • Ona sen, böyle hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun galiba dediler.
  • گفت ای یاران نه که ما سه تنیم  ** چون خلاف افتاد تا قسمت کنیم 
  • Dedi ki: Dostlar, biz üç kişi değil miyiz? Bana razı değilseniz pay edelim.
  • هرکه خواهد قسم خود بر جان زند  ** هرکه خواهد قسم خود پنهان کند 
  • Kimse ne düşerse diler yesin, diler saklasın.
  • آن دو گفتندش ز قسمت در گذر  ** گوش کن قسام فی‌النار از خبر  2410
  • İkisi birden hayır dediler, pay etmeyi bırak, “her pay eden cehennemdedir” sözünü duy.
  • گفت قسام آن بود کو خویش را  ** کرد قسمت بر هوا و بر خدا 
  • Mümin, burada pay eden, kendi havasına uyup pay edendir. Tanrı için pay eden değil.
  • ملک حق و جمله قسم اوستی  ** قسم دیگر را دهی دوگوستی 
  • Sen de Tanrınınsın onun payısın. Onun payını başkasına verirsen ona şirk koşmuş olursun.
  • این اسد غالب شدی هم بر سگان  ** گر نبودی نوبت آن بدرگان 
  • Eğer o kötü kişilerin zamanı olmasaydı bu aslan, köpeklere üstün olurdu.
  • قصدشان آن کان مسلمان غم خورد  ** شب برو در بی‌نوایی بگذرد 
  • Onların kasti o Müslüman’ın gam yemesi, o geceyi aç geçirmesiydi.
  • بود مغلوب او به تسلیم و رضا  ** گفت سمعا طاعة اصحابنا  2415
  • Tanrı’ya teslim oldu, boynunu eğdi, dostlarım dedi, baş üstüne, dediğiniz gibi olsun.
  • پس بخفتند آن شب و برخاستند  ** بامدادان خویش را آراستند 
  • O gece yatıp uyudular, sabahleyin kalkıp kendilerini bezediler.
  • روی شستند و دهان و هر یکی  ** داشت اندر ورد راه و مسلکی 
  • Yüzlerini, ağızlarını yıkadılar. Her biri, kendi yolunca virdini okumaya koyuldu.
  • یک زمانی هر کسی آورد رو  ** سوی ورد خویش از حق فضل‌جو 
  • Bir zaman virtlerine yüz tutup Tanrı’dan lûtuf ve ihsan dilediler.
  • مومن و ترسا جهود و گبر و مغ  ** جمله را رو سوی آن سلطان الغ 
  • Müminde ulu padişaha yüz tutar, Hıristiyan da Yahudi de; Mecusi de.
  • بلک سنگ و خاک و کوه و آب را  ** هست واگشت نهانی با خدا  2420
  • Hattâ taş, toprak, dağ ve suyun bile Tanrı’ya gizli bir duası, ilticası vardır.
  • این سخن پایان ندارد هر سه یار  ** رو به هم کردند آن دم یاروار 
  • Bu sözün sonu gelmez. Her üç dostta ibadetlerini bitirdikten sonra dostçasına birbirlerine yüz çevirdiler.
  • آن یکی گفتا که هر یک خواب خویش  ** آنچ دید او دوش گو آور به پیش 
  • Biri dedi ki: Her birimiz gördüğü rüyayı anlatsın.
  • هرکه خوابش بهتر این را او خورد  ** قسم هر مفضول را افضل برد 
  • Kimin rüyası daha güzelse bu helvayı o yesin, üstün olan alt olanın payını alsın.
  • آنک اندر عقل بالاتر رود  ** خوردن او خوردن جمله بود 
  • Aklı en üstün olanın yemesi herkesin yemesi demektir.
  • فوق آمد جان پر انوار او  ** باقیان را بس بود تیمار او  2425
  • Onun nurlarla dolu olan canı üstün gelmiştir, arda kalanların derdine o deva eder.
  • عاقلان را چون بقا آمد ابد  ** پس به معنی این جهان باقی بود 
  • Akıllılar, ebediliğe ulaşmışlardır. Şu halde onların vücudu ile bu âlemde mâna bakımından bâkidir.
  • پس جهود آورد آنچ دیده بود  ** تا کجا شب روح او گردیده بود 
  • Bunu üzerine önce Yahudi gördüğünü söyledi, geceleyin ruhu nerelerde gezdiyse anlattı.
  • گفت در ره موسی‌ام آمد به پیش  ** گربه بیند دنبه اندر خواب خویش 
  • Dedi ki: Yolda önüme Musa çıktı. Öyledir, kedi rüyasında yağlı kuyruk görür.
  • در پی موسی شدم تا کوه طور  ** هر سه‌مان گشتیم ناپیدا ز نور 
  • Musa’nın ardında Tur dağına gittim. Ben de Musa’da Tur dağı da nura gark olduk, görünmez bir hale geldik.
  • هر سه سایه محو شد زان آفتاب  ** بعد از آن زان نور شد یک فتح باب  2430
  • O güneşin nuru ile üç gölge de mahvoldu. Ondan sonra o nurdan bir kapı açıldı.
  • نور دیگر از دل آن نور رست  ** پس ترقی جست آن ثانیش چست 
  • O nurun içinden bir başka nur göründü. O ikinci nur, çabucak yüceldi.
  • هم من و هم موسی و هم کوه طور  ** هر سه گم گشتیم زان اشراق نور 
  • Ben de, Musa’da, Tur dağı da... Üçümüzde o nurun doğmasıyla kaybolduk.
  • بعد از آن دیدم که که سه شاخ شد  ** چونک نور حق درو نفاخ شد 
  • Ondan sonra gördüm, Tanrı nuru, ona üfürünce dağ üçe ayrıldı.
  • وصف هیبت چون تجلی زد برو  ** می‌سکست از هم همی‌شد سو به سو 
  • Heybet sıfatı ona tecelli edince parçalar, birbirinden ayrıldı, her bir parçası bir tarafa gitti.
  • آن یکی شاخ که آمد سوی یم  ** گشت شیرین آب تلخ هم‌چو سم  2435
  • Bir parçası denize doğru gitti. Zehir gibi acı olan deniz suyu, bu yüzden tatlılaştı.